ActaFabula
  • Anasayfa
  • Bülten
  • Haber
  • İletişim
ActaFabula
  • Anasayfa
  • Bülten
  • Haber
  • İletişim
Author

Levent Kemal

Levent Kemal

Genel

Göçmenler, Yoksullar ve Azınlıkların Hasadı: Yasadışı Organ Ticareti

by Levent Kemal 4 Eylül 2020
written by Levent Kemal
Göçmenler, Yoksullar ve Azınlıkların Hasadı: Yasadışı Organ Ticareti

Dünya tarihi coğrafi ve ekonomik nedenlerin dışında en büyük göç hareketlerini savaşlar, düşük yoğunluklu çatışmalar, işgaller veya soykırımlar nedeniyle yaşadı. Çoğu zaman düzensiz göçlere neden olan savaş ve ürettiği diğer ortamlar ‘zorunlu göçe’ neden olmuştur. 21. Yüzyılın başından bugüne Orta Doğu bölgesinde yaşanan savaş ve işgal dönemi zorunlu göçün yoğun olarak yaşanmasına neden olmuş; çatışmalar, bombardıman veya yerinden edilmeler nedeniyle aynı ülke içinde göç edenler ile ülke dışına göç etmek zorunda kalanlar pek çok riskle karşı karşıya kalmıştır.

 

Irak’ın işgali sürecinden 2015 yılının sonuna kadar 4.4 milyon Iraklı ülke içinde yahut dışında zorunlu göçmen durumuna düşmüştür. Suriye’deki iç savaş sırasında 5.5 milyon Suriyeli bölge ülkelerinde mülteci konumunda iken 6.1 milyon Suriyeli ülke içinde zorunlu göçe maruz kalmıştır. Myanmar devletini soykırım politikası nedeniyle göç etmek zorunda kalan yaklaşık 912 bin Rohingyalı da Bangladeş sınırını geçerek mülteci durumuna düşmüştür. Çin’in kuzeybatısında Sincan bölgesinde Müslüman Uygur azınlığı kapattığı asimiliasyon kampları ve Pekin yönetiminin uyguladığı uzak çalıştırma uygulaması da Uygur Müslümanlarının pek çoğunun tehlikeli rotalar ile sınır dışına çıkmasına neden olmaktadır. Afrika’da Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki çatışmalar, sahra altı ülkelerdeki ekonomik koşullar ve iç etnik ayrımcılık nedeniyle 15 milyonun üzerinde sivil göçmen durumundadır.

 

Daha da detaylandırılabilecek bu panorama insan kaçakçılığı ve sınır ötesi rüşvet ağları gibi suç uluslararası suç şebekelerinin oluşmasına neden olurken diğer yandan sağlık karaborsasının organ hasadı için de kullanışlı bir ortam sağlamaktadır.

 

Sağlık sektöründeki bağışçı-donör ile organ ihtiyacı arasındaki yüksek fark dünyanın pek çok bölgesinde tıp sektörünün başlıca sorunlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yasal zeminlerde organ bağışı listelerine adını yazdıran her 10 kişiden 8’i organ beklerken hayatını kaybetmekte ve ortalama her 10 dakikada bir kişi organ bekleme listesini adını yazdırmaktadır. Dünya çapında en az 6 milyon insanın organ yetmezliği nedeniyle organ beklediği tahmin edilmektedir. Yaşanan bu sıkıntı kendisini en çok böbrek, kalp, karaciğer ve ince bağırsak organlarında göstermektedir. Covid-19 salgını ile yaşanan sağlık krizi organ konusundaki yetersizliği derinleştirmiştir.

 

Ne var ki insan kaçakçılığı ve bu yasadışı faaliyetin ürettiği organ kaçakçılığı yahut hasadı covid-19 salgınından önce bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. 2014 yılında dünya üzerinde yaklaşık 120 bin organ nakli yapılmış ve bunların %10’unun yasadışı olarak gerçekleştiği kayda geçmiştir.

 

Göç yolları ve organ ağları iç içe

Yıllık ortalama 1 buçuk milyar dolara yaklaşan yasadışı organ hasadı sektörünün beslendiği temel etkiler maddi çaresizlik, yabancı toplumda tutunmak için kazanç ile şekillenirken bu yola başvuran ‘bağışçıların’ çoğu göçmenlerden, ötekileştirilmiş etnik – dini – siyasi gruplardan oluşmaktadır.

 

Yasadışı göçmenlikle iç içe olan zorla çalıştırma, köleleştirme ve seks ticareti alanlarına kıyasla daha düşük bir gelire sahip olan yasadışı organ ticareti faaliyeti göç veren ülkeler, çatışma alanları yahut bunlara komşu sığınma alanlarında gerçekleştirilmektedir. Göç dışı organ hasadı faaliyetleri ise, özellikle Çin örneğinde olduğu gibi kapatılma ya da yeniden iskân adı altında uzaklaştırma uygulamaları ile iç içedir.

 

Göç merkezlerinin, hali ile çatışma alanlarının yasadışı organ faaliyetleri için hasat sahasına haline gelişine Orta Doğu’daki örneklerden biri de Irak’tır. Toplumunun en az 11 milyonluk kesiminin şiddetli yoksulluk altında yaşadığı Irak düşük gelir nedeniyle organ hasadının yüksek olduğu ülkelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Böbrek satışının yasadışı organ sağlayıcılara kolayca ulaşılabildiği Irak’taki fiyatı 2019 yılında 6 ila 15 bin dolar arasında idi. Daha önceki senelerde ise böbrek için karaborsa en yüksek fiyatlandırma 10 bin dolardı. David Matas ile David Kilgour’un Çin merkezli organ ticaretini kaleme aldığı Kanlı Hasat kitabında ise böbrek fiyatı 62 bin dolar olarak belirtilmiştir.

 

2019 yılının Aralık ayında Facebook sayfasına koyduğu ilan ile kanını ve böbreğini satmak isteyen Hamid kod adı verilmiş Iraklı ise 10 bin ila 25 bin dolar arasında teklifler aldığını ifade etmiştir. Hamid, annesinin kanser ilacını alabilmek için böyle bir yola başvurduğunu ifade etmiştir. Böbreğini yine Bağdat’ta satan Hamid ile alıcı arasındaki transfer operasyonun Irak’ın kuzeyinde KBY’ne bağlı Duhok’ta gerçekleşeceği de haberlere yansımıştır.

 

Iraklılar gibi on yılı aşkın süredir iç savaş yaşayan Suriyeliler de yaşam koşulları, savaş ve zorunlu göçün getirdiği maddi yetersizlikleri aşmak için organlarını satışa çıkarıyor. Suriye’deki savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen Ebu Abdullah kod adını kullanan Suriyeli maddi yetersizliklerini aşmak için organlarını Facebook üzerinden satışa sunduğunda birkaç organ tüccarından böbrekleri için 10 bin dolarlık teklifler aldığını ifade etmiştir. Teklif edilen miktar Ebu Abdullah’ın yaklaşık 30 aylık maaşına denk gelmektedir.

 

Suriyelilerin mülteci olarak konumları düzenli ve kabul edilmiş olanlar ile düzensiz olarak adlandırılan ve yasadışı yollarlar komşu ülkelere geçenler şeklinde iki kategoriye ayrılıyor. Lübnan’da Suriyeli düzensiz göçmenlerin arasında organ avcılığı yapan Ebu Cafer medyaya verdiği röportajında yasadışı olarak gelenlerin hayatta kalabilmek için organlarını satmaktan başka çaresi olmadığını söylüyor. Cafer’e göre Suriye’de evinde otururken bir bomba ile ölecek insanların organlarını satması onlar için bir ödül niteliğinde.

 

Arap Baharı’nın en şiddetli halini yaşayan Suriye ve Irak’ın organ ticareti-hasadı dosyası savaş, işgal, kamu düzeninin olmaması, göçmenlikten iyi bir yaşama kavuşma gibi tetikleyicilerin yanı sıra terör örgütleri üzerinden de ortaklaşıyor. IŞİD’in sağlık bakanı olarak atadığına inanılan İsam Ebuanza adındaki İngiliz pasaportlu doktorun Suriye’de terör örgütü şemsiyesi altında örgüt üyeleri ve hastaların organlarını alarak ‘Kırmızı Market’ denilen yasadışı organ borsasında sattığı görgü tanıkları tarafından iddia edildi.

 

Musul’da keşfedilen terör örgütüne ait komplekslerde de çok sayıda organları alınmış örgüt üyesi ve sivilin cesetlerinin bulunduğu iddia edildi. Benzer şekilde Türkiye’de 2005 yılında milyon kişi başına düşen bağışçı sayısı 10.5 iken bu sayının 2015 yılında 45.4 çıkmasının Suriyeli mültecilerin yoğunluğu ile örtüştüğünü gösteren çalışmalar yayınlandı. Bu çalışmaların yanı sıra Türkiye’den Avrupa’ya gidebilmek için organlarını satışa çıkaran Suriyeli göçmenlerin haberleri de medyada yer almıştır.

Muhaliflerin ve azınlıkların organlarını hasat eden ülke: Çin

İnsan hakları avukatı David Matas ile Kanada’nın eski Asya-Pasifik diplomati David Kilgour’un 2006 yılında başlayan soruşturması ile ortaya çıkan dehşet verici bir olay organ kaçakçılığı-hasadının sadece göçmenler ve düşük gelirli kesimler üzerinden gerçekleşmediğini ortaya çıkardı.

 

Çin’in Falun Gong üyelerini tutukladıktan sonra organlarını alıp karaborsa şekilde piyasaya sunduğunu ortaya çıkaran Matas ve Kilgour’un araştırması o dönem için Çin devletinin kayda geçirdiği 10 bin organ nakli sayısının gerçekte 6 kat, 60 bin civarında, olduğunu gösterdi.

 

Çin’in geleneksel inanç sistemlerinin bir karması olarak şekillenen Falun Gong, bir zihin-beden terbiye sistemi olarak 1990’larda Çin’de yayılmaya başladı. ‘90’ların sonuna gelindiğinde yaklaşık 70 milyon üyesi ile açık alanlarda Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) iddiasına göre “kökeni batıl ve mistik” olan Falun Gong uygulayıcıları Komünist Parti üye sayısını neredeyse geride bırakmıştı. Falun Gong üyeleri ise ÇKP’nin kendilerine üç nedenle saldırdığını ifade etti: Komünist liderlerin insanların kalplerinin ve zihinlerinin kontrolünü kaybetme korkusu, Falun Gong’un yol gösterici geleneksel ilkeleri ile Kültür Devrimi sırasında Çin halkına dayattığı komünist ideolojiye karşı duruşu ve bazı komünist yetkililerin Falun Gong’u kolay bir hedef olarak görüp siyasi bir sağlamlaştırma için seçmesi.

 

ÇKP ile Falun Gong uygulayıcıları arasındaki gerilim Falun Gong yapanların tutuklanması ve çeşitli askeri hapishanelere götürülmesine neden oldu. ÇKP bir gecede yaklaşık 830 bin sivilin tutuklanmasına karar verdi. Matas ve Kilgour’un araştırmasının sonuçları Çin devletinin hapishanelerde Falun Gong mahkumlarını organlarını almak için infaz ettiğini ve hasadı ‘kırmızı markete’ sunduğunu ortaya çıkardı. Matas ve Kilgour’un araştırması 2006-2007 arasında gerçekleşti ve Kanlı Hasad adını taşıyan rapor 31 Ocak 2007’de yayınlandı. Çin eski sağlık bakanlarından Huang Jeifu da 2014 yılından önce infaz edilen mahkumların organlarının organ ihtiyacını karşılamakta kullanıldığını söyledi.

 

Çin’deki organ hasadı Falun Gong ile bitmedi. ÇKP’ne bağlı askeri hapishanelere getirilen ÇKP muhalifi sivillerin organlarının hasadına devam etti. 2019 yılında George takma ismi ile medyaya konuşan Çinli bir doktor ülkenin batısındaki Shenyang’ta bulunan ve Çin’in en büyük askeri hastanesine getirilen mahkumların öldürülerek organlarının alındığını ve pazara sunulduğunu iddia etti.

 

Matas ve Kilgour zamanında, 2006-2007’de, resmi 10 bin olan organ naklinin yasadışı oranı 60 bin civarında iken askeri hastane doktorunun konuştuğu 2019 yılında yasadışı nakillerle beraber Çin’deki organ nakli sayısı 100 bine yaklaştı. 1999 yılından sonra fiyatlar sürekli yükseldi. 2005 yılında Çin’den böbrek almak isteyen yabancılar için fiyat 350 bin dolardı. 2007 yılında iç piyasada 62 bin dolar olan böbrek fiyatı ise 2019 yılında 130 bin dolara yükseldi.

Çin Organ Hasat Merkezleri

Çin Organ Hasat Merkezleri

Çin’deki inanç mahkumlarından zorla organ hasadı soruşturan Çin Mahkemesi BM ile yaptığı çeşitli toplantılarda Çin hükümeti ve ÇKP’nin Falun Gong mahkumlarının yanı sıra on binlerce Uygur Türkü mahkumun bedenlerinden organlarını aldığını belirtti. Mahkeme sunduğu karar metinlerinde kendilerine sunulan kanıtlara dayanarak Çin hükümetinin Uygurlardan kan, DNA ve doku örneklerini organ hasadı maksadıyla topladığını vurguladı. Çin’in bu amaçla 19 milyona yakın Uygur Türkü’nden örnek topladığı İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından raporlandı. Çin hükümeti adına Türkistan bölgesi başkenti Urumçi’de Uygur organlarını hasat eden Dr. Enver Tohti’nin ifadesi de Mahkemenin kanıtları arasında yer aldı. Yaklaşık 10 aydır dünyada tarihin en riskli pandemilerinden birine neden olan korona virüsünün ilk görüldüğü yer olan Wuhan Çin’in organ hasat ettiği merkezlere ev sahipliği yapıyor.

 

Çoğunlukla özel sektörde servet peşindeki doktorlar ve özel hastanelerin karıştığı organ ticareti-hasadı işlemi Çin’deki yahut geçmişte IŞİD kontrolündeki bölgelerde olduğu gibi devlet veya örgütler eli ile askeri tesis ya da kapatma kurumlarında da gerçekleşebiliyor. Özellikle totaliter-kapalı toplumlarda mahkumların organlarının hasadı dikkat çekerken göçmenlerin sosyal medya ile ulaştığı organ tacirleri operasyonlar için çeşitli paravan sağlık hizmeti dernekleri veya özel hastaneleri tercih ediyor.

 

Organ ticareti-hasadı özellikle savaşlardan kaçan ve ekonomik nedenlerle yasadışı göç eden kesimler ile ekonomik olarak kötü durumdakiler ve ötekileştirilmiş gruplar gibi korunmasız toplulukları hedef alıyor. Organ ticareti diğer yandan küresel alternatif para transfer araçları üzerinden elde ettiği parayı hızlı bir şekilde aklayabiliyor. Bu durum ise tacirler, hasatçı devlet yahut örgütlerin bu faaliyetlerine devam etmesini kolaylaştırıyor.

4 Eylül 2020 0 Yorum
1 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Halep Ekseninde Kısa Suriye Siyasi Tarihi

by Levent Kemal 23 Ağustos 2020
written by Levent Kemal
Halep Ekseninde Kısa Suriye Siyasi Tarihi

Suriye’de devrim iddiası ile yola çıkan kitleler ile rejim arasındaki mücadele iç savaşa dönüştüğünde Halep halen bir ticaret kenti olma özelliğini korumaya çalışıyordu. Halep’in devrime geç katılmasında kuşkusuz Halep’in jeopolitik ve sosyolojik durumu etkiliydi. Kent ticari bir geçiş noktası olması sayesinde yüksek refahı ile dikkat çekiyordu. Böyle bir kentin Suriye’de gösterilerin çatışmalara dönüştüğü evrede sessiz kalışı çok dikkat çekmemişti.  Ancak tarafların gözü her zaman Halep üzerindeydi.

 

Halep mali refahının saltanatını ülkedeki karışıklıklara rağmen sürdürmeyi 2014’ün ortalarına kadar denedi. Bu durum aslında hem Suriye’nin geçirdiği siyasi evrelerin hem de Halep’in doğasının sonucuydu.

 

Devrimci kalkışma ve ardından gelen çatışma sürecine oldukça geç katılan Halep, Watenpaugh ve bölge ile ilgili modern döneme geçişi araştıran pek çok yazarın dikkat çekiği gibi, birden çok ticari yolun yanı sıra birçok etnik grubun da kesişme noktasıydı. Bu açıdan kent çok sesli bir yapıya sahipti.1 Keith Watenpaugh, Cleansing the Cosmopolitan City: Historicism Journalism and the Arab Nation in the Post- Ottoman Eastern Mediterranean, Social History, Vol. 30, No. 1, Osmanlı’nın Suriye’den çekilmesinin ardından çok farklı politik akımlara maruz kalan Şam gibi Halep’te de siyaset parçaların ittifakı idi.2 Konuyu daha yakından incelemek için: James Gelvin, Divided Loyalties: Nationalism and Mass Politics in Syria at the Close of Empire, Berkeley: University of California Press. 1998 Osmanlı’nın ardından Halep; ulus bilinci, Arap devrimi ve birlikten daha çok hayatta kalmanın yollarını arıyordu.3 Bu konuda araştırmacı Sluglett, Fransa, Suriye ve Lübnan adlı kitabının “Will the Real Nationalists Stand Up?” bölümünde Halep’in Osmanlı sonrasındaki karmaşada bir ulus bilincinden çok özerklik çabası ile yetindiğini ifade eder. Peter Sluglett, Will the real nationalists stand up? the political activities of the notables of Aleppo, 1918-1946  

 

Pek çok bölge bağımsızlık akımlarını şiar edinip mücadele ederken Halep kısa süreli Şerif Hüseyin hakimiyetinde bile kendi çatışmalarını yaşamıştı. Fransız işgali tehdidi bile Halep’i tek bir çatı altında birleştirememişti. Eski bir İttihat ve Terakki bürokratı ve aynı zamanda Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın topladığı Büyük Suriye Kongresi üyesi olan İbrahim Hananu4 Mehmet Akif Okur, Emperyalizmin Ortadoğu Tecrübesinden Bir Kesit: Suriye’de Fransız Mandası, Bilig, Kış / 2009, sayı 48; Joel Veldkamp, The 1926 Elections in Aleppo: A Moment of Crystallization ile Faysal arasındaki ittifak içinde dahi çekişme yaşanmıştı.5 James Gelvin, Divided Loyalties: Nationalism and Mass Politics in Syria at the Close of Empire, Berkeley: University of California Press. 1998

 

Fransız manda yönetiminden önceki süreçte, Osmanlı tasnifine göre, Halep’in gayri Müslimleri bölgeyi domine eden İngilizler ile sahil bölgelerinde konuşlu Fransızlar arasında git-gel yaşıyordu. Avrupa ile olan ilişkileri sayesinde gayri Müslim Araplar ve diğer etnik gruplar milliyetçiliği bölgeye taşıyor6 Joel Veldkamp, The 1926 Elections in Aleppo: A Moment of Crystallization fakat Arap nüfusun genelinde güçlü bir temele sahip olan İslam’ın etkisinden çekiniyorlardı.7 Bu konuda Watenpaugh ‘un Fransız manda yönetimi altına giren Halep’te manda yönetiminin ilk Cuma namazından 1924’te Türkiye’de hilafetin kaldırılmasına kadar hutbelerin hilafet ve Osmanlı sultanları adına verildiği notu fikir vericidir. Aktaran: Veldkamp, a.g.m Bu kampların birbiri ile olan geçişken ilişkisi ise Halep’in politik tercihlerindeki kaygan zemini açıklıyordu. Bu konuda 1911 yılında İngiliz konsolosu Gerard Lowther’in yazdığı rapor bu zemini tasvir etmektedir. Lowther raporunda, “Ne üzücü ki Halep iki kampa bölünmüş durumda, bir yanda Müslüman toprak sahipleri ve eşraf diğer tarafta Müslüman işçiler, devlet görevlileri ve Hristiyanlar,”8 Keith David Watenpaugh, Being Modern in the Middle East: Revolution, Nationalism, Colonialism, and the Arab Middle Class, s.106, Princeton University Press, 2012 ifadelerini kullanmıştır. Bu kamplaşmaya neden olan muhtemelen Arap milliyetçiliğinin bağımsızlıkçı anlayışından etkilenseler de Osmanlı’nın geliştirdiği kent ve taşra ilişkisini kuran toprak sahibi ve tüccar merkezli yapının hedeflenen Osmanlı sonrası rejim tercihlerinden memnuniyetsizliği idi.

 

Fransız mandası sırasında kendi içinde kamplara bölünmüş Arap milliyetçiliğinin anti-monarşist duruşu hala Osmanlı sultanlarının hilafeti adına hutbe okuyan Halep’i mevcut karmaşa içinde çok ayrı bir yere koyuyordu. Fransızlar ise tüm bunların farkında Arap milliyetçiliğini parçalamak için fraksiyonları9 Arap milliyetçiliğinin doğuşu ile eş zamanlı gerçekleşen Osmanlı’nın çöküşü Suriye bölgesindeki etnik grupların milliyetçilik fikrine ihtiyatlı yaklaşmalarına neden oluyordu. Bu bir fikir çevresinde toplanan farklı grupların çözüm ve amaçlarını, milliyetçilik fikrine bakış açılarındaki farkları doğuruyordu. Bunlardan en belirgin olanı yine Halep’te Khoury’nin aktardığı durumdur. Halep’te erken Arap milliyetçiliği döneminde bazı ileri gelenler fikri ve Arap devrimini desteklerken çok ileri gitmemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu düşüncenin arkasında ise milliyetçilik fikrinin İslam Birliği fikrini zedelediği, İslam birliğini kırdığı tezi yatıyordu. Aktaran: Khoury, a.g.e., s.104 19 numaralı dipnot ve var olan etnik – mezhepsel ayrışmaları derinleştiriyorlardı.10 Okur, a.g.e

 

Sömürge yönetiminin Lübnan’da Marunilere inşa ettiği devlet Arap milliyetçilerinin dayandığı ‘Büyük Suriye’ idealini baltalayıp milliyetçiler arasında dini ayrılıkları gündeme taşıyordu.11 Daniel Pipes, Greater Syria: the history of an ambition, s.62, Oxford University Press, 1990 Bu ayrılık Halep’te halihazırda yaşanan kamplaşmada da kendisine yer buluyordu.

 

Müslüman toprak sahibi ve eşraf büyük bir kitle olan Müslüman işçi sınıfından taraftar toplayabiliyordu ama bu gücü Fransız yanlısı politik tercihlerini konsolide etmekte kullandığı için önderlik rolünü yitiriyordu. Diğer taraftan Hristiyan Araplar da Hananu Devrimi sırasında Fransa ve İngiltere’ye koruyuculuk talebinde12 Veldkamp, a.g.m., s.8 bulundukları için inandırıcılıklarını yitirmişti ve Müslüman elitlerle giriştikleri iktidar mücadelesi Halep’te bağımsızlıkçı akımı güçsüzleştiriyordu. Hristiyan Araplar, kendilerine yönelen Avrupa merkezlilik eleştirisine karşılık Arap bağımsızlık hareketi öncüsü olarak kabul edilen Kral Faysal’ın aldığı İngiliz desteğini ileri sürüyorlardı. Khoury bu konuda Hristiyan Arap milliyetçilerinin Avrupa birikimine olan düşkünlükleri nedeniyle Müslümanlarla bölünmeyi körükleyen bir tavra sahip olduklarını söyler.13 Philip Khoury, Syria and The French mandate: The Politics of Arab Nationalism 1920 – 1945, s. 28, Princeton University Press, 1987

 

Bu olgu Halep açısından daha gözle görülür bir durumdu. Osmanlı’ya karşı hızla yükselen Arap milliyetçiliğinin çöküşündeki etnik-mezhep ayrım kendisini Fransız işgalinin ilk anlarında ve sonraki tüm süreçlerde hissettirdi.14 Fransız güçleri Halep’e girmeden hemen önce Faysal döneminde ittifak halinde bir araya gelmiş olan Arap milliyetçilerinin kurduğu Ulusal Savunma komitesinin yöneticileri kentten ayrılmış ve kent savunmasını Bab El Neyrab’ tan kent içine giren üç bin kadar aşiret savaşçısı ile kentin surları dışında Fransızlarla savaşmayı bekleyen Ankara hükümeti destekli İbrahim Hananu ‘ya bırakmışlardır. Bazı araştırmacılara göre komitenin kenti terk eden üyelerini çoğunluğu İngiliz destekli milliyetçilerdir. Daha detaylı bilgiler için bkz: James L. Gelvin, Divided Loyalties: Nationalism and Mass Politics in Syria at the Close of Empire, University of California Press, 1999

Fransız güçleri Halep’e girmeden hemen önce Faysal döneminde ittifak halinde bir araya gelmiş olan Arap milliyetçilerinin kurduğu Ulusal Savunma komitesinin yöneticileri kentten ayrılmış ve kent savunmasını Bab El Neyrab’ tan kent içine giren üç bin kadar aşiret savaşçısı ile kentin surları dışında Fransızlarla savaşmayı bekleyen Ankara hükümeti destekli İbrahim Hananu ‘ya bırakmışlardır. Bazı araştırmacılara göre komitenin kenti terk eden üyelerini çoğunluğu İngiliz destekli milliyetçilerdir.15 Daha detaylı bilgiler için bkz: James L. Gelvin, Divided Loyalties: Nationalism and Mass Politics in Syria at the Close of Empire, University of California Press, 1999

 

Fransız işgali sırasında Şam’dan iki gün önce çatışmasız şekilde Fransızlara teslim olan Halep’in16 Khoury, a.g.e., s.98 siyasi sosyolojisi manda yönetimi sırasında da değişmemiş, Fransızların Osmanlı’dan devşirdikleri kentten kırsala yönelen iktidar ve ekonomi anlayışı17 Gelvin, a.g.e., s.51 sayesinde Müslüman toprak sahipleri, tüccarlar, bürokratlar ve Hristiyanlar arasında yerel iktidar için çekişmeli ittifaklar sürmüştü.18 Khoury, a.g.e., s.99 Şam ile Halep arasındaki ilişki de benzer şekilde idi.

 

Fransız manda yönetimi altındaki Halep, Şam ile çekişmesine devam ediyor, Şam’ın milliyetçileri ile Halep milliyetçileri arasındaki farklar bir iç savaş şeklinde tezahür ediyordu. Fransız işgalinin ilk evresinde direnişsiz teslim olan Halep, daha sonraki süreçte Kahire, Filistin ve Lübnan’dan kendi liderlerini çıkaran Şam karşısında giderek güç kaybediyordu.

 

Şam merkezli Ulusal Hareket Birliği ile Halep’in siyasi aracı Hananu merkezli Vatan Kitlesi arasındaki gerilimler ‘devrim’ ve ‘bağımsızlık’ mücadelesini çok zaman Fransızlarla uzlaşmacı tercihlere zorluyordu. Halep’in siyaseten düşüşü ile Vatan Kitlesi de Şam’ın eline geçti. 21 Kasım 1935’te İbrahim Hananu’nun vefatı ile Halep milliyetçiliği gücünü iyice kaybetmiş19 Khoury, a.g.e., s.457 – 460 ancak kendi içinde çekişmelerini bitirmiş değildi.

 

Osmanlı’dan kopuşun hemen ertesinde Şerif Hüseyin’in bölgeye girişi Arap milliyetçileri arasında ekol farklılıklarının yanı sıra Halep bağımsızlık mücadelesine destek olan ülkeler konusunda da tartışmalara sahne olmuştu. Halep’in Müslüman ve Sünni toprak sahipleri ve tüccarları bir yandan İslam vurgusu yaparken diğer yandan toprak ve ticaret tekellerinden gelen güçlerini kaybetmek istemiyorlardı. Milliyetçilik fikrini Avrupa’dan taşıyan Hristiyan azınlıklar ve az sayıdaki seküler Arap ise İngiliz destekli de olsa Şerif Hüseyin hareketinin İslami karakterinden rahatsızlık duyuyordu. Sünni elitlerin sürüklediği Arap milliyetçiliği Halep’te Osmanlı’da yetişmiş İttihat ve Terakki üyeleri üzerinden Türk – İslam sentezinin etkisine açık halde idi. Böylece Halep’te Fransa, İngiltere ve genç Türkiye’nin arasında savrulan çok parçalı bir milliyetçilik doğdu. Gerek sosyolojik içeriği gerek bir ticaret kavşağı olması nedeniyle çevresel etkilere açık haldeki Halep, Fransız işgali döneminde hem sömürge komiseri ve Şam hem de kendi içinde çatışmalar yaşıyordu.

 

Ülke genelinde Vatan Kitlesi tarafından ilan edilen genel grev sonucu Fransızların verdikleri tavizler 1936’da Paris müzakerelerine neden olurken Suriye delegasyonunda Halep’ten Sadullah Cabiri dışında sadece iki Avrupa eğitimli Ortodoks Hristiyan vardı.20 Paris müzakerelerine katılanlar Haşim El Atasi, Cemil Merdam, Sadullah Cabiri, Fans Hun, Amir Mustafa Şibabi, Edmond Humsi, Edmond Rabbath, Naim Antaki ve Suriye Komünist Parti lideri Halid Bektaş idi. Aktaran: Khoury, a.g.e., s.464 Kuşkusuz bu durumda, Halep’in Fransızlar tarafından işgali ile Türkiye ile koparılan siyasi ilişkisi21 Khoury, a.g.e., s.111 ve Anadolu’dan Halep’e gelen yoğun gayrimüslim akını da etkiliydi.22 Sluglett, a.g.e., s.22 Eski direnişin aktif aktörleri Ankara tarafından destekleniyordu ancak Halep işgali sonrasında sınırlar Fransızların kontrolüne geçmişti. Sonuç olarak Halep’in bağımsızlık temalı siyasi çevrelerinin kendi içindeki mücadeleleri Fransız işgaline ve Şam’ın daha seküler etkisinin Halep’i de yutarak yükselmesine neden oldu.

 

Halep’in siyasi etkisini kaybetmesinde Müslüman ve Hristiyan milliyetçi elitlerin rekabetinin etkisinin yanında Fransa eliyle Suriye’de yükseltilen etnik-mezhep temsile dayalı otonomiler de etkili idi. Fransızlar birleşik bir milliyetçi kalkışmanın önüne geçmek için ülkenin güneyindeki Durzilere, kuzeybatısında sahil şeridi ve dağlarına yayılan Nusayrilere yönetim idaresi sağladı.23 Daniel Pipes, The Alawi Capture of Power in Syria, Middle Eastern Studies, Vol. 25, No. 4, 1989, pp. 429-450 Fransızların bu mezhep temelli kapalı topluluğu askeri eğitimlere alarak ordu içinde güçlenmelerini sağlaması Sünni elitlerin ise orduyu bir iktidar aracı olarak görmemesi24 Pipes, a.g.m siyasi olarak Şam’a teslim olan Halep’in Nusayrilerin yükselişi ile bir kez daha etkisini yitirmesine neden oldu.

 

Fransız sömürge idaresinin Arap milliyetçiliğinin klik farklarını kullanarak bağımsızlıkçı girişimleri engelleme stratejisi daha sonraki yıllarda ülkedeki yönetimin mezhep merkezli askeri bir elitin ele geçirmesine neden olacak ve Halep sadece Sünnilerin ticaret yapabildikleri bir kent haline gelecekti.

 

İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Suriye’de yaşanan ekonomik kriz büyümüş, savaş nedeniyle Fransızların olağanüstü hâl yasalarına dayanarak uyguladıkları baskı Suriyelileri oldukça bunalmıştı.25 Khoury, a.g.e., s.585; Michael Provence, Liberal Colonialism and martial law in French mandate Syria, Ed. Liberal Tought in the Eastern Mediterranean Late 19th Century until the 1960s, s.53 – 74, Boston, 2008 Türkiye ile ticari ilişkileri Fransız işgali ile kesilen, sonraki dönemde de iç karışıklıkları ile baş başa kalan Halep, ülke geneline yayılan Vatan Kitlesi içinde Şam merkezli siyasi kişiliklerin ön plana çıkışı ile kaybolmuştu. Fransız sömürge yüksek komiserliği gözetimindeki hükümetler içinde yer alan Halepli milliyetçiler olsa da Halep siyasal olarak kendi çelişkileri ile sessizliğe bürünmüştü.

 

Bağımsızlık öncesi dönem ele alındığında Halep ne Arap bağımsızlık hareketini ne Türkiye destekli isyanı ne de İslami birliği savunanlar tarafından güçlü ve tek bir potada toplanmayı sağlayabilmişti. Aktörleri ve gündemi hızla değişen siyasi bir ortamda yükseltmeyi başardığı siyasi araçlarını koruyamamış haldeydi. Nisan 1946’da Suriye bağımsızlığını kazandığında Halep Fransız sömürgesini çatışmasız kabul etmenin utancını halen taşıyan, siyasi çekişmeler ve dini çatışmalara sahne olmuş, kent ve kır demografisi Fransızlara karşı savaş, Anadolu’dan aldığı göçler ve Fransız politikaları sonucu değişmiş bir halde eski etkisinden yoksun bir kentti.26 Philip S. Khoury, Urban notables and Arab Nationalism
The politics of Damascus 1860-1920, Cambridge University Press, 1983. Khoury bu eserinde genel olarak Şam merkezli bir çalışmayı tercih eder ve eserin girişinde bunun nedenlerini ortaya koyar. Genel manada bakıldığında da Vatan Kitlesi ve ardından gelen parçalanma Halep’i Suriye siyasetindeki belirleyici rolden uzaklaştırmıştır. Bu durumda en etkili faktörün bağımsızlık düşüncesinin Şam’da uyanması ve liderliği Şam’ın üstlenmesi olduğunu vurgular.

BAAS’IN YÜKSELİŞİ VE HAFIZ ESED DÖNEMİNDE HALEP

Birinci Dünya Savaşı ardından gelen ekonomik ve siyasal çalkantılar bitmeden kısa bir bağımsızlık dönemi yaşayan Suriye’nin Fransızlar tarafından işgali sorunları derinleştirmişti. Toplumsal sorunların yanında bağımsız yerleşik bir düzenin kurulamadığını düşünen Arap milliyetçileri arasındaki sorunlar da sürüyordu.

 

İstikrarsız manda döneminin ardından siyasal araçları gelişmemiş bağımsız Suriye siyasetinde Osmanlı ve Fransızlar tarafından kontrol aygıtına dönüşmüş etnik ve dini ayrılıkların yansımaları devam ediyordu. Manda döneminin Şamlı elit kesimini temsil eden Şükrü Kuvvetli, Cemil Merdam ve Faris Huri gibi isimler Vatan Kitlesi’nden kopmuş ve Ulusal Parti’yi kurmuşlardı. Şam elitlerinin karşısında Halepli elitleri temsil eden siyasetçiler Halk Partisi’ni kurmuş, Şam ve Halep arasındaki siyasi çekişme iyiden iyiye açığa çıkmıştı.27 Derek Hopwood, Syria 1945 – 1986 Politics and Society, s. 31, Allen & Ulvin, London, 1988

 

Bağımsızlığın ardından Suriye’de Arap milliyetçiliği, sınıfsal çelişkilerine rağmen güçlendi. Ne var ki, ülke genelindeki kimlik bunalımı Fransa’nın uyguladığı alt kimlikleri çatıştırma politikası nedeni ile sürüyordu.28 Nuri Salık, Suriye’de Hafız Esed rejiminin ortaya çıkışı üzerine bir değerlendirme, Ortadoğu, Cilt. 7, Sayı 66, s. 6 Bu ortamın su yüzüne çıkmamış gerilimleri BAAS partisi için oldukça verimli bir siyasal sahaya işaret ediyordu.

 

Bağımsızlık öncesi dönemde genel olarak Arap birliğini savunan bir bağımsızlık hareketi görünümündeki BAAS’ın öncüleri Ortodoks Hristiyan kökenli Mişel Eflak ve Şamlı Sünni bir aileden gelen Salah Bitar idi.29 Nuri Salık, “Modern Suriye’de Toplum ve Siyaset: 1946 – 2000”, s.35, Ed. Bağımsızlıktan Arap Baharı’na Suriye İç ve Dış Politika, Salık & Okur, Nobel, 2016 1939’da görünür bir hareket30 Hopwood, a.g.e., s.86 haline gelen ve 1943’te partileşen31 Salık, a.g.e., s.36 örgüt bağımsızlığın ertesinde ilk kongresini gerçekleştirerek resmi olarak siyaset sahnesine çıktı.

 

Şerif Hüseyin hareketinin Arap coğrafyasına en büyük katkısı, genellikle Hristiyan Araplarla beraber, milliyetçilik düşüncesinin temelinde Arap birliği fikrini yayması oldu. Bu fikir etkisinde bağımsızlık mücadelesi veren birçok Arap siyasal hareketi İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hedefine ulaştı. Fakat, Şerif Hüseyin ve Avrupa’dan etkilenen entelektüel kesimin yaydığı bu düşünce dünya savaşının ardından Mısır merkezli şekilde domine edildi. 1948 yılında genç Suriye devleti, İsrail’e karşı Mısır ve Ürdün’ün desteği ile giriştiği savaşta, müttefikleri gibi, ağır bir yenilgi aldı. Bu yenilgi Arap müttefiklerinden Suriye ve Mısır’da köklü değişimleri tetikledi.

 

Yenilginin ardından Mısırlı askerler Özgür Subaylar hareketini, Suriyeli genç askerler de ülkenin onuru ve bağımsızlığın korunması için kendilerine eski siyasileri devre dışı bırakmaya yönelik örgütlenmeleri oluşturdular. İki grup da yenilginin mevcut politikacılardan kaynaklandığı düşünüyordu. Oysa savaş askerlerin işiydi.

 

Değişim düşüncesi, manda yönetimi altında politik hale gelen ve İsrail’e yenilginin ardından polarize olan Suriye askeri sınıfını harekete geçirdi. 1949 yılının mart ayında Suriye genelkurmay başkanı Hüsnü Zaim yönetime el koydu.32 Hopwood, a.g.e., s.34; Hüsnü Zaim’in darbesi ortadoğu’daki ilk askeri darbe olarak tarihe geçmiştir, bkz: Salık, a.g.m., s.36

 

Hüsnü Zaim’in darbesi ülkenin Sünni elitler ve kentli nüfus ittifakına karşı azınlıklar ve kırsal nüfusun iktidara yürüyüşünü başlattı. Kentten uzak ve dışa kapalı Suriye Nusayrilerinin Fransız mandası döneminde başlayan askeri akademiye yönelişleri bu durumda kuşkusuz en etkili durumdu.

Mart ayındaki darbe, eski siyasetçilere karşı yükselen yeni ve sosyalizm ile harmanlanmış bir milliyetçiliği temsil ediyordu.33 Amos Perlmutter, ‘The Arab Military Elite’, World Politics, Cilt. 22, 1970, s. 298 İsrail karşısındaki yenilginin dalgaları henüz sona ermemişti. Suriye’de siyaset Sünni elitlerin temsil ettiği ‘burjuvaziyi’ dışlarken, tam olarak gelişmemiş yeni sınıfları içine alan militarist bir şekilde genişliyordu.34 Nabil M. Kaylani, The Rise of the Syrian Ba’th, 1940-1958: Political Success, Party Failure, International Journal of Middle East Studies, Vol. 3, No. 1. Jan., 1972, s.12 Yeni siyasi arenanın aktörleri Milliyetçiler ve Halk Partisi ekseninde bir mücadeleye sahne oluyordu. Siyasetin yeni sınıfı olmaya aday BAAS ise bu mücadeleden sessizce karlı çıkmayı bekliyordu. 1949 ağustos ayında ve ardından 1953 sonunda Edip Çiçekli’nin darbesi ile BAAS’ın istediği ortam oluştu.

 

Arap Yeniden Diriliş Sosyalist Partisi ile eski siyasetçilerin etkilerinin sürdüğü partiler arasındaki rekabet sürerken BAAS ordu içindeki örgütlenmesinin yanı sıra gençlik ve işçiler arasında da hızla yayılıyordu.35 Kaylani, a.g.m., s.16 Çiçekli dönemi, Arap birliği formasyonunda Irak merkezli bir iç çekişme ile geçmiş, bu çekişme sırasında Çiçekli’nin baskıcı siyaseti ordunun siyasallaşma sürecini hızlandırmıştı.36 Salık, a.g.e., s.41 Rejim, siyasi partileri tasfiye ederken kendisini ordu aracılığı ile garantiye almaya çalışıyordu.

 

Çoğu muhalif siyasi aktöre göre bu durum Şam merkezli Sünni elitlerin yönetim anlayışından doğuyordu ve bu düşünce alt sınıflar ve azınlıkları muhalif partiler arasında yönetimden en uzak ama en ideal olan gruplara taşıyordu.

 

1954 seçimlerinde bağımsızlar adı altında etkili şekilde parlamentoya giren BAAS yanlılarının bu sıralardaki merkezi Halep’ti.37 Patrick Seale, The Struggle for Syria: A study in Post-War Arab Politics, 1945-1958, s.134, Yale University Press, 1985 Bu durum esasen BAAS’ın o yıllarda Şam’da halen etkin olan elitlerin siyasi gücünü kıramadığını da gösteriyordu.

 

Tüm bunlar manda yönetimi sırasında ortaya çıkan BAAS içinde de değişimin yaşandığı bir döneme denk düşüyordu. Mişel Eflak ve Salah Bitar’ın kurduğu BAAS, Arap birliğini vazgeçilmez olarak görüyor ve karma bir ekonomik plan sunuyordu. Kuşkusuz şekilde seküler olan BAAS, azınlıklar nezdinde, Fransa’nın siyaseti etnik olarak şekillendirdiği ortamda Sünni elitlerin elindeki diğer milliyetçi temsillerden daha çok ilgi çekmişti. Fransız mandası ve İkinci Dünya Savaşı ile gelen bağımsızlık döneminin ekonomik şartları da BAAS’ın komünistlere tercih edilmesini sağlayan bir süreci betimliyordu. Komünistler, Arap milliyetçiliği ile harmanlanmış İslam’a karşı bir tavır sergilerken Eflak ve Bitar’ın BAAS’ı Hz. Muhammed’i Arap yaşam tarzının temeline oturttuğunu ifade ediyordu.38 Hopwood, a.g.e., s.88

Sınıfsal, dinsel ve geleneksel öğelerden özellikler taşıyan BAAS bünyesine aldığı, çoğu asker kökenli, azınlıklar ile ülke siyasetinin genelinde olduğu gibi, yavaşça dönüşmeye başlamıştı. 1954 seçimlerinde 22 sandalye39 Hopwood, a.g.e., s.36 ile parlamentoya giren BAAS, Eflak ve Bitar’ın savunduğu Arap birliği politikasında büyük bir çaba harcayarak Suriye ile Mısır’ın birleşmesini sağlamıştı.40 Salık, a.g.m., s.7 Ne var ki bu gelişme BAAS’ın değişimini hızlandıran olumsuz bir etkiye neden oldu.

 

Halep’te Batı merkezli kolejlerde, Lazkiye’de Nusayri köylerinde, Hristiyan cemaat mekanları yanı sıra tarım işçisi veya asker kökenli Sünni alt sınıfların cemiyet mekanlarında toplanan genç BAAS üyeleri, Mısır ile birleşme sonrasında Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin başkanı seçilen Nasır’ın uygulamalarına sessiz kalan Eflak ve Bitar’a karşı birleşmişlerdi. Kendilerini bölgeciler olarak tanımlayan ordu mensuplarının etkisindeki muhalif BAAS kadroları partinin her şeye rağmen birliği savunan politikalarına karşı çıkıyorlardı. Bu muhalefet Nasır’ın politikaları ile güçleniyor, kentli BAAS düşüncesine karşılık kırsaldan Nusayri ve Dürzi ağırlıklı bir BAAS doğuyordu.41 Hopwood, a.g.e., s.46

 

1959 yılının sonlarında BAAS içindeki muhalefet ordu mensubu ikinci nesil üyelerin kurduğu bir komite ile somutlaştı. Hafız Esed, Salah Cedid ve Muhammed Umran liderliğinde askeri bir komite kuruldu ve BAAS içinde örgütlenme faaliyetlerini genişletti.42 John F. Devlin, The Baath Party: Rise and Metamorphosis, The American Historical Review, s.1402, Vol. 96, No. 5, Dec., 1991 1961 yılında Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin dağılması ile boşluğa düşen Suriye siyasetindeki dalgalanma Şam merkezli elit siyaset kadar ordu içindeki grupları da etkiledi. Ancak BAAS ve askeri komite bu gruplar arasında değildi ve dalgalanmadan en karlı çıkan gruptu.

 

Şamlı elit siyaset odaklarının arasında yaşanan rekabetin orduya yansımasıyla Sünni subaylar arasındaki itilaflar ve mücadeleler ortaya çıkmıştı. Bu esnada BAAS askeri komitesi Nusayri azınlığı orduda kadrolaştı.43 Salık, a.g.m., s.7 1961 yılından 1963 yılına kadar karmaşa döneminde örgütlenen ve genişleyen BAAS kökenli askeri komite 8 Mart 1963’te bir darbe gerçekleştirdi.44 Devlin, a.g.m.

 

Devlet başkanlığına Sünni kökenli Emin Hafız’ın gelmesine rağmen yönetim, ordunun siyasetteki ağırlığı ve BAAS yandaşı subayların etkisi ile BAAS’ta idi.45 William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, s.442, Agora, 2008 Emin Hafız’ın iktidarı sırasında siyasi arenada uzlaşmalar ve çekişmeler arasında Suriye siyasetinde dalgalanmalar devam etti. BAAS içinde Mişel Eflak ve Salah Bitar’ın temsil ettiği öncü fikirler kırsal kökenli subay kadrolarının partiye taşıdığı etnik ve sınıfsal genç kitlelerin ağırlığı altında giderek zayıflıyordu. Askeri komite, Emin Hafız’ın devlet başkanlığı ve Cedid’in başbakanlığına rağmen devlet içindeki ‘yeni BAAS’ karşıtı tüm kadroları tasfiye ederek yerlerine yeni akımın temsilcilerini getiriyordu.46 Devlin, a.g.m.

Üç sene süren mücadele ve öncü BAAS kadrolarının geri adımları sonunda 1966 yılının Şubat ayında Hafız Esad’ın genç subayları Hafız Emin iktidarına son verdiler.47 Cleveland, a.g.e., s.443 1963 darbesinden sonra orduda oluşan yaklaşık yedi yüz subay açığının BAAS ve özellikle Nusayri kökenlilerin kapattığı ortam48 Daniel Pipes, Suriye’de Azınlık İktidarı, s.6, Middle Eastern Studies, 1989 1966’da Suriye’de dönüşümün derinliği konusunda fikir vericidir.

 

Bu dönemde Halep de Humus ve Hama gibi olup bitenlere karşı Sünni elitlerin ve kitlelerinin tasfiye edilmesi ile siyasi olarak zayıflamış birer aktör olarak Şam’ın yanında eriyordu. Halep siyaset ve temsil ayrıcalığını devrettiği Şam’a karşı eski gücünü kazanmak için BAAS’ın yükseliş döneminde bile harekete geçemeyecek kadar de-politize olmuş durumdaydı.

 

1966 darbesinin ardından sivil görünümlü bir askeri akıl, BAAS askeri komitesi, Suriye yönetimini ele almıştı. Özellikle sahil kesimlerindeki Nusayrilerin etkin olduğu ordu içinde Sünni subaylar ile Nusayri, Dürzi ve İsmaili subaylar arasındaki gerilimler49 Pipes, a.g.m., s.6 yerini BAAS kadrolarının kesin hakimiyetine bırakmıştı.

 

Fransız mandasına karşı mücadele ve bağımsızlık, ardından Birleşik Arap Cumhuriyeti gibi mücadelelere imza atan BAAS’ın kurucu liderleri Mişel Eflak ve Salah Bitar Hafız Esed’in egemenliğindeki yeni BAAS tarafından ihanetle suçlanarak ülkeden kaçmışlardı.50 Devlin, a.g.m.

 

İki Nusayri kökenli liderin gölgesindeki BAAS içinde ise mücadele bitmemişti. Sünni ve seküler milliyetçileri saf dışı bırakırken ittifak eden Salah Cedid ve Hafız Esed arasında politik ayrılıklar baş göstermişti. İsrail ile yapılan ve Suriye hava kuvvetlerinin tamamen imha edilmesine neden olan savaş ikili arasındaki ilişkiyi son noktaya getirmişti. 1966 darbesi ile hem hava kuvvetleri hem de savunma bakanlığı görevlerini üzerine alan Hafız Esed, orduda büyüyen gücüne de güvenerek 13 Kasım 1970’te yönetime el koymuştu.51 Hopwood, a.g.e., s.52  

 

1920’li yıllardan 1970’e kadar Suriye’nin siyasi panoraması giderek totaliterleşen, Fransa’nın dayattığı sistem nedeniyle kitlesel temsilden etnik ve mezhepsel temsile yönelen bir halde Hafız Esed ve BAAS iktidarına kadar ulaştı. Esed iktidarı, etnik ve dini azınlıklar ile alt sınıfların Suriye’nin sosyolojik yapısını değiştiren, lider kültü ile politize olmuş yeni dönemine işaret ediyordu.

 

Bu dönem, Sünni olduğu kadar etnik açıdan yoğun bir kent olan Halep’in siyasi yönünü tamamen pasifize edecekti. Halep, ticari ayrıcalıkları ve BAAS rejimi ile iş birliği içindeki burjuvazisi üzerinden katı bir kontrol ekonomisinin zenginlik timsali oluyordu.

 

1971 yılının şubat ayında gücü tekelinde toplayan Hafız Esed’in mart ayındaki seçimlerde Suriye devlet başkanlığına seçilmesi ülkedeki Sünni siyaset etkinliğinin büyük ölçüde sonuna işaret ediyordu. Siyasi arenada etkinlik gösterebilen Sünniler ise eski kent eşrafı, toprak sahibi elitlerin tersine daha alt sınıflardan geliyordu.52 Cleveland, a.g.e., s.444

 

Hafız Esed, başkanlığa seçilmesinin ardından ülkede bir demokrasi sahnesi kurarak BAAS kontrolünde sosyalist ve milliyetçi gruplardan oluşan partiler ve birlikler kurdurdu. BAAS üzerindeki Sovyet etkisi ile köylü, işçi ve öğrenciler için etkisiz ve hiçbir yetkisi olmayan temsil sahneleri inşa eden Esed rejimi, toplumu tamamen kontrol altında tutacak şekilde örgütlendi.

 

Ekonomik alanda millileştirme kampanyaları altında toprağı, bankaları ve sanayi şirketlerini kamulaştıran BAAS, özel sektördeki bazı kısıtlamaları kaldırdı. Böylece siyasi ve ekonomik olarak Şamlı elitleri kendisine bağlamayı başardı.53 Salık, “Modern Suriye’de Toplum ve Siyaset: 1946 – 2000”, s. 57 Bu durum aynı zamanda rejime bağlı yeni bir Sünni tüccar sınıfının doğmasına neden oldu. Esed, Suriye’yi yönetebilmenin geniş Sünni kesimlerin dini duygularını tatmin etmekten geçtiğini biliyordu. Bu maksatla 1971 yılında Halep müftüsü Ahmed Kuftaro ve bazı Sünni dini kişilikleri halk meclisine atadı.54 Hanna Batatu, Syria’s Peasantry, the Descendants of Its Lesser Rural Notables, and Their Politics, s.260, 1990, Princeton University Press, 1999 Ancak kurumsal olarak büyüyen dini kurumlar Şam merkezli ve rejim kontrolünde olanlardı.55 Radwan Ziadeh, Years of Fear The Forcibly Disappeared in Syria, s.14, Transitional Justice Project in the Arab World, Washington, 2010

 

Dış politikayı kendisini var eden İsrail karşıtlığı ile Arap birliği fikrine odaklayan BAAS yönetimi iktidarının ilk yıllarında Mısır’ın yükselen lideri Enver Sedat ile ortaklığa sıcak bakıyordu. Sedat’ın karizmatik liderliğinin ve popülaritesinin yanında Hafız Esed zayıf kalsa da Esed ülke içindeki kitleleri bir arada tutacak maya olarak Arap Birliği fikrini canlı tutuyordu. Fakat bu fikir ne Mişel Eflak’ın ne de önceki dönemlerin milliyetçi fikrine benzemiyor, daha Suriye merkezli bir mantıkla ele alınıyordu.56 Raymond Hinnebusch, Revolution from Above, s.135, Taylor & Francis, 2005 Mısır ile bir iş birliği artık tek bir devlet olarak Mısır’ın boyunduruğuna girmek değil, Suriye’nin çıkarlarını merkeze alarak İsrail’e karşı mücadele etmek anlamına geliyordu. Aynı zamanda bir güvenlik politikasını ifade eden bu yaklaşım Hafız Esed’in başkan seçilmesinin hemen ardından 17 Nisan 1971’te Mısır ve Libya ile federasyon anlaşmasını imzalamasına neden oldu.57 Okur ve Salık, “Modern Suriye’de Toplum ve Siyaset: 1946 – 2000”, s.53

Kahire Anlaşmasının ardından Arap federasyonunun İsrail’e sınırı olan iki ülkesi hızlı bir silahlanmaya yöneldi. 1967’de silahlı kuvvetlerinde 50 bin kişi olan Suriye savaşa kadar bu sayıyı 225 bine çıkardı.58 Cleveland, a.g.e., s.448 Sovyetler Birliği desteği ile silahlanan iki ülke 6 Ekim 1973’te İsrail’e ani bir saldırı başlattı.59 Hopwood, a.g.e., s.57

 

Suriye merkezli bir Arap birliği fikri ve 1967’de kaybedilen toprakların geri alınmasını amaçlayan 1973 savaşı Hafız Esed’in beklediği gibi sonuçlanmadı. Golan Tepelerindeki İsrail işgali devam etti. İsrail ve Suriye orduları arasında birkaç kere el değiştiren Kuneytra kent merkezinin büyük kısmı yok oldu.60 Hopwood, a.g.e., s.58 Arap federasyonu yirmi binden fazla asker, 1850 tank ve 450 uçak kaybetti.61 Anthony H. Cordesman ve Abraham R. Wagner, The Lessons of Modern War, Volume I: The Arab-Israeli Conflicts 1973–1989, s.18, Westview Press, 1990

 

1973 yenilgisinin ardından, 1967’deki gibi, yönetim değişikliği talebi ile değişime aday genç subaylar benzeri hareketler ortaya çıkmadı. Hafız Esed ve BAAS, Birleşmiş Milletlerin müdahil olduğu ateşkes görüşmeleri sırasında Mısır’ın uzlaşmacı tavrını iç siyasette lehine kullanmayı başardı. Yenilginin bir sarsılma getirmesi beklenirken savaş ve sonrasındaki diplomatik süreç Suriye’yi karizmatik liderin güvenlik yönetimi altında birleştirdi.62 Hinnebusch, a.g.e., s.142

 

BAAS iktidarı bu gelişmeler ile oluşurken muhaliflerini de şekillendirmiş, 1963 darbesinin ardından özellikle İslami Sünni muhalefet ülkenin orta kesimindeki Hama ve Humus ‘ta örgütlenmişti. Halep eşrafının seküler ya da dini, hangi temelde olursa olsun siyasal iddiaları Şam’ın ekonomik rüşvetleri ile sönümlenmişti. Kentin ileri gelen tüccarları Osmanlı ve Fransız dönemindeki gibi yeni rejimden de alacaklarını alıyor ve on yıllar önce kaybettikleri siyasi etkiyi umursamıyorlardı.

 

1963 sonrası dönemde muhalefeti sürükleyen Suriye İhvanı olarak anılan İslami muhalefet ilk toplantısını 1937 yılında yapmış ancak Suriye İhvanı’nın ilanı 1945 yılında yapılmıştı. 1930’lu yıllarda daha sonraları Suriye İhvanı olarak anılacak olan İslami hareket kitleleri orta sınıf aydın ve tüccarlarının öncülüğünde sürüklemeye çalışıyordu. Bu öncü harekete de Abdülgani el-Hamid ve ardından Dr. Nuris Abdurrezzak başkanlık ediyordu.

 

Suriye’de bir İslam devleti oluşturmak amacıyla yola çıkan İhvan, öncülleri sayılabilecek olan Şam’daki Muhammed Gençliği ile Halep’teki İslam Cemiyeti ve Dar’ül Erkam Cemiyeti’ni kuranlarla bir araya gelmiş ve bu cemiyetleri kendi çatısı altında toplamıştı. Bu birlikteliğin başına da Mustafa Sıbâî geçmişti.63 . Calvert, Sayyid Qutb and the Origins of Radical Islamism, s.46, Columbia University Press, 2009

 

Suriye İhvanı’nın resmi manadaki ilk toplantısı daha sonra hareketin liderlerinden olacak Sadreddin Beyanuni’nin nezaretinde Halep’te yapıldı.64 Lefévre, a.g.e., s.24 Kentin siyasi etkisini yitirmesine rağmen Sünniler için Halep yine de tercih edilen bir kent olma özelliğini koruyordu.

 

Suriye İhvanı kuruluşunun hemen ardından gelen seçimlerde bağımsız adayları ile parlamentoya girmeyi başardı.65 Hanna Batatu, “Syria’s Muslim Brethren,” MERIP, Kasım – Aralık, 1982, p. 17.; Seale’de İhvan’ın Suriye’deki seçim dökümantasyonu şu şekildedir: 1947’de 4, 1949’da 3, 1954’te 5 ve 1961’de 10 sandalye Ulusal Blok yönetimi altında iç çekişmeler ve İsrail sorunu ile karşı karşıya kalan genç Suriye’nin tecrübesiz siyasi ortamında giderek görünür hale gelen Suriye İhvanı, politikasını sosyalist-komünist politikalar ve BAAS mezhepçiliğine karşı şekilde geliştirdi.

 

Suriye İhvanı’nın Sünni tabanlı politikası bu dönemde iki kanat üzerinden ilerledi: Haleplilerin ağırlıkta olduğu ve Nusayrilere ılımlı bakan Halep kanadı ile Hama-Humus ağırlıklı ve daha mücadeleci, BAAS ile Nusayrileri kesin şekilde düşman ilan eden diğer kanat. İki farklı anlayış, görüş ayrılıklarına rağmen Suriye İhvanı’nın ülke içinde oldukça geniş kitlelere ulaşmasını sağladı.66 Lefévre, a.g.e., s.26   İhvan içinde bu iki hattı temsil eden gruplar da vardı. Şam’da İsam Attar, Hama ve Humus’ta Mervan Hadid, Halep’te de Abdul Fettah Gudde grupların temsilcileri içinde yer alıyordu. Şam grubu, ılımlı ve uzlaşmacı Halep ile müahaleci Hama-Humus grubunun yaşadığı gerilimden kısmen uzaktı. Bu dönemde dikkat çeken ise Mervan Hadid ve takipçileriydi.

 

Mücadeleci ve seküler unsurları kesin düşmanlar olarak tanımlayan kanat zirvesini, 1970’ler boyunca Suriye İhvanı’nın güçlü merkezleri halindeki Humus ve Hama’da Mervan Hadid’in öncülüğünde yaşadı. Mervan Hadid’in 1964’te Hama’da gerçekleştirdiği öncü savaş bölgesel bir hareketin doğmasına neden olmuş, özellikle gençler arasında hızla yayılmıştı. Yine 1970’ler boyunca ekonomik krizlerin ve siyasi dalgalanmaların toplumsal gerilimi iyiden iyiye yükselttiği ortamda, iktidarın zayıflamış görünen yönleri de Hadid takipçilerinin güçlenmesine uygun ortamı sağladı.

 

1976 yılına gelindiğinde, Hadid ile başlayan ve içten içe büyüyen Suriye İhvanı içindeki öfke Hafız Esed liderliğindeki BAAS rejiminin Lübnanlı Müslümanlar ve Filistinli direniş gruplarına karşı Hristiyan Maruniler lehine savaşa katılması ile yeniden alevlendi.

 

BAAS rejiminin, Lübnan’da Hristiyanlardan yana aldığı tutum ile BAAS yetkilileri ve liderlerine yönelik suikast eylemleri başladı.67 Nikolas Van Dam, The Struggle For Power in Syrian: Politics and Society Under Asad and the Ba’th Party , s.89, Tauris Publishers, London, 1997 1978 yılında yaşanan esneme ve Irak ile sorunların giderilmesi bir nebze olsun gerilimlerin önüne geçse de arkasında Suriye İhvanı’nın bulunduğu düşünülen suikastlar durdurulamadı. İhvan eylemleri, 1979 yılında Halep Topçu Okulu’nda görevli yüzbaşı İbrahim Yusuf’un 32 askeri öğrenciyi öldürüp 54 askeri yaraladığı eylemle doruk noktasına ulaştı.68 Van Dam, a.g.e, s.91 Yaşanan hadisenin yaklaşık bir ay sonrasında on beş Suriye İhvanı üyesi idam edildi.

Halep’teki olayın yankıları ve Suriye İhvanı’nın eylemleri sürerken 26 Haziran 1980’de BAAS lideri Hafız Esed’e bir suikast girişiminde bulunuldu. Girişimin hemen ertesi günü, Hafız Esed’in kardeşi Rıfat Esed’in emri ile, Palmira kentindeki cezaevinde tutulan yüzlerce İhvan üyesi infaz edildi.69 Aron Lund, The Ghost of Hama: The bitter legacy of Syria’a failed 1979-1982 revolution, s.10, Haziran, 2011 Palmira katliamının70 Nikolas Van Dam Suriye’de güç mücadelsi kitabında Palmira Katliamı başlıklı bölümde infaz edilen İhvan üyesi mahkûm sayısını 550 olarak vermiştir hemen arkasından BAAS rejimi, İhvan’a üye olmanın ölümle cezalandırılacağı 49 nolu yasayı kabul etti.71 Liad Porat, “The Syrian Muslim Brotherhood and the Asad Regime”, Middle East Brief, No: 47, Brandeis University Crown Center for Middle East Studies, December 2010

 

Ne var ki, BAAS rejiminin verdiği şiddet dolu karşılık yine şiddet ile cevaplandı. İhvan üyeleri ülkenin birçok yerinde bombalı eylemler ve suikastlar düzenlemeye devam etti. Parlamento binası, hava kuvvetleri ve yerel ofisler çeşitli saldırılara hedef olurken BAAS ile İhvan arasındaki mücadele Suriye toplumunu da iki kutupta topluyordu.

 

İhvan ile BAAS arasındaki mücadele sürerken rejim muhalifi olan ve yasadışı ilan edilen sol parti ve gruplar da İdlib’in güneyindeki Cisr Eş Şuğur bölgesinde giderek güçlenen Ulusal Demokratik Birlik komitelerini örgütlüyorlardı. Nasırcı sosyalistlerin öncülüğündeki hareket 1979 sonrasındaki gerilimli dönemde komünist hareket ve BAAS’tan kopanlarla beraber görünür bir muhalif odak haline gelmişti.72 Lund, s.9 Ancak BAAS rejimi 1980 yılında gerçekleştirdiği askeri operasyonlar ile Cisr Eş Şuğur’daki sol muhalefeti büyük oranda yok etmişti.73 Van Dam, a.g.e., s.112

 

BAAS, toplumsal olarak geniş bir hareket alanına sahip olan muhalefeti tüm şiddet politikasına rağmen durdurmayı başaramamış, İhvan 1980’de Suriye İslami Cephesi’ni ilan etmişti. Aynı yılın Kasım ayında İhvan çatısı altında topladığı diğer muhalif gruplarla beraber Suriye İslam devrimi manifestosu ve programını yayınlayarak BAAS rejimine karşı hattını genişletmişti.74 Nikolas Van Dam, The Struggle For Power in Syrian: Politics and Society Under Asad and the Ba’th Party, s.107, Tauris Publishers, London, 1997

 

1981 yılında Şam’da başbakanlık ofisine, hava kuvvetleri üsleri ve Rus askeri danışmanlarına yapılan bir dizi saldırının ardından Mısır devlet başkanı Enver Sedat’a yapılan suikast ile artık İhvan bölge yönetimleri için sınır ötesi bir tehdit olarak algılanmaya başlandı. Enver Sedat suikastından sonra Suriye’de dağıtılan broşürlerle Hafız Esed de aynı kaderi yaşamakla tehdit edildi.75 Van Dam, a.g.e., s.108

 

1982 yılına gelindiğinde BAAS ile Suriye İhvanı arasındaki mücadele şiddetin doğallaştığı bir hal almıştı. Halep ve Şam’daki İhvan kollarını pasifize etmeyi başaran BAAS, Humus ve Hama’daki güçlü İslami muhalefet bloğunu kıramamıştı. Mervan Hadid’in takipçileri ve gençlik örgütlenmesi bölgede serpilmiş ve 1982 yılının şubat ayında BAAS ile İhvan arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştı.76 Derek Hopwood, Syria:1945-1986 Politics and Society, s.65, Allen & Ulvin, London, 1988

 

BAAS’ın başkent Şam’daki İhvan örgütlenmesini dağıtması Halep’ten daha zor olmuştu. Şam’a göre daha kırsal ilişkilerin kentin mahallelerine nüfuz edebildiği Halep’te aileler İhvan nedeniyle arananları koruyor ya da güvenlik kurumlarındaki akrabalık ilişkilerini kullanarak kentten çıkarıp Türkiye ya da Irak’a gönderebiliyordu. Ancak ülkenin batısında, güney ile kuzeyini birbirine bağlayan yolların ortasındaki görece sanayileşmiş Hama ve çevresinde BAAS İhvan’ı durduramıyordu.

 

BAAS rejimi adına Hafız Esed’in kardeşi Rıfat Esed tarafından komuta edilen ordu güçleri 2 Şubat’ta başlayan çatışmalarda Hama kentine top, tank ve helikopterler ile saldırmış, çatışmalar sonunda Hama sakinlerinden yaklaşık 25 bin kişi hayatını kaybetmiştir.77 Nikolas Van Dam, The Struggle For Power in Syrian: Politics and Society Under Asad and the Ba’th Party, s.111, Tauris Publishers, London, 1997 BAAS rejimi Hama’daki operasyonda iktidarının niteliği özetleyen bir komuta kademesi kurmuş, Nusayri – Alevi kökenli komutanlardan seçilmiş bir askeri komite ile Hama saldırısını gerçekleştirmiştir.78 Van Dam, a.g.e., s.112

 

Sosyalist muhalefetin Cisr Eş Şuğur’da, İhvan’ın Hama’daki yenilgisinden sonra iki muhalif odak 1982 yılının mart ayında Suriye’nin Özgürlüğü için Ulusal İttifak adında ortak bir bildiri yayınladı. Ancak Hama olayları İhvan’ın, 1960’lı yıllardan beri süren çekilme sürecini hızlandırmıştı. Muhalefetin art arda ve tümden yenilgisi İhvan’ın sürgünde bir örgüt olarak uzun süren bir sessizlik dönemine girmesine neden oldu.79 Bulut Gürpınar, Sürgünde Örgüt: Suriye İhvanı, Marmara üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi, s.127, Cilt 2, Sayı 1, Mart 2014 Bu dönem aynı zamanda Suriye’de muhalefetin ve özellikle Halep’in sessizliğini de tetikledi.

1982’DEN 2011’E

Suriye’de muhalefetin çevre ülkelere dağılması ile büyük oranda düşen etkinliğine rağmen Suriye içinde İslami hareketler kendiliğinden taraftar bulabiliyordu. BAAS rejimi kendiliğinden doğan muhalif unsurları ve tüm toplumu kontrol altına almak için oldukça geniş bir iç istihbarat örgütlenmesine yönelmişti.

 

1965 yılında Suriye’de güvenlik ve istihbarat birimlerinde çalışanların sayısı 70 bin kadar iken bu sayının Hafız Esed’in kontrol dönemine işaret eden yılların sonunda 685 bine yükseldi.80 Volker Perthes, The Political Economy of Syria under Assad, s. 141–145, London, Taurus Publishers, 1995 BAAS’ın bu kontrol ve baskı mekanizması iki binli yıllara gelindiğinde öyle büyük bir hal almıştı ki her 257 Suriyeli için bir güvenlik ve istihbarat elemanı çalıştırılıyordu.81 Alan George, Syria: Neither Bread Nor Freedom, s.3, London, Zed Books, 2003

Güvenlik ve İstihbarat çalışmasının yanı sıra BAAS rejimi, 1971 yılında Halep müftüsü Ahmed Kuftaro ve bazı Sünni dini kişilikleri halk meclisine alınmasından sonraki en büyük İslami atılımını yaparak üzerindeki mezhepçi etiketten kurtulmaya çalışıyordu. Hafız Esed, 1973 yılındaki anayasa krizi sonrasında İslami muhalefetin yükselmesinin önüne geçmek amacıyla, 1974’te 1,138 imam, 252 müderris, 610 vaiz ve 280 kar’inin maaşlarını yükseltti. Bu 1980 yılına kadar düzenli olarak bu şekilde devam etti. Sünniler ile ticari alanda kurulan çıkar ilişkisinin iktidarını rahatlatmayacağını düşünen Hafız Esed ölümüne kadar Sünni ulema ile düzenli olarak Ramazan iftarlarında bir araya geldi.82 Hanna Batatu, Syria’s Peasantry, the Descendants of Its Lesser Rural Notables, and Their Politics, s.260, 1990, Princeton University Press, 1999

 

Esed Sünni nüfus ile ilişkisini düzenlemek için Halep’teki BAAS sekreterini partinin özel yürütme konseyi olan Bölgesel Yürütme konseyine de aldı. Ancak aynı anda Bölgesel Yürütme konseyi Halep’i denetliyor, üniversite ve kurumlar dahil olmak üzere buralarda üyeler barındırıyordu.83 Thomas Collelo, ed. Syria: A Country Study. Washington: GPO for the Library of Congress, 1987.

 

Suriye’de kurulan sistem toplumsal alanın her grup ve fiziki her köşesine yayılan güvenlik ve istihbarat oluşumlarının yanı sıra Esed’e bağlı gençlik örgütlerinin de muhaliflere karşı tutumlarından faydalanıyordu. BAAS rejimi 1990’lı yıllarda, bu güce dayanarak, muhalifleri bastırma politikasını bırakıp kontrollü şekilde sistem içinde tutma yolunu seçti. 1995 yılında ülkede potansiyelini koruduğunu düşündüğü Suriye İhvanı ile diyalog çalışmaları çerçevesinde yurda dönüş anlaşması teklif etmiş ve anlaşma içinde de pişmanlık, bireysellik ve siyasi-dini faaliyetlere son verme şartlarını sundu.84 Eyal Zisser, Syria, The Ba’th Regime and The İslamic Movement: Stepping On a New Path, s.53, The Muslim World, Vol.95, No.1, Şubat, 2005

 

1980 sonrasında ülkeden çıkmak zorunda kalan Suriye İhvanı yönetimi ve üyelerinin büyük bölümü çevre Arap ülkelerinin yanı sıra Avrupa ülkelerinde de ikamet etmeye başlamış, bu durum örgütün zamanla İslami referanslarının yanına demokrasiye atıflar içeren unsurları da almasına neden olmuştu. Hafız Esed rejiminin teklifi de örgüt tarafından demokrasi çerçevesinde eleştirilerek reddedilmişti.

 

Suriye İhvanı’nın yurtdışı döneminde liderlik edenlerden Münir Gadban Mekke’de, Edip Gaca Ürdün’de, Abdul Fettah Ebu Gudde Riyad’ta, Hasan Huveydi Ürdün’de vefat etti. Tüm bunlar olurken Suriye İhvanı kendi içerisinde de bir değişim geçiriyor, liderler ve önde gelenler Halep kökenli kişiler olarak öne çıkıyorlardı.

 

1996 yılında İngiltere eğitimli ve ikametli Ali Sadreddin Beyanuni’nin genel sekreterliğe seçilmesi ile Suriye İhvanı’nın İslami argümanları demokrasi ve çoğulculuk gibi kavramlarla destekleyişi daha belirginleşti. Esasen Beyanuni’nin Suriye İhvanı olarak tanınması hem İhvan içinde hem de genel olarak Suriye muhalefetinin genelinde daha uzlaşmacı ve müzakereci Halep kanadının daha müdahaleci ve ‘radikal’ görülen Hama kanadına karşı zaferini temsil ediyordu. Ne var ki Halepli İhvan 1986-87 yıllarında BAAS ile yapılan müzakerelerin tecrübesini de taşıyordu. Bu nedenle Halep eksenli İhvan liderliği Beyanuni’nin öncülüğünde azınlık hakları, toplumsal eşitlik ve demokrasi kavramları çerçevesinde yeniden şekillendirdikleri bir programla BAAS ile çatışmadan kaçınacak şekilde bir strateji belirledi.85 Raphaël Lefèvre, Hama and Beyond: Regime-Muslim Brotherhood Relations since 1982, s.3-17 içinde: Raymond Hinnebusch, State and Islam under Bashar al-Assad

 

2000 yılında Hafız Esed’in ölümü üzerine yerine geçen oğlu Beşşar Esed’in muhalefet konusunda daha yumuşak davranması beklenmişti. Örgütün Londra yaşayan lideri Beyanuni bu beklenti ile Beşşar Esed’in siyasi tutukluların bulunduğu Şam’ın Mezze ilçesindeki cezaevini kapatmasının ardından Şam yönetimine üç maddelik bir teklif iletmiştir.86 Zisser, a.g.m., s.53 Beyanuni’nin teklifinde, İhvan üyesi siyasi tutukluların serbest bırakılması, yurtdışındaki tüm Suriyelilerin ülkeye dönüşüne izin verilmesi ve İhvan’ın siyasi etkinliklerine hürriyet garantisi isteniyordu.

 

Ancak bu dönemde Beşşar Esed’in özgürlükler adına yaptığı en somut atılım Ulusal İlerici Cephe içerisindeki diğer partilere de kendi yayın organlarını basma hakkı tanıması olmuştur.87 Joshua Landis ve Joe Pace, Syrian Opposition, Washington Quarterly, Cilt 30, s.47, No.1, Kış 2006-07 Beşşar Esed’ten beklentiler 2000 yılında 99’lar Bildirgesi ve hemen ardından da 1000’ler Bildirgesi ile dile getirilmiş, Suriye İhvanı da bu bildirgelere imza atmıştı. Genel olarak muhalifler olarak adlandırılan grupların imzaladığı bildirgelerde olağanüstü halin kaldırılması, siyasi tutukluların serbest bırakılması, basın özgürlüğü, demokratik bir seçim yasası, bağımsız yargı gibi özgürlük talepleri yer alıyordu.88 Seth Wikas, Battling the Lion of Damascus Syria’s Domestic Opposition and the Asad Regime, s.5, Washington Institute for Near East Policy, Policy Focus No.69, Mayıs 2007

 

Bildiriler süreci ne muhalifler ne de Suriye İhvanı açısından beklendiği gibi sonuçlanmayınca muhalefet Londra’da bir araya geldi ve 2005 yılında Şam Deklarasyonu yayınlandı.89 Landis-Pace, a.g.e., s.60 Fakat tüm bu girişimler karşısında BAAS rejimi kendisini korumak, içerde ve dışarıda rekabetçi güvenlik politikalarına devam etmek adına bir değişime gitmemiştir.

 

Beyanuni döneminde Suriye İhvanı, daha önceki dönemlerde olduğu gibi Halep’in fırsat kollayan tüccar eğilimindeki siyasi tavrında çıtayı yükseltmiş, örgüt Hama Katliamında muhalifler adına baş rolü oynayan Mervan Hadid ve arkadaşlarının Suriye İhvanı üyesi olduklarını inkâr etmiştir.90 Gülşah Neslihan Akkaya, Suriye Müslüman Kardeşler Hareketi: Kuruluşu, Söylemi ve Siyasi Faaliyetleri, Ed. “Modern Suriye’de Toplum ve Siyaset: 1946 – 2000”, s.176, Salık & Okur, Nobel, 2016

 

Karakteristik olarak Halepli siyasetçiler ya da akımlar kentin siyasi tarihindeki gibi Hama ya da Şam kökenli siyasi hareketler ve kişilere göre daha uzlaşmacı olmuş, siyasal duruşlarını ve hareketlerini gücün akışına göre konumlandırmıştır. Fransızların işgalini sessizce seyrettikleri günlerden sonra Suriye İhvanı’nın sürgünde geçen yıllarındaki dönüşümü ve 2012 yılında başlayan silahlı çatışmaların 2014’te kendisini getirdiği eşiğe kadar Halep tüm toplumsal olaylarda pazarlık ederek güçlü olanla uzlaşma yolunu seçmiştir. Bu seçim kentin 1920’lerde olduğu gibi 1980’lerde ve 2000’lerde taşıdığı ticari ve sosyolojik yapı nedeniyle doğal bir kirlilik halini almıştır.

23 Ağustos 2020 0 Yorum
2 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Başkanın adamları: Atlantik’ten Akdeniz’e Mafya ve ABD istihbaratı

by Levent Kemal 14 Temmuz 2020
written by Levent Kemal

Yakın tarihimiz savaşlar, düşük yoğunluklu çatışmalar ve çeşitli rekabet alanları-dönemlerine şahitlik ediyor. Dünya bu tür alanlar ve dönemlerde devletler ile devlet dışı aktörlerin karşılıklı çıkarlar veya geçici ‘ortak düşman’ algıları üzerinden şekillenen iş birliklerine de sahne oluyor. Çeşitli sınıflandırmalarda yeni dönemin özellikle Ortadoğu ölçeğindeki yükselen devlet dışı aktörleri1 Burada devlet dışı aktörler ile hükümet dışı aktörler arasındaki fark gözetilerek özellikle devlet dışı aktör ifadesi seçilmiştir. Hükümet dışı aktörler yani yasal zemindeki sivil organizasyonlar kastedilmemektedir. STK’lar, çok uluslu şirketler, çevre-sağlık-ekonomik konulardaki ulusal ya da uluslararası girişimler yasal zeminler veya en azından meşru alanlarda kendilerini ifade ederken, tanımlandıkları doğa itibari ile devletin çözüm üretemediği alanlarda ‘sivil’ bir fonksiyonu yerine getirmektedirler genel olarak silahlı örgüt/gruplar üzerinden şekillenirken çoğu zaman göz ardı edilen ve genel olarak sınır ötesi kabiliyetleri küreselleşme çağından önce gelişmiş olan mafya, eylemleri ve amaçları bakımından doğal bir şekilde, suç örgütü olarak sınıflandırılıyor.2 Organised Crime around the World, Sabrina Adamoli Andrea Di Nicola Ernesto U. Savona and Paola Zoffi, European Institute for Crime Prevention and Control, United Nations, Helsinki, 1998, s.4-91

 

Yolsuzluk, sahtekarlık, karaborsacılık, kara para aklama, kaçakçılık, yasa dışı göçmenlik, uyuşturucu, insan ve organ ticareti3 Digest of organized crime cases, United Nations Office on Drugs and Crime, New York, 2012, s.122 – 126 gibi yasadışı alanlarda şiddet ve cebr ile faaliyet gösteren mafya tipi organizasyonların sıralanan suçlarının çoğu sınır ötesi gerçeklik taşımaktadır.4 The Practice of Transnational Organized Crime, Klaus von Lampe, Department of Police and Security Management, In The Routledge Handbook of Transnational Organized Crime Publisher: Routledge, Editors: Felia Allum, Stan Gilmour  Yayılımları ve organizasyon şekilleri itibari ile en etkili emsalleri bakımından pek çok terör örgütü ve devlet dışı aktörden daha kapalı bir yapıya sahip olan mafya, son dönemlerde karşımıza çıkan devlet dışı aktörler ve devletlerin istihbarat alanındaki iş birliğinin5 Devlet Dışı Silahlı Aktörler ve İstihbarat, Merve Seren – Murat Aslan, s.31 – 72, Ortadoğu’da Devlet Dışı Silahlı Aktröler, Terör Örgütleri – Milisler – Vekil Güçler, Murat Yeşiltaş – Burhanettin Duran, SETA Yayınları, 2018 tipik bir örneğinde rol almıştır.

 

İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin Atlantik sahilleri ve sahil bölgesindeki yerleşimlerde Alman ve Japon istihbarat faaliyetlerini durdurma çalışması için bulunan çözüm mafya idi. Bu çözüm daha sonra ABD’nin Husky Operasyonu ile Sicilya’ya yapılan çıkarma öncesinde ve sonrasında müttefiklerin mafyanın sınır aşırı bağlantıları ile yürüttükleri istihbarat ve yeniden inşa faaliyetlerine kadar genişledi. Kuşkusuz bu durumda iki taraf için de karşılıklı bir çıkar söz konusu idi. Çıkar ortaklığının yanı sıra iki taraf için bir de ortak düşman mevcuttu: Mussolini ve faşist rejimi.6 Aşağıda daha detaylı olarak incelenecek olan Mussolini ve mafya arasındaki mücadele için özet olarak baknız: Mussolini’s War on the Mafia, Kenneth St. John, Kaleidoscope Journal Vol. 5 Issue 2, s.24-29

İtalya’da Faşizme doğru

Birinci Dünya Savaşı’nın sıcak evresinin sonunda, savaş öncesi yapılan paylaşım planlarına darbe vuran gelişmeler yaşandı. 1860’ta birliğini sağlamış genç İtalya üçlü ittifak ile giriştiği sömürge edinme yarışında ilk adımlarını Afrika’da atmış, burada karşısına çıkan Fransa ve İngiltere gibi güçlü devletler nedeniyle Osmanlı Devleti’nden ele geçirdiği Trablusgarp’ı korumak ve Akdeniz çıkarlarına odaklanmıştır.7 20. Yy Siyasi Tarihi, Fahir Armaoğlu, s.252-253, SBF Yayınları, 1973 Bu amaçla Fransa ile çeşitli anlaşmalar yapan İtalya beri taraftan Almanya ve Avusturya ile girdiği iş birliği üzerinden Sırbistan’ı durdurmak ve Dalmaçya kıyılarını da ele geçirerek Adriyatik’te egemenliğini, mare clausum’u, tesis etmek istiyordu.8 Armaoğlu, s.322 Böylece 1880’lerde Almanya ve Avusturya ile başlayan İtalya’nın genişlemeci politikasının eğilimi Birinci Dünya Savaşı’nın eşiğinde Üçlü İtilaf devletlerinin yanına geçişle sonuçlandı.9 Armaoğlu, s.430-431

 

Ne var ki İtalya savaşın sonunda istediklerini elde edemedi. Rusya’da Çarlık rejimi yıkılıp Bolşevikler iktidarı ele geçirmiş ve eski rejimin anlaşmalarını geçersiz saymışlardı. Beri yandan ABD savaşa ilkesel olarak müdahil olmuş ve Wilson ilkeleri nedeniyle İtalya’nın en azından Avrupa kıtasındaki ve Osmanlı topraklarındaki sömürge hayalleri de alt üst olmuştu. Domino etkisi kendisini göstermekte gecikmedi. İtalya içindeki ekonomik sıkıntılar, siyasi güvensizlik, savaştan beklenilenlerin alınamaması iç siyaseti etkiledi ve faşizmin doğuşunda etkili oldu.10 İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi, Abdül Samet Çelikçi, Can Kakışım, Muş̧ Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:1 Sayı:2 Aralık: 2013, s.83-99

 

Rusya’da iktidarı ele geçiren sosyalist-komünist Bolşeviklerin etkisi Avrupa genelinde olduğu gibi İtalya’da da kendisini gösteriyordu. İtalya’da, aşağıda mafyanın doğuşunu ele alırken detaylandıracağımız, devletin pervasız liberal politikaları karşısında köylü ve işçilerin sokak hareketleri güçlenmişti. Savaşın son yılında İtalyan askerlerinin Caporetto’daki yenilgisine Torino silah sanayi işçilerinin kitlesel gösterileri eşlik ediyor, İtalya siyasetinde müdahaleciler ve karşıtları şeklinde keskin kutuplaşmalar oluşuyordu.11 Claudia Baldoli, İtalya Tarihi, s.216 – 231, Feylesof, 2018. Bu ortamda eski bir sosyalist olan Benito Mussolini’ye eşlik eden müdahaleciler, milliyetçiler ve fütüristler 23 Mart 1919’da, Fasci di Combattimento, Savaş Birlikleri’ni kurdu.12 Baldoli, s.221; Harun Bodur, Kronolojik 20. Yy. Siyasi Tarihi, s.194, Yeditepe, 2013 Takip eden iki yıl içinde gösteriler ve çatışmalarla çalkalanan İtalya’da Mussolini’nin birlikleri, daha sonra squadristi13 Birlik anlamına gelen bu sözcüğün Türkçe karşılığı olarak manga kelimesi kullanılacaktır. olarak anılacak, silahlanarak köylü protestolarını bastırmak için toprak sahipleri ile işbirliği yaparak sokaklarda hakimiyeti ele geçirmeye başladı.14 Baldoli, s.222; Bodur, s. 194 1921 yılının Kasım ayında Mussolini’nin mangaları ve siyasi takipçileri bir araya gelerek Ulusal Faşist Parti’yi, Partito Nazionale Fascista, kurdular.15 Çelikçi – Kakışım, s.86 Yaklaşık bir sene sonra, 1922 Ekim’inde, Mussolini iktidarı ele almak için mangalarının ve gençlik örgütlerinin çalışmasını yaptığı ünlü Roma Yürüyüşü ile hükümeti istifaya ve İtalya kralını da hükümeti kurma görevini kendisine vermeye mecbur bırakarak iktidarı ele geçirdi.16 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi cilt 3, İtalya’da Faşizm ve Sosyalist Hareket, s.761-762, İletişim, 1988

Burjuvanın adamları: Mafya

Mussolini iktidara geldikten sonra Sicilya’ya iki ziyaret gerçekleştirdi. Bunlardan birinde, 1937 yılındaki ziyarette Sicilya’yı yeni İtalya imparatorluğunun Akdeniz’deki merkezi yapmayı planladığı ve Sicilya ile Palermo’nun17 Sicilya adasının kuzeybatı ucundaki liman kenti. Bu kent aynı zamanda adanın da en gelişmiş kentidir. iliklerine kadar faşist olduğunu iddia etmişti.18 Mark Smith, History of Sicily after 1713: Modern Sicily, s.520, Ann Arbor, 1959 Ne var ki Sicilya’da durum oldukça farklıydı.

 

Mussolini’nin iktidarı ele geçirdiği 1922 yılında Faşist Parti örgütlenmesi henüz Sicilya’yı etkilememişti. 1919 ve 1921’deki seçimlerde19 1919 seçimlerine Fasci hareketi olarak giriyor Mussolini cephesi. Faşist Parti Sicilya’dan sandalye kazanamamış ve 1925 yılına kadar Mussolini’nin partisinin yayın organları adada resmi olarak dağıtıma girmemişti.20 Jack E. Reece, p.261 in Fascism, the Mafia, and the Emergence of Sicilian Separatism (1919-43), The Journal of Modern History, Vol. 45, No. 2, Jun., 1973, pp. 261-276 Bu gecikmede Sicilyalıların faşizmi ‘kuzeye özgü’ bir durum olarak görmesi ve mafyanın bölgedeki varlığı oldukça etkili idi.21 Reece, s.262; Christopher Duggan, Fascism and the Mafia, s.100, Yale, 1989 Bu dönemde mafya ile faşizmin direk bir çekişme yahut savaşa girmedi çünkü Mussolini ve Faşist Parti için Sicilya’da Soldino Hareketi gibi mafyadan daha acil sorunları vardı.22 Reece, s.262

 

İktidarının ilk yıllarında Mussolini Faşist Parti eliyle devleti dönüştürememişti, henüz bir polis devleti örgütlenmesine sahip değildi23 Mussolini bu dönüşümü 1924 seçimlerinden sonra sağlayabildi. 1925 yılının ortalarına kadar süren dönüşüm süreci için bakınız: Claudia Baldoli, İtalya Tarihi, Mussolini İtalyası, s.226-231 ve bu nedenle mafya ile bir denge gözetti. Mussolini’nin yükselişi döneminde mafya da aynı şekilde davrandı. Mafya işleri veya iş birliği ile zenginleşen orta sınıf bazı Sicilyalılar yeni rejimle uzlaşarak daha saygın statüler ve işlere ulaşmayı planlıyorlardı.24 Michele Pantaleone, Mafia and Politics, s.51-53, Chatto & Windus, 1966 Bu burjuvalaşma eğilimi sürecinin altında geçmişten gelen bir etki yatıyordu: Burbon Hanedanlığı dönemi.25 Kingdom and House of the Two Sicilies, Luigi Mendola, http://www.bestofsicily.com/mag/art425.htm 

 

Burbon Hanedanlığı 1815’te İtalya’nın Sicilya adası ve Napoli bölgesini idaresini ikinci kez ele geçirmesi ile bölgede köklü bir ekonomik reforma girişti. Bu reform özel mülkiyetin kamu arazilerinin paylaştırılması yolu ile yeniden düzenlenmesini içeriyor, adadaki ortak kullanımdaki toprağın seçkinlere dağıtılmasına dayanıyordu.26 Peter T. Schneider, Jane C. Schneider., Reversible Destiny: Mafia, Antimafia, and the Struggle for Palermo”, s.97-98. Ekonomik olarak Burbon Hanedanlığı’nın verdiği bu kararla ada halkı için başlayan kötü gidişat zamanla İtalyan Birliği düşüncesinin, Risorgimento, neden olduğu mücadelelerle birleşmiş ve adada ciddi bir güvenlik boşluğu oluşmuştu.27 Schneider ve Schneider, s.88 1860 yılında Garibaldi’nin hanedanlığa son vermesi ile birleşik İtalya’nın bir parçası olan ada Garilbaldi’nin askeri hamlesine destek veren comitive armate’ler, silahlı mangalar, ile tanıştı.28 Letizia Paoli , Mafia Brotherhoods: Organized Crime, Italian Style, s.35, Oxford, 2003

 

Bu örgütlenmeler esasen eşkıyalık tarzı örgütlenmelerdi. Muhtemelen Burbon Hanedanlığı ekonomik ve idari reformlarından mağdur ve rahatsız olan kişilerin katıldığı bu mangalar zamanla yerel aristokrasi için askeri hizmetler ve yasadışı maddi kazanımlar için iş birliği yapan basit suç grupları haline gelmişti. Bu gruplar mafyanın ilk omurgasını oluşturuyordu.29 Paoli, s.36

 

Palermo, Trapani ve Girganti gibi şehirlerde etkili olan armateler Sicilya birleşik İtalya’ya katıldıktan sonra şehirlerde etkinliklerini genişlettiler ve mafyalara dönüştüler.30 Paoli, s.35 Bu adada klasik eşkıyalık döneminin sonuydu. Bu tercihte merkezi devletin, yeni İtalya’nın, bölgedeki ortak kullanımlı topraklardan geri kalanları tıpkı Burbonlar gibi özelleştirmesi yatıyordu. 1862 yılında devletin borçlarının ödenmesi için yapılan satışların %93’ünün zaten – daha önce Burbon döneminde zenginleşenlere yapıldığı 1878’teki soruşturmada anlaşıldı.31 Schneider ve Schneider, s.89-90 Bu mafyayı kırsaldan şehirlere çeken temel olgulardan biri oldu.32 Daron Acemoglu, Giuseppe De Feo, Giacomo De Luca, Weak States: Causes and Consequences of the Sicilian Mafia, s.541, In: The Review of Economic Studies, Volume 87, Issue 2, March 2020, Pages 537–581.   Mafya böylece Palermo’dan Katanya’ya, Calabria’dan Napoli’ye yayıldı.

 

Kendi içlerinde ve aralarında bir düzen oluşturan mafya örgütlenmeleri merkezi devletin oluşturduğu güvenlik boşluğunda ‘adalet ve intikam’ dağıtmaya, ellerindeki şiddet unsuru ile görece bir ‘koruma’ sağlamaya başlayarak etkinliklerini derinleştirdiler.33 Schneider ve Schneider, s.102-103 Mafioso adını alan örgütlenmelere katılan oğlanlar (picciotti) için bu örgütlenmelerde yer almak bir ‘onur’du.34 Sezgin Baş, İtalyan Mafyasının Doğuşu, Yükselişi ve Düşüşü, s.1963, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Durmuş TEZCAN’a Armağan, C.21, Özel S., 2019, s. 1949-2001

 

Burbonlardan bağımsızlığa ve bağımsızlıktan sonraki otorite boşluğu dönemine uzanan süreçte güçlenen ve yaygınlaşan mafya artık devlet otoritesinin önünde, özellikle Sicilya ve güney İtalya’da nüfusun çoğunun kabulünü almış bir yapı haline gelmişti. Bu durumda yerel yöneticilerin de mafyayı kabulü ve iş birliği oldukça etkili olmuştu.35 Paoli, s.178

 

19. yüzyılın ilk çeyreğinden 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar süren sürekli alt üst oluşlar ve kamu otoritesinin kurulamamış olması nedeniyle mafyanın işlevi devlete olan güveni olumsuz yönde etkilemişti. İçinde bulunduğu kargaşa döneminde yükselen ve tam kontrol isteyen Mussolini iktidarının Sicilya’da karşısına çıkan en büyük düşman da bu düşünce şekli idi.36 Gigantino, Anthony, Il Duce and the Mafia: Mussolini’s Hatred for the Mafia and the American Alliance with Organized Crime, The Histories: Vol. 4 : Iss. 1 , Article 3., s.11

 

İtalyan Faşist rejimine karşı mafyanın bir tehdit haline gelişi esasen adanın geçirdiği evrimin oluşturduğu sosyolojinin ürünü olan siyasi fikirler ve mafyanın doğasının benzeşmesi ile şekillendi.

Duce’nin mangaları, mafya ve Mori

Mussolini 1924’te bölgeye gerçekleştirdiği ilk ziyaret ve daha sonra mafya hakkındaki savaş kararı Roma ile mafya arasındaki mücadelenin İkinci Dünya Savaşı’nda da aktif şekilde sürecek bir noktaya taşıdı.37 1924 ziyareti için bakınız: Jack E. Reece, p.267 in Fascism, the Mafia, and the Emergence of Sicilian Separatism (1919-43), The Journal of Modern History, Vol. 45, No. 2, Jun., 1973, pp. 261-276

 

Mussolinin yükselişi ve polis devletini elde etmesi ile başlayan dönem faşist rejimle mafya arasındaki savaşın da miladı oldu. İdeolojik olarak Mussolini’nin Faşist Partisi, faşist kelimesinin kökenine atıfla38 Cristogianni Borsella, Fascist Italy, A concise Historical Narrative, s.35, Brandon Book, 2007 tüm İtalya’yı otoriter ve milliyetçi, dahası kutsal devlet anlayışı içinde birleştirmeyi hedefliyordu.

 

23 mart 1919’da eski bir sosyalist olan Mussolini’nin öncülüğünde bir araya gelen Popolo D’Italia (İtalya Halkı) dergisi çevresindeki askerler, orta sınıf temsilcileri, fütüristler, anarko-sendikalistler ve kimi sosyalistler orta sınıfın arzularını ifade eden Fasci Italiani Combattimento yani Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı adında bir hareket kurdular.39 Çelikçi – Kakışım, s.86.; Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi cilt 3, İtalya’da Faşizm ve Sosyalist Hareket, s.756, İletişim, 1988

 

Hareketin kurulması ile Mussolini ve taraftarları hızla sokaklardaki gösteriler ve çatışmalarla seyreden İtalyan siyasetine yön vermeye başladı. Squadriti adı ile anılan ve hızla daha sonra kurulacak Faşist Parti’nin kara gömlekliler örgütüne dönüşecek olan mangalar Mussolini ve Fasci Italiani adına sokaklarda faaliyetlerine başladılar.40 Claudia Baldoli, İtalya Tarihi, Mussolini İtalyası, s.222-223 Bu durum ise ülkenin güneyinde etkin şekilde, yukarıda nedenlerini kısmen ortaya koyduğumuz üzere, sokaklara ve iş dünyasına egemen olan mafya için tehlike çanlarının çalmaya başladığının işareti idi.

 

Faşist Parti’ye hizmet eden bu mangalar esasen tarım burjuvazisi denilen kesimin kontrolünde idi.41 Roberta Suzzi Valli, The Myth of Squadrismo in the Fascist Regime, Journal of Contemporary History, Vol. 35, No. 2 (Apr., 2000), pp. 131-150 Sage Publications, Ltd. Mafyanın eski patronları yeni rejimin şiddet uygulayan kolu ile hızla bir iş birliğine girmişti. Bu durum ileride Mussolini ile mafya arasında çıkacak sorunların aslında bir egemenlik mücadelesi olduğunun altını çiziyordu.

 

Bu “birliklerin toprak sahipleri tarafından kullanılması ‘kırsal faşizm’ olarak adlandırılmaktaydı ve hareket hızlı ve umulmadık biçimde büyüyordu. Bu başarı karşısında Mussolini bile şaşkınlığa uğramıştı. – O her zaman faşizm kökeninde kentli bir olgu olduğu iddiasındaydı. Kırsal faşizm ‘Ras’ adı ile bilinen bir kişilik yarattı – bu, Cremona’daki Farinacci, Bologna’daki Dino Grandi ve Ferra’daki Balbo gibi çoğunlukla doğrudan Mussolini’nin denetiminde olmayan yerel duçeler (liderler) idi”42 Baldoli, s.223

 

Pratik olarak kullanışlı, örgütsel olarak esnek bu mangaların hakimiyet alanı ile mafyanın hakimiyet alanı iç içeydi. Yukarıda daha önce belirttiğimiz gibi Burbon Hanedanlığı ve sonrasındaki birleşik İtalya dönemi Sicilya özelinde mafyayı doğurmuştu. Bu çarpıklık faşizm yükselirken Mussolini’nin mangalarını da besliyordu. Mafya da bu mangalar gibiydi, yerel örgütlenmeler çevresinde doğuyor ve gelişiyordu. Tek bir mafya yoktu.43 Sezgin Baş, İtalyan Mafyasının Doğuşu, Yükselişi ve Düşüşü, s.1954, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Durmuş TEZCAN’a Armağan, C.21, Özel S., 2019, s. 1949-2001

 

Denge döneminde mafya iş ortağı durumundaki toprak sahipleri ve liberaller ile fırsatlar-riskler arasında Faşist Parti’yi destekledi. Bu bir bakıma zoraki bir durumdu. Sicilya’yı kırıp geçiren iki toprak reformu, bir savaş, bir kuraklık ile yükselen toprak sahiplerinin mafyadan aldıkları koruma pahalı hale gelmişti. Toprak sahipleri faşist rejimin polis devleti gücünü adaya getirerek bu koruma maliyetini düşürebileceklerini düşündüler.44 Jack E. Reece, p.265 in Fascism, the Mafia, and the Emergence of Sicilian Separatism (1919-43), The Journal of Modern History, Vol. 45, No. 2, Jun., 1973, pp. 261-276 Denge döneminde Mussolini de, polis devleti örgütlenmesini tamamlayana kadar, Sicilya’da mafya ile zorunlu bir iş birliğini tercih etti. Öyle ya da böyle kırsal alana ulaşan düzen ve hukukta mafyanın payı vardı.

 

1924 yılında Sicilya turunda birkaç yüz suçlunun Sicilya nüfusu üzerinde baskı kuramayacağını söyleyen Mussolini mafyaya karşı savaşını duyurdu. Cesare Mori’yi bu süreçten az önce Palermo’ya yüksek komiser olarak atamıştı.45 Mussolini’nin mafyaya savaş açmaya karar verdiği olayın detayları için bakınız: Reece, s.268-269 Mussolini için zorunlu iş birliği dönemi kapanmıştı.

 

Daha önce Po Vadisi ve Bologna’da görev yapan ve bu görevleri sırasında faşistlerin sık sık hedefi olan Mori, Sicilya’da mafyaya karşı oldukça sert bir tavır takındı. Binlerce mafya üyesi veya üye olduğundan şüphe edilen kişilerin aileleri tutuklandı. Tutuklamaların bir kısmı üyelerin teslim olmasını sağlamak için yapıldığı söylendi. Bu şekilde süren mafyaya karşı savaşın üçüncü yılına gelindiğinde beş bini Palermo’da olmak üzere Sicilya genelinde on bir bin kişi tutuklanmıştı.46 John Dickie, Cosa Nostra – A History of the Sicilian Mafia, s.156, 2004.

 

Mori’nin git gide genişlettiği mafya karşıtı faaliyetlerin zirve noktası 1926 yılının Mayıs arında Sicilya mafya örgütlenmesinin en tepesindeki Don Vito’yu yakalamak oldu. Don Vito ve 150 adamı tutuklandığında47 Dickie, s.155 Mussolini mafyaya karşı zaferini ilan etti.48 Michele Pantaleone, Mafia and Politics, s.56, Chatto & Windus, 1966

 

Ancak bunun bir zafer olup olmadığını İkinci Dünya Savaşı’ndaki hikâye bir sonuca bağlayacaktı. Mafya Mori karşısında kısmen geri çekilmiş, kısmen yer değiştirmişti.

Başkanın adamları: Mafya ve ABD donanma istihbaratının Yeraltı ve Husky operasyonları

Mori operasyonlarının tutuklamalarından kaçabilen mafya üyeleri önce yüzyılda ABD’ne göçen İtalyanlar üzerinden yeni kıtaya yöneldi.49 Emma Hyman, The Rise and Fall of The Italian Mafia in America, s.3 Zaten daha önce de bölgede çeşitli suçlardan aranan Giuseppe Esposito gibi isimler ABD’ne mafyanın tohumlarını ekmişlerdi.50 FBI Law Enforcement Bulletin, The Sicilian Mafia and Its Impact on the United States, SeanM.McWeeney – Inspector in Charge Office of liaison and International Affairs Federal Bureau of Investigation Washington, DC Feb 1987, s.1-11 Giuseppe’nin New Orleans’ta kurduğu mafya teşkilatlanması 1881’de tutuklanmasına kadar genişlemeye devam etti.

 

Polis memuru David Hennesey’in öldürülmesi vakası51 The Murder of Police Chief David Hennessy, https://www.encyclopedia.com/history/news-wires-white-papers-and-books/murder-police-chief-david-hennessy , Who killed New Orleans’ police chief 100 years ago?, https://www.nola.com/entertainment_life/vintage/article_824b4fe8-ebe1-5f04-8b3a-3e5568683ede.html  ile ABD örgütlü mafya ile tanıştı. Giuseppe İtalya’ya iade edildi ve yerine ilk Amerika doğumlu ‘patron’ olan Joseph Macheca geçti.52 FBI Law Enforcement Bulletin, s.3 ABD mafya yapısı zamanla güçlenip derin kökler yakalamaya başladıkça mafya aileleri arasında rekabetlere sahne oldu. Mussolini ve Mori’den kaçarak ABD’ne gelebilen mafya üyeleri kendilerini bu rekabetin ortasında buldu. En sonunda mafya arasındaki mücadeleyi bir konsey kuran Lucky lakaplı Charlie Luciano kazandı.53 Bill Bonanno – Gary B. Abromovitz, The Last Testament of Bill Bonanno, s.46-73

 

Luck Luciano

Luciano sonraki yıllarda içki kaçakçılığı, gasp, haraç ve fuhuş gibi suçlardan soruşturuldu ve fuhuş nedeniyle tutuklandı. Luciano’nun hapishanedeki yılları içinde Nazi Almanyası, İmparatorluk Japonyası ve Mussolini’nin Faşist İtalyası Avrupa, Atlantik ve Pasifik’te hızla genişleme siyasetinin sonucu olarak ikinci dünya savaşının başlamasına neden olmuşlardı. Japonların Pearl Harbor baskınından sonra ABD’deki İtalyan mafyası için pek çok değişmeye başladı. Alman ve Japon ajanlarının faaliyetlerinden çekinen ABD, limanları elinde tutan İtalyanlar ile uzlaşmayı seçti.

 

ABD’yi böyle bir seçime zorlayan bir çok faktör vardı. Nazi denizaltılarının Atlantik’teki ABD – İngiliz besleme rotasına ve ABD kıyı şeridine yakın gemilere yönelik saldırıları ile 9 Şubat 1942’de yaşanan Normandie gemisi yangını54 The Normandie catches fire, https://www.history.com/this-day-in-history/the-normandie-catches-fire; John Dickie, Cosa Nostra – A History of the Sicilian Mafia, s.193, 2004 bunlardan birkaçı idi.

 

ABD donanma istihbaratı Normandie yangının bir sabotaj olduğunu düşünüyordu ve daha fazla sabotaj ile istihbarat sızıntısını engellemek için limanları işçi sendikalarını ve ticari şirketler ağları ile kontrol altında tutan Luciano’ya başvurdu.55 John Dickie, Cosa Nostra – A History of the Sicilian Mafia, s.193 – 195, 2004. Mafyanın ABD ticari girşimleri, sendika ve meslek odalarına sızması ile ilgili Robert J. Kelly’nin The Upperworld and the Underworld – Case Studies of Racketeering and Business Infiltrations in the United States çalışması kullanışlı bir genel özet sunuyor. Çünkü Normandie yangınıdan yaklaşık dört ay sonra sekiz Alman FBI sabotaj, patlama ve yangınlar için ellerindeki malzemeler ile yakalandı.56 Nazı Saboteurs and George Dasch, FBI Famous Cases and Criminals, Life Magazine, 13 July 1942 Eight Nazi saboteurs shoul be put to death. Hemen ardından New York Times mühendis rolündeki bir Japon istihbarat subayının ABD’nin savaş için geliştirdiği silahların örnekleri ve şemalarını kaçırırken yakalandığı haberi gelmişti.57 Tim Newark, Lucky Luciano, s.157, Mainstream, 2010

 

ABD’ne göç eden çeşitli milliyetlerin oluşturdukları ticari girişimler, cemaatler yahut suç örgütleri ABD içinde Alman Nazilerinin kolayca istihbarat çalışması yapmasını sağlıyordu. Alman kökenliler dışında Nazi yanlısı örgütlenmeler ABD’de 1930’lu yıllardan beri vardı.58 ABD’deki Nazi yanlısı örgütlenmeler için Bakınız: Bradley W. Hart, Hitler’s American Friends, 2018; More American supported Hitler than you may think, TİME https://time.com/5414055/american-nazi-sympathy-book/ ; American Nazis in the 1930s—The German American Bund, Alan Taylor Almanlar, Japonlar ve Nazi yanlılarına karşı ABD donanma istihbaratından Charles Radcliffe Haffenden ve Roscoe C. MacFall’in girişimi ile İtalyan suç örgütlerinin kullanılması planı devreye sokuldu: Yeraltı Operasyonu59 Newark, s.157 – 158

 

Bonanno ailesinin üyesi Bill Bonanno kitabında donanma istihbaratının kendilerine geliş yolu ile ilgili enteresan bir durumu anlatır: “Donanma istihbaratı bizim dünyamızla Birleşik Deniz ürünleri İşçileri Derneği ve Fulton Balık Pazarı başkanlığı yapan Joseph Socks Lanza’nın avukatı aracılığı ile iletişim kurdu. Sicilyalılar daha önce hiçbir devlet görevlisine konuşmamış ve yardım etmemişti, fakat Lanza Napolili idi, hükümet onu bizim dünyamızdaki Sicilyalılar ile potansiyel bir bağlantı olarak gördü”60 Bill Bonanno – Gary B. Abromovitz, The Last Testament of Bill Bonanno, s.162

 

1942 Mart ayında donanma istihbaratı ile Lanza arasında başlayan iş birliği Nisan ayı başında Luciano ve avukarı Moses Polakoff ile pazarlıklara dönüştü.[1] Aynı yılın 12 Mayıs’ında Luciano Sibirya adı takılan Dannemora cezaevinden ‘daha rahat ve konforlu’ Great Meadow’a transfer edildi.61 Tim Newark, Lucky Luciano, s.163, Mainstream, 2010 Bu tarihten itibaren mafya limanlarda ve denizde – balıkçılar aracılığı ile – Almanlara odaklandı.

 

Uluslararası Liman İşçileri Derneği donanmanın kıyı ve limanlardaki sabotajları engellemesi ve balıkçı yahut ticari gemiler aracılığı ile kıyı şeridinde askeri görünümlü olmayan devriyeler atmasını sağlıyordu. Bu nedenle oldukça önemliydi62 Robert J. Kelly, The Upperworld and the Underworld – Case Studies of Racketeering and Business Infiltrations in the United States, s.108, 1999 ve net şekilde elde tutulabilmesi için mafya üyesi, cinayet suçlusu John McCue’ü hapisten çıkararak bu derneğe yerleştirdi.63 Tim Newark, Lucky Luciano, s.167-168, Mainstream, 2010

 

ABD’de bunlar olurken müttefikler Kuzey Afrika’daki İtalya ve Nazi Alman birliklerini yenmiş ve Afrika kıyısı ile Sicilya arasında Akdeniz’den başka bir engel kalmamıştı. Mafyanın anavatanı Sicilya müttefiklerin Avrupa’ya girmesi için bir sıçrama tahtası konumuna gelmişti.64 Basil Liddell Hart, İkinci Dünya Savaşı Tarihi, s.597, İş Bankası, 2018

 

Yeraltı Operasyonu ile ABD’nin doğu sahilinde amaçlarına ulaşan donanma istihbaratı İtalya’ya Sicilya üzerinden yapılacak sefer için ellerindeki suç ağını çalıştırarak çıkardıkları Sicilya’da güvenilebilecek kişiler listesini Washington’a sundu. Merkez komutanlık verilen isimlerin %40’ını onayladı.65 Newark, s.172 Bu gelişmeden sonra istihbarat mafyanın yerel bağlantılarından Sicilya’daki tüm limanların, kıyı şeridinin, iniş ve kalkışa uygun yerlerin bilgi ve fotoğraflarını topladı. Operasyonda bilgi sağlayanların büyük kısmı Luciano’nun hapse girmeden önce kurduğu uluslararası uyuşturucu ağının üyeleriydi.66 Newark, s.175

Operasyon Husky çıkarma alanları

Müttefiklerin Husky Operasyonu adını koydukları Sicilya operasyonunun yerel ilişkilerinde adı en çok anılan kişi Don Calogero Vizzini’dir. Vizzini ve Sicilya’da operasyonunda mafyanın rolü üzerine ‘işlemeli mendil’ vakasından mafyanın geçici yönetimdeki etkili olmasına, Sicilya’da müttefiklerin siyasi tercihlerinin mafyayı yeniden yükselişe geçirdiğine dair pek çok tartışma yürütülmektedir. Bazı araştırmacılar faşizm sonrası mafyanın yükselişi ile mafya arasındaki ilişkinin Michele Pantaleone’nin67 Michele Pantaleone Villabalı Leone ailesinin bir üyesi. İtalyan siyasetçi ve tarihçi. Komünist görüşleri ve tüm hayatı boyunca mafya karşıtı kampanyalarıyla tanınıyor. 1962’de kaleme aldığı kitabında anlattığı mini bir paraşütle Vizzini’nin evine indirilen kutudan çıkan Luciano’nun adının baş harfi işlenmiş mendil vakasının yazarı. Çoğu kişi bu vakanın uydurma olduğunu, Pantaleone’nin siyasi bir mesaj vermek istediğini iddia ediyor. kitabındaki hiç doğrulanmamış bazı olaylara dayandığını savunur.68 Tartışmalara bazı yaklaşım örnekleri için: Jonc Dickie, s. 194-196; Schneider ve Schneider, s.150-155; Francesco Renda, Sicilya Tarihi, Cilt 3, Palermo Pantaleone’nin kitabına dayandırılmış abartılı olduğu varsayılan öykülerin dışında Sicilyalı mafya üyeleri ile ABD istihbaratının yakın ilişkisi konusunda tarihsel olarak uyum gösteren pek çok vaka da bulunuyor.

 

ABD’li Sicilya mafyasının yerel ağlar üzerinden Sicilya’da savaşan çoğu Sicilyalı olan İtalyan askerlerine69 Basil Liddell Hart, İkinci Dünya Savaşı Tarihi, s.609 – 610, İş Bankası, 2018 direnmemeleri ve merkez komutanlığa bildirim yapmamaları yönünde telkinlerde bulunduğunu anlatan Pantaleone’nin70 Michele Pantaleone, Mafia and Politics, s.59, Chatto & Windus, 1966 iddiaları Sicilya’daki Alman ihtiyat birliklerinin ABD ve İngilizlerin karaya çıkmalarından bir saat sonra haberdar olması71 Hart, s.609 ve çıkarma yapan ABD ordusunun Vizzini’nin memleketi olan Villaba’ya ve oradan da Palermo’ya kadar neredeyse hiç direniş görmeden ulaşması gibi olaylar tarafından destekleniyor. Diğer yandan direniş olmama sürecine, Mussolini’nin Sicilyalı memurlar ve polis/askerleri İtalyan anakarasına çekip yerlerine anakaradan atamalar yapma girişimi ve General Mario Roatta’nın müttefiklere karşı direniş çağrısında Sicilyalıların gerçek İtalyanlar olmadığına dair iması ile radikalleşen Sicilyalılık düşüncesi de etki etmiş olabilir.72 Jack E. Reece, p.278 in Fascism, the Mafia, and the Emergence of Sicilian Separatism (1919-43), The Journal of Modern History, Vol. 45, No. 2, Jun., 1973, pp. 261-276

 

Yine de etkili liderlerden yoksun ve müttefiklerin çekindiği komünistler, faşist rejimle iş birliği içindeki liberaller ve sadece sınırlı bölgelerde etkin Sicilyalı ayrılıkçılar söz konusu olduğunda73 Reece., s.276 mafya bölgede yönetime en yakın adaydı ve öyle de oldu. Mafyanın yerel iletişimi Vizzini müttefikler tarafından belediye başkanı olarak atandı.74 John Dickie, Cosa Nostra – A History of the Sicilian Mafia, s.194 – 195, 2004 Adanın müttefiklerin eline geçmesinin ardından karşımıza çıkan panorama doğu yakası için başlayan iş birliğinin ‘Yeraltı’ndan Husky’ye kadar uzandığını gösteriyor.

 

Müttefikler adayı ele geçirdikten sonra İşgal Bölgesi Müttefik Askeri Yönetimi’ni kurdular. Bu yönetim altıncı ayında bölgede yaşanan yiyecek krizi ve yükselen karaborsa faaliyeti ve suç oranları ile mücadele etmek yerine Sicilya’daki tüm siyasi aktiviteleri yasakladı. Kasaba ve köylerde karşısına çıkan karmaşık bir yönetim sorununu çözmek için kurulacak yönetimlerin faşist veya sosyalist ya da komünist olmamasında kendi aralarında uzlaştılar.75 Dickie, s.197 Daha önce Luciano’nun topladığı isimler Washington’a sunulmuştu, benzer bir liste İngiliz Savaş Ofisi tarafında da yapılmıştı ve mafya konusunda çekimser değildi. İngilizlerin listesinde bir mayfa lideri için ‘eğitimli değil ama etkili’ deniyordu. CIA Palermo ofisi de mafya ile iş birliğini sürdürüyordu.76 Dickie, s.198

 

Normalleşme ve savaş sonrası dönemde İtalya’da mafya hızla eski günlerinden de güçlü bir döneme girdi. 1980’lere kadar tüm İtalya’da siyasetten orduya okullardan sokaklara tüm ülkeyi kontrol eden mafya ile Mussolini’yi ortaya çıkaran ortak tarihi nedenler onları düşmanlaştırmıştı. Mafya Mussolini ve Mori’den intikamını ABD Doğu Yakası’nı koruyarak ve Sicilya için istihbarat sağlayarak almıştı. Ancak bu Sicilya mafyasının istihbarat ile hikayesinin sonu değildi.

 

14 Temmuz 2020 0 Yorum
1 FacebookTwitterWhatsappEmail
Yeni Gönderiler
Eski Gönderiler

Son Yazılar

  • Great power competition, the Arab League, Syria, and Turkey
  • Büyük güçler mücadelesi, Arap Birliği, Suriye ve Türkiye
  • YPG ve Türkiye merkezli Marksist-Leninist örgütler: ABD şemsiyesi altında ittifak
  • Helikopter kazası PKK’nın gizli hava koridorunu ortaya çıkarmış olabilir
  • IEA appointed diplomat in Istanbul: A shadow consul?

Son Gönderiler

  • Great power competition, the Arab League, Syria, and Turkey

    23 Mayıs 2023
  • Büyük güçler mücadelesi, Arap Birliği, Suriye ve Türkiye

    21 Mayıs 2023
  • YPG ve Türkiye merkezli Marksist-Leninist örgütler: ABD şemsiyesi altında ittifak

    23 Mart 2023

Kategoriler

  • Genel (79)
  • Haber (174)
  • Twitter
Footer Logo

@2021 - All Right Reserved. actafabula.net