“Akıllı Yöneticiler, Aptallarla Dolu Bir Millet…” Baas Partisi Sloganları

Sabahları okuduğumuz marşlar ve sloganlar haricinde Suriye’deki ilkokul hatıralarımdan hiçbir şey anımsamıyorum. Ne ben ne de diğer arkadaşlarım sözleri anlıyorduk. Ancak milli marştan önce söylediğimiz bu sloganlar Baas Partisi’nin bize uygun gördüğü endoktrinasyon istihkakımızın okul bahçesindeki kısımlarındandı.

 

Suriye’deki çocuklar birinci sınıftan itibaren, sözlerin içeriğinden hiçbir haberi olmadan, bir yandan Nazi selamı verirken her gün “Birleşmiş sosyalist Arap ulusunu inşa etmek ve müdafaa etmek için daima hazır ol!” diye tekrarlamak zorundaydı. Mecburi sabah radyo yayınları da günlük rutinin bir parçasıydı. Radyolar “Dikkaaat! Rahat! İstirahat et” gibi askeri talimatlarla başlar, diğer yayınlar da Baas Partisi’nin sloganlarının tekrar edildiği öğretici içeriklerle devam ederdi. Sunucu “Birleşik Arap Ulusu” der, öğrenciler “Ebedi bir vazifeyle beraber!” diye tekrarlardı. Sonra “Hedeflerimiz” derdi sunucu, öğrenciler “Birlik, özgürlük, sosyalizm” diye tamamlardı.

 

Bu yayınlar öncü gençliğin kılık kıyafet kurallarına tamamen uymayanlar için yasaktı. Kılık kıyafet kuralları da askeri renklerde bir ceketten, bir “sedara” şapkasından ve boyna sarılmış, Baas Öncüleri Örgütü’nün sloganlarının yazdığı atkıdan oluşurdu. Bu kılık kıyafet yönetmeliğine göre eksiği bulunanlar, avuçlarına sopayla vurulmasının da olduğu birçok şekilde cezalandırılırdı.

 

Bu örgüt, Kuzey Kore deneyiminin bir yeniden üretimi olarak, Arap Sosyalist Baas Partisi Bölgesel Komutanlığı’nın Suriye Bölgesi kararıyla 1974 yılında Suriye’de kuruldu. Kendi kuruluş ifadesine göre, “Suriye Arap bölgesinde ilkokul seviyesindeki öğrencileri kapsayan, onları ulusal, sosyalist bir eğitimle yetiştirmek için çalışan; entelektüel ve ideolojik bileşenlerini Baas Partisi ideolojisinden ve bunun yanında Baas Partisi’nin ulusal ve bölgesel konferanslarının kararlarından alan bir siyasi eğitim örgütü” olarak biliniyordu.

 

Öfkeyle Parti Üyeliği

Dördüncü sınıftayken bir kadının sınıfa girip “Ailelerinize hepinizin yarın 45 Suriye Pound’u getirmesi gerektiğini, getirmeyenlerin eğitimini tamamlayamayacağını söyleyin” dedi.

 

O zamanlar, her sömestrin başında gelip bizden bir dolar kadar para isteyen bu kadının aslında bizden o şarkıları ve sloganları ezberlemeye bizleri mecbur bırakan Baas Öncüleri’ne katılmamız için para topladığını tam olarak bilmiyorduk. O günlerden beri milyonlarca Suriyeli hiçbir haberleri olmadan Baas Partisi üyesi olmaya devam ediyor. Hatta bu yüzden Suriyeliler hiçbir şekilde fark etmeden veya ne zaman katıldıklarını bilmeden, iktidardaki partiye üye olan tek millet olabilir.

 

Okuldaki derslerin tamamın katılmak bu parti sembolleri kadar mühim değildi. Ana kapıdan kaçabiliyor, müdüre hakaret edebiliyor hatta çayına bile tükürebiliyorduk. Ama kılık kıyafette ve sembollerde laçkalık asla tolore edilmiyordu. Özellikle de ilköğretim ve lise aşamalarındayken. Bu da Baas Gençliği aşamasıydı aslında, Baas Öncüleri aşamasından sonra geliyordu.

 

Sınıflarda, Baas Partisi’nin ezberlemesi neredeyse imkânsız olan sayısız alandaki başarılarını işliyorduk. Duvarları griye boyalı, pencereleri hapishanedekiler gibi demir parmaklıklarla kaplı sınıflarda Baas Partisi’nin öncü projelerini ve ücra köylere elektrik götüren azametini ezberlerdik. Sonra köylerimize döner ve orada hayatın gerekliliklerinden hiçbirini bulamazdık. Suriyelilerin çok büyük bir kısmı aşırı yoksulluk sınırı altında yaşarken, partinin son derece parlak toplumsal, siyasi ve ekonomik düşüncelerini öğrenirdik.

 

Bu dersler, üniversite çağında öğrencilerin çoğunun Baas Partisi teorisyenlerinin düşünce yapısını anladıkları takdirde çaba sarf etmeden kolayca başarı gösterdiği hale dönüşene kadar devam etti. Baas Partisi’ni, liderini ve bunların başarılarını övmek, bunlara tapmak ve sık sık bunlardan cümleler alıntılamak, bu başarılar gerçekleşmiş olsa da olmasa da yeterliydi belli öğrencilerin dersleri geçmeleri için. Bu bilgileri sürekli ezberlemeye çalışan ancak parti ve lideri hakkında çok övgülü konuşamayan öğrenciler de vardı. Böylece peş peşe yıllarca derslerden kalırlar, Baas kültürlerindeki eksiklikler mezuniyetlerini geciktirirdi.

Geçmişin İzlerini Silmek

Baas’ın ders programı, her bir derste antik Suriye medeniyetlerinden ancak on satır kadar bahsederdi. Sonra öyle veya böyle bu medeniyetleri Arapçılığa veya İslamiyet’e bağlardı. Sürekli Finikelilerin ve Kenanlıların Arap olduklarından bahseder, Kudüs’ü bunların kurduğunu ve böylece Kudüs’ün bir Arap şehri olduğunu söylerdi. Bu esnada, milliyetçi ders kitabı “Suriye’nin tarihi” konusunda uzun ve detaylı bir izahat sunmayı kendine vazife edinir, sanki Baas kendinden önceki binlerce yıla uzanan tarihi siliyormuşçasına bir önceki yüzyılın 70’lerinden başlayıp bugüne varana dek anlatırdı. Bu kitabın müfredatı, Suriye’nin tüm başarılarını Arapçılıkla, partinin ve liderinin vizyonuyla eşleştiriyordu.

 

Baas ve siyasal İslam arasındaki kanlı çekişmeye rağmen, Baas müfredatı Sünni anlayışı merkeze alarak İslamiyet’i yoğun bir şekilde öğretiyordu. Bu propagandaya rağmen var olan mezhepçi inançları mağlup edemiyordu müfredat. Bir gün, Cebele şehrindeki “sosyalist” okulumuzun altıncı sınıfında, parti grubunun bir üyesi de olan din öğretmeni “Hepiniz Nusayri misiniz? Öyleyse din kitabınızdaki her şeyin doğru olmadığını söyleyeceğim size. Bu inanç yanlış…” demişti bize. Çoğumuz genç Nusayrilerdik. Diğer mezheplerden olan öğrenciler bu esnada hayretle kendisini dinler fakat tartışmaya cüret edemezdi.

 

İkinci dönemki din öğretmenimizse, başörtülü ve peçeli bir Baasçı kadındı. Bize “Eğer ailenizle birlikte porno filmler izleseydiniz ne yaparlardı?” diye sormuştu. O gün kendisine ailemizle böyle filmler izlemeyeceğimizi söyledim. Kahkaha attı ve “Allah’a şükür, görünüşe göre içinizde iyiler de var” dedi. Nusayri öğrencileri kastediyordu.

 

Daha sonraları beni kenara çekerek namaz kılmayı öğreten bir kitap verip “eğer bu kitapta yazan şeyleri uygulamazsan, kıyamet gününde beynin kaynayana kadar kızgın kömürlerin üstünde duracaksın” dedi. Bu olayın ardından namaz kılmaya, oruç tutmaya hatta evde kapılardan girip çıkarken durup dualar okumaya başladım. Bu duaları odamın kapısındayken bir kere, banyo kapısının önündeyken üç kere okurdum babam bunları fark edene dek. Sonrasında babam kitabı bulana kadar beni haftalarca takip etti. Kitabı yırtarak “Evimde Müslüman Kardeşler istemiyorum” demişti bana. Benim için büyük bir şanstı babamın ateist olması. O gün çok nefret ettim babamdan. Onu bir şeytan olarak gördüm. Kıyamet gününde beyninin kaynadığını bile hayal ettim.

 

Parti toplantısı için okula ve derslere ara verildiği bir güne kadar sürdü bu. O gün toplantının ardından öğretmenler odasına girmiştim. Bana o kitabı veren öğretmeni, bize okuduğumuz dini bilgilerin yanlış olduğunu söyleyen diğer Nusayri öğretmenin kucağında başörtüsü ve peçesi olmadan otururken buldum o an. Ona nasıl sarıldığını ve ellerinin yanağını nasıl okşadığını gördüm. Ben de hepsinin riyakâr olduğunu fark edip babama teşekkür ettim.

“Akıllı Yöneticiler, Aptal Millet”

Lisede, milliyetçilik dersi veren bir öğretmene denk geldim. Bizim aile dostumuzdu ve konuşkan biriydi. Meseleleri abartmaya meyilliydi. Hayalinin bürokrat olmak olduğunu, siyaset bilimi diplomasının siyasete girmeye yetmediğini, yapabildiğinin ancak milliyetçilik öğretmeni olarak atanmak olduğunu söylerdi sürekli.

 

Bir seferinde bize Suriye-Mısır birleşmesinin karşısında duranların hainler ve gizli ajanlar olduklarını söylemişti. Ben de bir sonraki derse daha sonra Suriye’nin devlet başkanı olacak Hafız Esad’ın söz konusu darbeyi yapanlardan biri olduğunu söyleyen tarihi bir belge getirmeye cüret etmiş, kendisine nasıl hain diyebildiğini sormuştum. O an yüzü kıpkırmızı oldu. Bağırmaya ve “ebedi liderin” başarılarını teker teker saymaya başladı. Sonrasında öğrenciler, çıkardığım bu “kışkırtmayla” sıkıcı derse biraz heyecan kattığım için bana teşekkür ettiler. Eve varır varmaz davranışlarımla kendime zarar verdiğimi, beni bu yüzden dövdüğünü aileme söylemeye geldiğini gördüm. Bana “holigan” demiş, “sorunumun çok erken ergenliğe girmek olduğunu ancak şimdi lisede tamamen büyüyüp olgunlaştığımı” söylemişti. Babam sadece güldü. Bu asla unutmayacağım bir gurur kahkahasıydı.

 

Nesiller boyu süren bu skolastik endoktrinasyonun ve sloganların ardından on yıllık savaşa katlanarak büyüdükten sonra Suriye gençliğine egemen hale gelmiş ümitsizliği bulduk. Suriye gençliğini bastırmış yenilgi hissinden, özgüven eksikliğinden, üretkenlik yoksunluğundan, resmi olarak sadece tepedekilerin veya kurucuların başarılarını tanıyan bu ülkede kişisel bir şey başarmanın imkansızlığını hissetmekten daha sinir bozucu değil hiçbir şey. Hele ki iktidarı destekleyen ancak kendi durumlarını ya da şartlarını değiştiremeyen kişiler için. “Akıllı yöneticiler, aptal millet” sözünü yöneticilerin önünde sürekli tekrarlamanın haricinde otoriteyi eleştirmenin fikri bile lügatlarında yok.

 

Bu tip deyimlerin tüm şehirlerde birdenbire belli insanlar tarafından tekrarlandığını ve nasıl bir trend haline geldiğini hep fark ederdik. Tabii bu sosyal medyanın Suriye’ye girişinden önceydi. İlkokuldan başlayarak siyasi özgürlüklerin olmadığı bu ülkede bu tip sloganlar siyasi ve toplumsal meselelerin etrafından dolaşırdı. Sanki tüm Suriye toplumu çocukluğundan beri bu sözler ezberletilmişçesine aynı anda bu sözleri tekrar ederdi. “Allah Suriye’nin koruyucusudur” sözü de Amerika’nın Irak işgalinin ardından tekrar edilmeye başlamıştı diğerleriyle birlikte.

 

Ama bu sözlerin içine en popüleri ve en kötüsü “aptal millet, akıllı yöneticiler” sözüydü. Bu söz, savaştan önce birçok Suriyelinin mantığına hâkim bir anlayışa dönüştü. Yetkililerin çocukları ve destekçileri bu sözü bugün bile hala kullanıyor. Herhangi bir Suriye destekçisi veya Baasçı memleketin içinden geçtiği krizler hakkında tartışırken uygun bir argüman bulamadığında bu sözü “yüzünüze fırlatabilir.”

 

Sorun şu ki, Suriye gençliğinin mağlubiyet hissinden dolayı intihar etmeye başladığı zor günlerde birçok Suriyeli için bu söz bir inanç haline geldi.

 

Baasçı propagandanın televizyonlarda, seminerlerde, konferanslarda, liselerde, üniversitelerde devam ettiği, tüm sivil toplum girişimleri yöneticiler tarafından askıya alındığı ve yöneticilerin başarısızlıklarıyla dalga geçmek de yasaklandığı için bu sözler öyle ya da böyle güçsüzlük hissinin galip geldiği Suriye gençliğinin bilinçaltında bir yer işgal etmeye başladı.

 

Ben şimdilerde, Suriye Baası’nın ve onun siyasi sisteminin Suriyelilerle ilişki kurma biçiminin sömürgeciliğin benimsediği yöntemle aynı olduğuna inanıyorum. Sömürgeciler bizim kendi işlerimizi yönetecek, kendi kaderimizi tayin edecek bir halk olmadığımızı, onların bizim kaderimizi kontrol etmesi gerektiğini düşünür, bizim için bizden korkarlardı. Baas sürekli bu sömürgeci fikirlerle alay etse, kendi müfredatında insanları kendi kaderini tayin etmeye davet etse de burada “insanlardan” kastı bölgesel ve alt seviye idareciler, bunlarla beraber yönetici elitler olmalı. “Akıllı yöneticiler” de bunlar olsa gerek.

 

Şu an dönüştürücü bir siyasi bilinç ummak zor. Beğenin ya da beğenmeyin, Suriye gençliğinin büyük bir kısmı dini, siyasi ve toplumsal olarak Baas Öncüleri’nin bütün müfredatını ve ideolojilerini endoktrinasyonla yuttuğu için hala Baas Öncüleri aşamasında. Bu yüzen öncüler ruhunu onlardan çabucak ayırıp onları eleştirel, siyasi ve toplumsal düşüncelere itmek zor. Bunun için bir kişinin eleştirel düşünceden birlikte yaşamaya, hoşgörüden merhamete kadar tüm değerleri ve ilkeleri yeniden öğrenmesi gerekiyor.

 

Baas’ın otoriter yöntemlerini eleştirmek sanki kendi kişiliklerini ya da sadece onlara ait bir şeyi eleştiriyormuş gibi birçoklarını kişisel olarak etkiliyor. Bu sloganları tekrarladılar ve onlarla birlikte var oldular. Kendi kişiliklerinin bir parçası ya da ailelerinin bir üyesi olana kadar onlarla birlikte büyüdüler.

 

Bir meslektaşım, bir keresinde “İnsan babasına sövebilir mi? Lidere sövülmesini, hakaret edilmesini nasıl kabul edebilirsin?” diye sitem etmişti. Tam ben ona birilerinin babalarına sövdüğünü ve yine de haklı olduklarını söyleyecekken “Eğer istiyorsan anneme söv, ama devlete sövme” deyiverdi.

Bilgilendirme: Bu yazı 2 Haziran 2021 tarihinde Raseef22 websitesinde yayımlanmış, Acta Fabula tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

+ There are no comments

Add yours