ActaFabula
  • Anasayfa
  • Bülten
  • Haber
  • İletişim
ActaFabula
  • Anasayfa
  • Bülten
  • Haber
  • İletişim
Kategori:

Genel

Genel

Prag Baharı’ndan Günümüze Rusya’nın Dış Politika Doktrinleri

by Acta Fabula 1 Ocak 2021
written by Acta Fabula
PRAG BAHARI’NDAN GÜNÜMÜZE RUSYA’NIN DIŞ POLİTİKA DOKTRİNLERİ
Levent Kemal - M. Çağatay Cebe

Bugün çok konuşulan Avrasyacılık1 Bkz: Vladimer Papava; The Eurasianism of Russian Anti-Westernism and the Concept of Central Caucaso-Asia; November 2013; Russian Politics and Law Vol. 51(No. 6):45-86 –  Natalia Morozova; Geopolitics, Eurasianism and Russian Foreign Policy Under Putin; 2009, Volume 14, Issue 4, The Geopolitics Journal – Mark Bassin; Classical  Eurasianism and The Geopolitics of Russia Identity; Department of Geography University College London – Bassin, Glebov, Laruelle; Between Europe and Asia: The Origins, Theories, and Legacies of Russian Eurasianism; 2015, University of Pittsburgh Press – Rus Jeopolitiği – Avrasyacı Yaklaşım; Aleksandr Dugin, Küre Yayınları – Meşdi İsmayılov, Avrasyacılık, Doğu-Batı Yayınları. ve Avrasyacılığın başını çeken Rusya’nın dış politikası her zaman dönemsel ve birbirini takip eden doktrinlerin çevresinde şekilleniyor. Bu doktrinlerin temelinde Napolyon’u mağlup ederek kendisini Avrupa’ya uyum2 Kyle M. Lascurettes, The Concert of Europe and Great-Power Governance Today What Can the Order of 19th-Century Europe Teach Policymakers About International Order in the 21st Century? RAND Publication, February 2017 ile kabul ettiren Çarlık dönemi ile, Sovyet devrimi ve devrime muhalif aydınların entelektüel müktesebatı ve iki kutuplu soğuk savaş döneminin etkileri yatıyor.

 

Napolyon’un Çarlık Rusya’sı tarafından durdurulmasından yaklaşık yüz otuz yıl sonra Rusya bu sefer Sovyet iktidarında Nazi güçlerine karşı giriştiği mücadele ile kendisini Avrupa’nın ortasında buldu.3 II.Dünya Savaşı’ndan sonra, Sovyetler Birliği kontrolünü Doğu Avrupa’ya genişletti. Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan, Doğu Almanya, Polonya, Romanya ve Yugoslavya’daki hükümetleri devraldı Bağımsızlığın ardından ABD’nin dünya siyasetine etkin şekilde müdahil olması ve art arda gelen dünya savaşları nedeniyle Avrupa dünyanın merkezi olmaktan çıkmıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde ise kıta Sovyet Rusya-ABD soğuk savaşında arada kalmış haldeydi. 

 

Bu dönem aynı zamanda ülkenin merkezi olarak nitelenebilecek kesiminin, Komünist ideoloji sayesinde kimlik bunalımını geri bırakıp böylece Rusya’nın rekabetçi bir çizgiye yerleştiği dönemdi. Artık Batı ve onun kapitalizmi özenilecek bir odak değil, her yönden alt edilip geride bırakılacak bir düşmandı. I. Petro’nun Avrupalılaşma girişimi ile temelleri sarsılan Çarlık döneminin mesihçi-dini düzen ve idealleri Sovyet komiteleri tarafından alaşağı edilmişti. En azından Sovyet deneyiminin 1945’ten sonraki üç on yılı bu şekilde düşünüyordu. Karşıtında da bir şekilde Sovyet parti bürokrasisi ile aynı şekilde yankı bulan bu düşünce, Avrupa ve ABD güvenlik yaklaşımlarını derinden etkilemişti. Çift kutuplu dünya çeşitli mücadele alanları içinde git-geller yaşıyordu.

 

Ne var ki bu durum çok uzun sürmedi. Gorbaçov döneminin Glasnost ve Perestroyka politikaları ile Rusya geçmişinin hesabı öderken sancılı bir geçiş dönemine girdi. Bu süreç siyasal, askeri ve yapısal olduğu kadar Sovyetler sonrası dönem için Moskova’nın kendisini yeniden bir kimlik, güvenlik ve dış politika bunalımının içinde bulmasına neden oldu.

 

Ancak bu bunalım Moskova’nın ilk bunalımı, dış politika perspektifi konusunda yeni siyasal ortamdan dolayı oluşan boşluğu doldurma ihtiyacında bocaladığı ilk dönemi değildi. Sovyet devri için çokça ifade edilen, devrim ihracı olarak basit şekilde isimlendirilmiş Sovyet dış politikası, İkinci Dünya Savaşı ile ciddi şekilde değişmişti. Savaş, Maoizm’in doğuşu, ulusal karakterdeki sosyalizm mücadeleleri ve Sovyet sisteminin bürokratik bir diktatörlüğe dönüştüğü4 Bu konudaki genel eleştiriler Sovyet devriminin erken döneminde Troçki ve takipçileri tarafından dile getirilmiştir. Bu konuda Troçki’nin 4. Enternasyonel Girişimi notlarına ve dönem eleştirilerine bakılabilir. Diğer yandan Sovyetlerin parti diktatörlüğüne dönüşmesi ile ilgili eleştiriler Stalinizm çevresinde odaklansa da 1980-90’larda dünyadaki pek çok sosyalist hareket parti seçkinciliğine dayanan Sovyetik sistemi eleştirmiş, demokratik olmadığını ifade etmeye başlamıştır şeklindeki eleştiriler ve benzeri etkiler Sovyet sistemini kendi sınırları içinde bile zorlar hale gelmişti.

 

İkinci Dünya Savaşı öncesinde, çevresindeki ülkelere göre daha demokratik olarak nitelenebilecek olan5 Antoine Marès, History of the Czechs and Slovaks, Paris, Perin, s. 397 Çekoslovakya bu minvalde Rus dış politikasında müdahaleci doktrinlerin inşasına etkisi bakımından önemli bir yer tutmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı sonuçları nedeniyle otoriter-faşist rejimlerin yaygınlaştığı Avrupa’da nadir demokratik rejimlerinden birine sahip olan Çekoslovakya hem kendi tarihini hem de Rus siyasi yaklaşımını İkinci Dünya Savaşı sonrasında sürdürmeye çalıştığı demokrasi ile değiştirmiştir. Çok partili Çekoslovak siyasi yaşamındaki politik zenginlik 1945 sonrasındaki Sovyetik etki ile kaybolmuş, siyasi hayat negatif manada basitleşmiştir.6 Ateş Uslu, Prag Darbesi’nden Prag Baharı’na: Çekoslovakya’nın yirmi yılı (1948-1968), Devrimci Marksizm, 6-7: 150-177, 2008

 

Nazi işgali döneminde Nazilere karşı mücadeleleri nedeniyle öne çıkan Komünistler Çekoslovakya’nın siyasi hayatında, Sovyetlerin de etkisi ile, öne çıkmıştı. Ancak ülkenin önünde ciddi sorunlar vardı. Uzun süre bu sorunları çözmekte başarısız olan Çekoslovakya, Moskova’da Stalin’in liderliğe geçmesi ile sert bir Stalinizasyon dönemi yaşadı. 1960’lı yılların ortasına kadar Çekoslovakya Komünist Partisi Stalin döneminin sert uygulamalarına devam etti. 60’ların ikinci yarısında ise ülkede bir çözülme evresi yaşanmaya başlandı. Bu süreçte Stalin dönemiyle doğrudan bağlantısı olan parti ve devlet yöneticileri görevden alındı. 1952-53 yıllarında siyasi polisi yöneten Karol Bacílek Slovak Komünist Partisi birinci sekreterliğinden azledildi ve yerine Alexander Dubček getirildi.7 A.g.m. Dubček daha sonra Çekoslovak Komünist Partisi sekreteri oldu ve hızla reformlara yöneldi. Stalin döneminin ve Moskova’nın tercihi olan baskı mekanizmalarını kaldırmaya başlayan Dubček’in bu hareketi Moskova’da sosyalizm düşmanlarının güçlendirilmesi olarak nitelendi.8 Jon Bloomfield, The “Prague Spring” Re-assessed, Marxism Today, May, 1978

Sovyetler Birliği Dış Politikası: Breznev Doktrini

Sovyetler Birliği’nin uluslararası ilişkilere olan bakış açısı işte bu sırada, 1968 yılında, değişti. Çekoslovakya’nın başkenti Dubček’in reformlarını bastırmak isteyen Sovyet ve Varşova Paktı askerleri tarafından işgal edildi. Prag’ta işgal karşıtı başlayan halk gösterileri işgalci askeri birlikler kullanılarak bastırıldı.9 Chapple, Amos. “Invasion: The Crushing Of The Prague Spring.” Radio Free Europe / Radio Liberty Bu gelişmeyle birlikte Sovyetler Birliği, 1968 yılının Kasım ayında “Breznev Doktrini” adıyla da bilinen dış politika modeliyle yeni bir yapılanmaya gitti.

 

Başka ülkelerde Sosyalizm ve Moskova ile olan bağların zayıflamasının bütün bir sisteme yönelik tehdit olduğu düşünen Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Leonid Breznev, Batılı devletlerin geliştirmiş oldukları taktik ve stratejilere cevap olarak kendi doktrinini oluşturmuştu. Sosyalist kanadın güçlenmesini isteyen Breznev, içinde bulunulan Soğuk Savaş halini sıcak bir savaşa çevirmemek amacıyla diğer ülkelerde “devrim ihracı” ile güçlenmeyi hedefledi. Bu yaklaşım Rusya’nın Sovyetler sonrası döneminde uygulayacağı askerlik dışı unsurların askerileştirilmesi ve savaşın yeniden tasarlanması fikrine öncülük edecek. Rusya Federasyonu sıcak savaştan kaçınma stratejisini sürdürecek ancak araçları değiştirecektir.

 

Barışçıl bir atmosferde ilerlemesi planlanan Breznev’in devrim ihracı, diğer ülkelerdeki mevcut hükümetlerin ideoloji temelli bir şekilde devrilmesini ve karşı devrim hareketlerini bastırmayı amaçladı. Bu faaliyetlere ise en çok “sosyalist bağın zayıf olduğu ülkeler”de odaklanıldı.10 Mitchell, R. (1972). “The Brezhnev Doctrine and Communist Ideology.” The Review of Politics, Vol. 34, No. 2, s. 202 Ülke yönetimlerinin sadece proleter devrim11 Proleter devrim, Karl Marx ve Friedrich Engels’in sosyo-ekonomik düzlemde geliştirdikleri bir siyaset bilimi teorisidir. Halkın devrim yaparak devletin yönetim araçlarını ele geçirmesini temel alır. bkz. Blackburn, R. (1976) “Marxism: Theory of the Proletarian Revolution,” New Left Review, No. 97 ile gelen Sosyalist bir rejimle yönetilmesi gerektiğini savunması sebebiyle Breznev Doktrini aynı zamanda batı dünyasında “Sınırlı Egemenlik Doktrini” olarak da anıldı.12 Baroch, C. (1971). “The Brezhnev Doctrine.” American Bar Association Journal, Vol. 57, No. 7, s. 688

 

Breznev Doktrini’ne göre karmaşık bir bürokrasi ağ yapısına sahip olan Sovyetler Birliği, kendisini dünyanın merkezine yerleştirdi. Dünya güçlerinin bağıntısında13 Güçlerin Bağıntısı; Sovyetler Birliği dış politika planlamasında yer alan en önemli kavramlardan bir tanesi. Dünyadaki askeri, siyasi ve ekonomik anlamda karşı karşıya gelmelerin tanımlanmasında kullanılır. bkz. Sivonen, P. (1987) teoriler, yaşanan niteliksel değişim, uluslararası ilişkilerin yeniden yapılanmasındaki ana unsur olarak görüldü. Bu niteliksel değişimin en büyük tamamlayıcısı olarak kendisini gören Sovyetler Birliği, bu küresel değişimin merkezinde istikrarlı bir güç olarak yine kendini yerleştirdi. Özetle bu doktrin; doğu bloğunun dışında gerçekleşen devrim hareketlerinin Sovyetler Birliği’ni güçlendirmesini ve kapitalist yapılara karşı baskın bir hale gelmesini amaçlıyordu.14 Mitchell, R. (1978). “A New Brezhnev Doctrine: The Restructuring of International Relations.” World Politics, Vol. 30, No. 3, s. 389 Sovyetler Birliği, devrimci değişimin büyümesi ve batı karşıtı bir kurtuluş mücadelesi olarak Orta Doğu’daki ülkelere hem koruyucu oldu hem de müttefik olarak destek verdi.15 Chubin, S. (1982). “Gains for Soviet Policy in the Middle East.” International Security, Vol. 6, No. 4, s. 131

 

Ancak bu sert müdahale bölge ülkelerini çok uzun süre Sovyet şemsiyesi altında tutamadı. Silahlanma yarışı, işgal girişimleri, uluslararası sistemi ülkeler bazında sosyalist devrimlerle etkileme girişimlerinin maliyetleri, ekonomik krizler ve Baltık’tan yükselmeye başlayan bağımsızlık sesleri Sovyet Moskova’yı zorluyordu.

 

İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında fiili genişleme yaşayan Sovyetlerin dönüştüğü federasyon cumhuriyeti, merkez ve çevrenin ilişkisini artık bir arada tutamayacak kadar zayıflamıştı. Yevgeniy Primakov’un Sovyetlerin yıkılışını sorguladığı paragrafın ilk sorunsalı da budur: “Sovyetler Birliği’nin varlığı neden sonlandı? Bu soruya tek bir cevap vermek mümkün değil. SSCB’nin çökmesinin nedenlerinden bir kısmı federal yapısının mükemmel olmamasından, öznel beceriksizliklerden ve Sovyet yöneticilerinin hatalarından kaynaklanmaktadır. Son olarak da Gorbaçov ile Yeltsin arasındaki karşıtlık durumun bu yönde gelişmesine son derece olumsuz etki etmiştir. ABD ve NATO’daki müttefikleri de başlıca olmasa da belirli bir rol oynamışlardır.”16 Yevgeniy Primakov, Politikanın Mayınlı Tarlası, Selis Kitaplar, 2008, s.112

 

Primakov Perestroyka’nın acıklı sonu başlığını taşıyan bölümde zayıf federalizmin yanında pek çok sorun sayar. Bunların başında parti ile devletin iç içe geçtiği siyasal sistemin sorunlara çözüm bulamayışı, merkez-çevre ilişkisindeki ekonomik akış ve işleyişin siyasal sistemden etkilenişinin getirdiği bozukluklar da dahildir.17 A.g.e., s.112-131

 

Primakov’un bahsettiği tehlikelerin bir kısmı Breznev döneminde öngörülmüştü. Bu nedenle Breznev bir yandan sosyalist ülkeleri Moskova’ya bağlı tutmaya çalışırken bu amaç diğer taraftan Batı ile kısmi bir yumuşama siyaseti yürütüyordu. Daha çok askeri konular ve sınırların zorla değiştirilmesi içeriklerine odaklansa da bu dönem yumuşama (detant) politikası18 Prof. Dr. İsmet Giritli, Detente’e dair, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası Cilt: XLII Sayı 1-4, 1977 Sovyetlerin ekonomideki ciddi sorunları için görece iyileşme getirmişti.19 Prof.Dr. İsmail Özsoy, Sovyet Sisteminin Çöküşünden Tarihî ve Evrensel Dersler, Bilig / Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi. 2006; 0(39): 163 – 194. Ancak ne Kruşçev ne de Breznev dönemindeki ekonomik planlar tam olarak başarılı olmuştu. Çünkü “şu veya bu fabrikanın inşaatı konusu bile çoğunlukla ekonomi temelinde değil, politik motiflerle ele alınmıştı.”20 Yevgeniy Primakov, Politikanın Mayınlı Tarlası, Selis Kitaplar, 2008, s.113

 

Bu dönem dış politikada Sovyetler Baltık’ta ve güney şeridi olarak anılan Türki cumhuriyetlerdeki bağımsızlık düşünceleri ile baş etmeye çalışıyordu. Diğer yandan ileri karakol olarak görülen Doğu Almanya da birleşme düşüncesi demokratik reform talepleri ile dillendirilmeye başlanmıştı. 1958 Berlin bunalımı, 1961 duvarın başlangıcı, Batı Almanya’nın Hallstein Doktrinini21 Bkz: Hallstein Doctrine terk ederek Doğu ile iletişime geçme çabalarını takip eden Breznev’in yumuşama dönemi ve ardından gelen açılımcı Gorbaçov dönemi Moskova’da pek çok şeyi değiştirecekti.

 

Gorbaçov iktidarının ilk yılında “ekonominin temel probleminin merkezî ve katı bir planlamadan kaynaklandığını tespit etmiştir. Dünyaya kapalı kalmasının bir sonucu olarak çağ dışı kalan ve hantallaşan sistemin ve toplum hayatında yaşanan durgunluğun ancak köklü hamlelerle çözülebileceği kanaatini taşıyan Gorbaçov, Şubat 1986’da Perestroyka (Yeniden Yapılanma) ve Glasnost (Açıklık) politikalarının kabul edilmesini sağladı.”22 Prof.Dr. İsmail Özsoy, Sovyet Sisteminin Çöküşünden Tarihî ve Evrensel Dersler, Bilig / Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi. 2006; (39): 163 – 194. Gorbaçov’un serbest piyasaya geçiş ve çözülme, 9+1 anlaşması ile Sovyetlere son verip Bağımsız Devletler Topluluğu’na geçiş girişimine karşı ordu, KGB ve SBKP’nin muhafazakâr kesiminin darbe planı başarısız oldu. Gorbaçov, darbe girişiminin ardından istifa etti ve Sovyetler Birliği resmen sona erdi.

İç içe doktrinler döneminin miladı: Yakın Çevre Doktrini

Primakov’un doktrini esasen Andrei Kozyrev, Pavel Graçev ve Evgeni Ambartsumov’un imzasını taşıyan Yakın Çevre Doktrininin genişletilmiş bir hali idi. Yakın Çevre Doktrini bu isimle 1993 yılının sonunda Rusya Federasyonu’nun ilk resmi dış politika doktrini olarak ortaya çıkmıştır. “Perestroykayla beraber Rus Dış Politikasının önceliği olarak görülen Batıyla ilişkiler, bu tarihten itibaren yerini merkezi Avrasya’yı hedefleyen yaklaşıma bırakmıştır. Rusya’nın yeni dönemde resmi bir dış politika oluşturması beklenen bir durumdu, ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra meydana gelen politik gelişmeler Yakın Çevre Doktrini”nde Avrasyacı yaklaşımın izlerinin belirgin olmasına neden olmuştur.”23 A. Sait Sönmez, Yakın Çevre Doktrini Bağlamında Yeltsin Dönemi Rusya Federasyonu’nun Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri ile ilişkileri, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2010

 

Yakın Çevre Doktrini esasen erken dönemleri için savunmacı bir doktrin olarak değerlendirilebilir. Çünkü ortaya atıldığı dönemde küresel güç dengesi Moskova’nın aleyhineydi. Büyümeye başlayan Çin’in genişlemeci bakış açısı, Avrupa’nın bağımsızlığını kazanan Varşova ülkelerindeki hızlı yapılanmaları ve Kuzey Kutbu’nda kaybedilmek üzere olan mücadele gibi acil sorunlarla yüz yüze olan Moskova Yakın Çevre Doktrini ile öncelikle ileri savunmayı ve Sovyetler döneminde merkezi temsil eden yeni Rusya’yı güçlendirecek stratejik çıkarları hedefliyordu. Ancak bu yaklaşımın ana ekseni genel olarak güney çeperi olarak düşünülüyordu. “Sovyet sonrası dönemde Güney Kafkasya bölgesi, etnik çatışmalar, Hazar’daki enerji kaynakları ve petrol boru hattı güzergahları gibi konularla uluslararası politikada öne çıkmıştır. Yeltsin yönetiminin Güney Kafkasya politikası genel olarak, etnik gerginliği kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak, Hazar’daki enerji kaynaklarının Rusya üzerinden Batı piyasalarına taşınmasını sağlamak ve Doğu Karadeniz’deki limanları kontrol altına almak şeklinde özetlenebilir. Yeltsin yönetimi döneminde yukarıda belirtilen hedefe ulaşmak için iki önemli strateji geliştirilmiştir: güç kullanımı doğrultusunda bölgedeki Rusya’nın bölgedeki etkisinin artırılması (stratejist grubun yaklaşımı), Hazar ve çevresinde Rusya’nın ekonomik çıkarlarının korunması (ekonomik pragmatist grubun yaklaşımı). 1992 yılına kadar daha ziyade ikinci grubun yaklaşımı Rus Dış Politikasına hâkim olmuşken, özellikle Yakın Çevre Doktrininin ilanından sonra birinci grubun yaklaşımı öne çıkmıştır.”24 A.g.m.,

Rusya’nın Değişen Dış Politikası ve Primakov Doktrini

Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte Boris Yeltsin dönemi başladı. Sovyetler Birliği’nin dış politikasının tam ters bir çizgide, batı yanlısı bir politika izlemeye başlayan Yeltsin ve ekibi, Avrupa’ya dönüşü amaçlıyordu.25 Malcolm, N. (1994). “The New Russian Foreign Policy.” The World Today, Vol. 50, No. 2, s. 29 Ancak Yeltsin’in yeni dış politika yaklaşımı Duma Meclisi’nde yaşanan sorunlar sebebiyle zorlanıyordu. Dışişleri Bakanı’nın makamında yetersiz kalması yüzünden Yeltsin, yeni bir bakan seçme yolunu tercih etti.26 Freedman, R. (2001). “Russian Policy Toward The Middle East: The Yeltsin Legacy and the Putin Challenge.” Middle East Journal, Vol. 55, No. 1, s. 61 Orta Doğu uzmanı olan, daha sonra dış istihbarat şefliği ve Başbakanlık da yapacak27 Gould, Paul. “Yevgeny Primakov, Kremlin Politician, 1929-2015.” Financial Times, 26 June 2015 olan Yevgeniy Primakov, 1996 yılında Rusya Dışişleri Bakanlığı’na getirildi. Sovyetler Birliği’nin dış politikasındaki ideolojik temel yerine pragmatist olmayı tercih eden Primakov tek kutuplu dünyaya karşıydı. Rusya’nın kısa zamanda ilişkilerini kuvvetlendirerek oyuna dönmesini isteyen bakan, Amerika’nın karşısında bir güç olarak Moskova’nın yer almasını istiyordu.28 Pihla Bernier, (2018).  “Yevgeny Primakov’s Operational Code and Russian Foreign Policy”, Master’s Thesis in International Relations, University of Tampere s. 30

 

Primakov’un dış politikadaki en baskın görüşü ise eski Sovyetler Birliği’ne bağlı çevre ülkelerle daha yakın ilişkiler güdülmesi, Amerika ve genişleyen NATO ile bağlantılı kurumlara karşı adımlar atılması Çin ile işbirliği yapılması yönündeydi.29 Rumer, E. (2019). “The Primakov (Not Gerasimov) Doctrine in Action.” Carnegie Endowment for International Peace, s. 4 Amerika’nın Orta Doğu ve Avrasya’daki politikalarına karşı olup, Rusya’nın bu iki bölgedeki nüfuzunu artırması için Rusya-Hindistan-Çin üçlü iş birliği fikriyle BRICS ve Şanghay İş birliği Örgütü oluşumlarının temellerini 1990lı yıllarda attı.30 Simha, R. Krishnan. “Primakov: The Man Who Created Multipolarity.” Russia Beyond, 27 June 2015 Primakov döneminde Irak ile ilişkiler kaldığı yerden devam ettirilmeye çalışıldı. Irak’a uygulanan petrol ambargosunu kaldırmak için uğraşan Rusya, böylece Bağdat’ın kendisine olan borçlarını ödemesini ve yeni anlaşmalar yapmasını amaçladı.31 Primakov’s Foreign Policy, The Washington Institute for Near East Policy Yevgeniy Primakov’un siyasi hayatındaki son dönemleri ise Vladimir Putin’in Dış İlişkiler Danışmanı ve Özel Elçisi olarak sürdü.

 

1968 yılından beri Saddam Hüseyin ile tanışıklığı32 Ex-Russian FM Sympathizes with Kurds, Warns against Relying on Moscow, Kurdistan24, 4 Feb. 2018 olan Primakov, 2003 yılında Amerika’nın Irak’ı işgal etmesinden hemen önce Putin’in mesajını iletmek üzere Bağdat’a gitti. Amerika’nın Irak’ı işgal etmesini önleyebilmek için Saddam Hüseyin’e istifa etmesi ve elindeki kimyasal silahları Birleşmiş Milletlere (BM) teslim etmesini kapsayan bu teklif, Saddam tarafından

 

reddedildi.33 Ramani, Samuel. “Yevgeny Primakov- The Ideological Godfather of Putinism.” HuffPost, 14 July 2016 Her ne kadar Primakov daha sonra yaşamını yitirse de oluşturmaya başladığı dış politika adımları Putin döneminde uygulanmaya devam etti.

 

Güçlü ve uluslararası kamuoyunda etkili bir Rusya) amacı güden Primakov Doktrininin askeri alandaki ilk uygulaması 1998 yılında Abhazya’daki çatışmalarda görüldü. Devamı ise Çeçenya (1999), Güney Osetya/Gürcistan (2008), Ukrayna (2014) müdahaleleri ile gelirken34 The Primakov Doctrine: Shaping Russian Foreign Policy Orta Doğu’da bu uygulama Suriye’de yaşanıyor. Breznev Doktriniyle de benzerliği olan Primakov Doktrini, sadece Sosyalist veya yakın bir ideolojiye sahip ülkelere yardım etmek ve bu ideolojiyi ihraç etme amacı gütmüyor. Bunun yerine çıkarlarına uygun olarak herhangi bir ülkeye destek vermeye hazır bir yaklaşım sunuyor. Yevgeniy Primakov’un Rus dış politikasını şekillendirmesindeki bu yaklaşımının “Primakov Doktrini” olarak anılması gerektiğini ise 2014 yılında yapılan anma töreninde Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov dile getirdi.35 Lavrov Predicts Historians May Coin New Term: the Primakov Doctrine

Eski Çar Öldü, Yaşasın Yeni Çar: Vladimir Putin

1998 yılında neredeyse iflasa sürüklenen Rusya36 Aris, B., Remembering Russia’s 1998 Financial Crisis , Vladimir Putin’in 2000 yılında devlet başkanı seçilmesiyle seyir değiştirmeye başladı. İki yıl gibi kısa bir sürede alınan dış borçlarda düşüklük yaşanması ekonomi alanında oldukça olumlu gelişmelere yol açarken, her geçen yıl yurtiçi hasılada da yükseliş devam etti. Öyle ki sadece kendi ülkesinde istihdam sorunu çözülmedi, eski Sovyetler Birliği ülkelerinden binlerce insan Rusya’ya iş aramak için gelmeye başladı.37 Fakiolas, T., & Fakiolas, E. (2009). “Domestic Sources of Russia’s Resurgence as a Global Great Power.” Journal of International and Area Studies, Vol. 16, No. 2, s. 93 Komşu ülkelerle bu ilişkiler sadece halkın iş aramak için Rusya’ya gitmesiyle de sınırlı kalmadı. Yevgeniy Primakov’un eski Sovyetler Birliği ve Asya ülkeleriyle iş birliği yapılmasına yönelik politikaları, Primakov ve Yakın Çevre doktrinleri, Putin tarafından stratejist bakış açısını tamamlamak için ekonomik fayda temelinde güçlendirilerek devam ettirildi.

 

Atlantik bireyciliği yerine ortaklaşmacılığı savunan Putin38 Putinism and EU Federalism: What’s the Difference, International Policy Digest, 13 Feb. 2019 , Orta Asya ülkeleriyle güvenlik ve ekonomik alanlarda anlaşmalar imzalayarak, çeşitli organizasyonlar kurdu.39 Torbakov, I. (2004) “Russia’s Eastern Offensive: Eurasianism Versus Atlanticism.” The Jamestown Foundation Eurasia Daily Monitor Volume, Vol. 1, Issue, 38 Kremlin’in geçmişteki bağlar üzerinden Asya ülkeleriyle kurduğu bağlar sebebiyle “Avrasyacı” bir tavır ortaya çıktı.40 Klump, D. S. (2011) “Russian Eurasianism: An Ideology of Empire.” Wilson Center Böylece Amerika’nın bölgede oluşturmayı amaçladığı nüfuzu engellemek için eski Sovyet bağları kullanıldı. Bu bağlar ve coğrafya Putin’in düşüncesine göre hem bir fırsat hem de riskti.

 

Putin’in ikinci kez seçilmesi41 Seth Mydans; As Expected, Putin Easily Wins a Second Term in Russia ve gücünü pekiştirmesi ile Rusya’nın sürdürdüğü politika doktrinlerine Putin Doktrini de ekleniyordu. Putin’e göre NATO’nun eski Sovyet ülkelerine doğru genişlemesine sessiz kalınmamalıydı. Rusya enerji piyasasının arz kısmındaki gücünü transit rotaların ve gaz projelerinde de göstermeli, sınırları dışında da olsa Rusya’nın çıkarına ters olan herhangi bir enerji transfer projesine izin vermeyecek şekilde çevre etkinliğinin gerçekleştirilmesi gerekiyordu.42 Salih Yılmaz, Putin Dönemi Rusya Dış Politikası ve Güvenlik Doktrinleri, Nobel, 2019, s.56 Özellikle Afganistan işgali sebebiyle Amerika’nın bölgedeki askeri varlığı şüphesiz Rusya için potansiyel bir tehdit unsuruydu.43 The U.S. War in Afghanistan 1999 – 2020 Timeline, CFR Amerika ve NATO karşıtı bir çizgide dış politika sürdüren Putin, 2008 yılında bu konuda ilk sınavını verdi. Gürcistan’ın NATO üyeliğinin gündemde olduğu dönem Gürcistan’ı Batı yanlısı bir çizgiden uzaklaştırmak adına tıpkı Çekoslovakya örneği gibi, Yakın Çevre ve Yevgeniy Primakov’un yaklaşımı doğrultusunda askeri müdahale gerçekleştirdi. 2011 yılında konuşan dönemin Rusya başbakanı Dimitri Medvedev, yapılan bu askeri müdahale sonucunda NATO’nun genişlemesini önledikleri söyledi.44 Dyomkin, Denis, Russia Says Georgia War Stopped NATO Expansion, Reuters 2008 yılındaki bu müdahaleyle birlikte askeri anlamda yetersiz kaldığını gören Rusya, aynı yıl içerisinde silahlı kuvvetlerinde modernizasyona gitme kararı aldı. Niceliksel olduğu kadar niteliksel de değişim yaşayan Rus Silahlı Kuvvetleri, yurt dışındaki hedeflere yönelik hızlı müdahale için yeniden yapılandırıldı.45 Maxim Pyadushkin, Russia’s Military Modernization Under President Putin, Aviation Week, 2015 Bu yapılandırma Putin’in ikinci kez iktidarı ele geçirmesinden sonra çizdiği doktrinin gerekirse askeri güç kullanmaktan çekinilmeyeceği ifadesinin gereği idi.

 

Putin’in özellikle Baltık ve Karadeniz ülkeleri ile güney çeperdeki ülkeleri hedefleyen doktrini kendiliğinden bir şekilde tek kutuplu dünyaya da bir karşı çıkıştı. Bu de facto pozisyon 2007 yılında Putin’in Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşma ile resmi bir hal aldı.

 

“Tek taraflı ve çoğu kez gayri kanunlara aykırı olan tedbirler hiçbir sorunu çözememiştir. Ayrıca, bu tedbirler insanlık için yeni trajedilere neden olmuş ve yeni gerilim noktaları yaratmıştır. Kendiniz değerlendirin: savaşlarla yerel ve bölgesel çatışmalara son verilememiştir. Bugün, uluslararası ilişkilerde askeri gücün sınırsız kullanımına şahitlik etmekteyiz. Bu güç dünyayı daimî çatışmalara sürüklemektedir. Uluslararası hukukun temel ilkelerinin her geçtiğimiz gün önemini kaybettiğinin şahidi olmaktayız. Aslına bakıldığında, bağımsız yasal normlar bir devletin hukuk sistemine benzemektedir. Bu tek devlet en başta ABD, her yönden ulusal sınırlarının ötesine çıkmıştır. Bunun kanıtı ABD’nin diğer halklara dayattığı ekonomik, siyasi, kültürel ve eğitimsel politikalardır. Bu son derece tehlikeli bir durumdur,”46 Speech and the Following Discussion at the Munich Conference on Security Policy, President Of Russia diyen Putin bu konuşma sonrasında askeri müdahalelerin yanı sıra ekonomik ve siyasi entegrasyon projelerine de hız verdi. Bu esnada 2008 yılındaki Gürcistan müdahalesi sırasında Rus siyasetçi Medvedev tarafından Rusya’nın eski Sovyet ülkelerinde güç kullanma hakkı olduğunu savunan bir strateji belgesi ortaya çıkmıştır. Medvedev doktrini olarak gündeme gelen bu yaklaşıma göre Rusya vatandaş/soydaşlarının yaşadığı veya Rusya’nın ekonomik çıkarlarının tehdit edildiği bölgelere yönelik herhangi bir taarruza cevap verecekti.47 George Friedman, The Medvedev Doctrine and American Strategy, Stratfor, Sep 2, 2008

 

Ancak askerî açıdan Rusya’nın yanı başındaki eski Sovyet ülkelerine müdahalesi kolay olsa da tümünü askeri olarak elde tutmanın zorluğu ortada idi. Bu nedenle Putin 2011 yılında yazdığı bir makale ile 2012 yılında Belarus ve Kazakistan ile uygulanacak gümrük birliğinin genişletilerek Avrasya Birliği’ne dönüştürme düşüncesini ifade etti.48 Vladimir Putin, A new integration project for Eurasia: The future in the making, Izvestia, 3 October 2011 Yeni oluşumun Avrupa Birliği’ni aşacak bir entegrasyon seviyesini hedeflediğini belirten Putin, önerisinin Sovyetler Birliği’ni diriltme girişimi olmadığının da altını çizdi: “Geçmişten bir şeyi kopyalama veya yeniden hayata geçirmeye çalışmak saflık olur. Yeni bir siyasi ve ekonomik temelde daha güçlü entegrasyon ve yeni değerler sistemi oluşturulması bu çağda kaçınılmaz.”49 A.g.m.,

 

Putin bu amacını gerçekleştirmek için askeri yapılandırmanın ve yeni tip askeri araçların dizaynı döneminde eski Sovyet ülkelerine Finlandizasyon50 Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Finlandiya’nın politikalarına etkisini tanımlamak için kullanılan terim. Bkz: Finlandization in Action: Helsinki’s experience with Moscow; August 1972; CIA Report  politikası uyguladı. Örnek olarak “Güney Kafkasya’nın iki devletine Azerbaycan’a ve Gürcistan’a, aynı zamanda Ukrayna’ya karşı sert politikalar” izlemiş ve “Kremlin’in bu devletlerin Batı’yla dış politik ilişkilerinde Rusya’nın çıkarlarına öncelik tanınması şartı” koşmuştur.51 Elnur İsmayılov, 21. Yy’da Rusya Dış Politika Doktrinlerinde Güney Kafkasya ve Orta Asya değerlendirmesi, Marmara Üniv. Siyasal Bilimler Dergisi 2013, cilt I, sayı I, s.98

 

Bu yaklaşım, Yakın Çevre Doktrininin özünü korumakla beraber ekonomik olarak enerji üzerinde yükselen Rusya’nın savunmacı durumdan iddia ettiği gibi çok kutuplu dünya oluşturmak için ileri evreye geçtiği dönemi getirmiştir. Bu eşik aynı zamanda Rusya’nın ABD ve NATO’ya karşı ticari olarak süper güç haline gelen Çin ile ilişkilerini geliştirerek küresel ölçekte cepheleşmeyi gerçekleştirdiği dönemdir. Bölgesel bir iş birliği girişimi olarak varlığını müphem bir zeminde göreli ilişki inşaları için sürdüren Şangay İş birliği Örgütü bu dönemde Rusya için önemli bir araç haline gelmiştir. “Rusya başından beri ŞİÖ’yü çok kutuplu uluslararası ilişkiler sistemine yönelik bir bölgeselleşme örneği olarak görmektedir. 2012 dış politika belgesinde, ŞİÖ ve benzeri bölgesel örgütler çok yönlü diplomasi çerçevesinde ele alınmaktadır. Söz konusu belgede Rusya ŞİÖ’nün bölgesel rolünü Rus dış politikası açısından hayati öneme sahip bir yapılanma olan Avrasya Birliği düşüncesiyle desteklemektedir.”52 Yrd. Doç. Dr. Halit Mammadov, Rus Dış Politikasında Stratejik- Zihinsel Süreklilik ve Putin’in Dış Politika Doktrini, 2014, s.49

 

Bu ticari genişleme ve Çin ile rekabete rağmen güney çeperdeki eski Sovyet ülkelerinin ticari bağımlılığının arttırılması ve Putin’in deyimi ile mevcut küresel sistemin içine girdiği türbülans Rusya için bir ileri evreye geçiş için uygun şartları sağlamıştır. Sovyetlerin yıkılmasının ardından yaşanan kimlik, güvenlik ve dış politika bunalımının atlatılmasında kilit rolü olan Putin, 2010 sonrasında inşa ettiği üstün Rus kimliği ve post-Sovyet alanlara pragmatik şekilde nüfuz ile NATO’nun sınırlandırılması yaklaşımını pro-aktif hale getirmiştir. Artık yeni bir konsept oluşmuştur. “Yeni konseptte çok kutuplu uluslararası sistemin inşası Avrasyacı öğeler ile desteklenmektedir. Avrasyacılar Fransız siyasetçi Charles De Gaulle’nin ‘Atlantik’ten Urallara’ (from the Atlantic to the Urals) jeopolitik içerikli geniş Avrupa fikri çerçevesinde Rusya’nın stratejik önemine atıfta bulunmaktadırlar. Bu bağlamda Avrasyacılar Avrasya kıtasının kuzeyinin stratejik, jeopolitik, ekonomik entegrasyon projesi olarak tanımlanmasının, halkların ve kültürlerin iç içe geçmesinin zaruretini vurgulamaktadır. Avrasya’nın batısında Almanya ve Fransa, doğusunda ise Çin Rusya’nın ittifak ve koalisyon inşa edebileceği geniş Avrasya’nın esas kara güçleridir.”53 A.g.m., Ancak Rusya’nın bir Avrasya devleti haline gelebilmesinin yegane temeli Belarus ve Ukrayna gibi devletlerin kontrol altında tutulmaları ve NATO genişlemesinin bu ülkelere ulaşmamasını sağlamaktır. 1997’de Brzezinski Büyük Satranç Tahtası eserinde bu konuda şunları ifade etmiştir: “Baltık devletleri 1700’lerden bu yana Rusya’nın kontrolündeydi. Riga ve Talin limanlarının kaybı Rusya’nın Baltık Denizi’ne ulaşmasını sınırlıyor, Rusya’yı kışın dona tabi hale getiriyordu. (…) Ukrayna’nın kaybı hepsinden daha çok sorun yaratıyordu. (…) Ukrayna’nın bağımsızlığı Rusya’yı Karadeniz’deki hâkim konumundan da yoksun bıraktı. Odessa, Rusya’nın Akdeniz ile ve onun ötesindeki dünya ile ticaretinin geçiş kapısıydı. (…) Ukrayna’nın kaybı, Rusya’nın jeo-stratejik seçeneklerini belirgin olarak sınırlandırdığı için, jeo-politik açıdan çok önemliydi. Rusya, Ukrayna üzerinde kontrolü elinde bulundurarak, Baltık devletleri ve Polonya bile, eski Sovyetler Birliği’nin güney-güneydoğusundaki Slav olmayan halklara egemen iddialı Avrasya İmparatorluğunun lideri olma çabasını sürdürebilirdi. (…) Rusya’nın azalan doğum oranı ile Orta Asyalılardaki doğum patlaması göz önüne alındığında Ukraynasız salt Rus gücüne dayanan yeni Avrasya mevcudiyeti kaçınılmaz olarak her geçen yıl daha az Avrupalı, daha fazla Asyalı olurdu.”54 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası: Amerika’nın küresel üstünlüğü ve bunun jeo-stratejik gereklilikleri; İnkılap Yayınları, 2005, s.133-134

 

Putin döneminin çıkarım ve hamleleri düşünüldüğünde gerek Primakov ve yakın çevre gerekse Putin doktrinleri Rusya’yı Ukrayna’ya müdahaleye itiyordu. Ukrayna konusunda endişeler yükselirken Rusya’nın 2010 yılının şubat ayında kabul ettiği Rus Askeri Doktrini Moskova için Kafkasya’daki bağımsızlık hareketleri ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesi artık askeri bir tehdit olarak görülmüştür.55 Salih Yılmaz, Putin Dönemi Rusya Dış Politikası ve Güvenlik Doktrinleri, Nobel, 2019, s.60 Doktrin belgesinin sekizinci maddesi “Başlıca dış askeri tehditler” başlığını taşımaktadır ve maddenin ilk bendi NATO’nun genişlemesi ile ilgilidir. Bentte “bloğu genişletmek de dahil olmak üzere NATO üyesi ülkelerin askeri altyapısını Rusya Federasyonu sınırlarına yaklaştırması” temel tehdit olarak yorumlanmıştır.56 The Military Doctrine of the Russian Federation” approved by Russian Federation presidential edict on 5 February 2010 – Carnegie 2000 yılında Putin’in iktidarının erken döneminde ilan edilen askeri doktrin57 Nikolai Sokov, Russia’s 2000 Military Doctrine, NTI NATO genişlemesi ihtimaline karşılık Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nü58 Karena Avedissian, Fact Sheet: What is the Collective Security Treaty Organization?, Oct 06 2019, EVN Report ve Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi devletleri askeri ve siyasi olarak güçlendirmeyi hedefliyordu. 2010 doktrini ise bunun ötesinde savunma iş birliğini aşarak Rusya’ya, amaçladığı gibi, hami devlet statüsünü kazandıracak bir seviyede tasarlanmıştır. Metinde başlıca askeri tehditler kapsamında sıralanan maddeler içinde geçen “Rusya Federasyonu ve müttefiklerine karşı bölgesel iddialar ve onların içişlerine müdahale” ifadesi Moskova’nın kendisini de facto şekilde eski Sovyet ülkeleri üzerinde hak sahibi gördüğüne işaret ediyordu. Diğer yandan Rusya doktrin metnindeki “Rusya Federasyonu, Silahlı Kuvvetlerden ve diğer birliklerden kendisine ve (veya) müttefiklerine yönelik saldırıyı püskürtmek, barışı sürdürmek (yeniden sağlamak) için BM Güvenlik Konseyi veya diğer toplu güvenlik yapılarının bir kararına uygun olarak yararlanmanın meşru olduğunu düşünür, ayrıca Rusya Federasyonu sınırları dışında bulunan vatandaşlarının genel kabul görmüş uluslararası hukuk ilke ve normlarına ve Rusya Federasyonu uluslararası anlaşmalarına uygun olarak korunmasını sağlar” ifadesi ile ‘yakın çevredeki eski Sovyet ülkelerine müdahale yolunu’ açık tutuyordu. Bu ifade aynı zamanda Putin’in Rusya enerji piyasasının arz kısmındaki gücünü transit rotaların ve gaz projelerinde göstermek ve sınırları dışında da olsa Rusya’nın çıkarına ters olan herhangi bir enerji transfer projesine izin vermeme tezini sağlama alıyordu. Tam da bu durumda Karadeniz erişiminin yanı sıra enerji transfer güzergahı üzerindeki Ukrayna, Moskova’nın temel sorunu haline geliyordu.

 

Yüksek nüfusu ve yüzölçümü ile demografik ve fiziki olarak Rusya’yı Asya kıtasına hapseden Ukrayna konusundaki yaklaşım Putin döneminin kimlik inşa politikaları çerçevesinde milliyetçi bir temelde örülmüştür.59 Bu konuda bakınız: Ed. Marlène Laruelle; Russian Nationalism, Foreign Policy and Identity Debates in Putin’s Russia; Ibiden Press; April 2012 – Monica Hanson-Green; Russian Foreign Policy and National Identity; 2017; University of New Orleans – Astrid Tuminez; Russian Nationalism and Vladimir Putin’s Russia; April 2000; PONARS Policy Memo 151; American International Group, Inc. and Council on Foreign Relations – Sergey Gitalov; The Threat of Nationalism in Putin’s Russia; March 15, 2019; University of Colorado  Genel olarak bu minvalde iki tip Rus milliyetçiliğinden söz edilebilir. İlki tüm eski Sovyet sahasındaki kapsayan ayrımsız olarak kapsayan milliyetçilik türüdür; ikincisi ise çok daha özel ve hatta ırkçı bir etnik Rus milliyetçiliğidir, diğer etnik kökenlerden halkları veya en azından Slav olmayanları kirlenmiş saymaktadır, bu tip milliyetçilik arınmış saf bir Rusya’ya bağlılık duyar.60 Henry E. Hale, Nationalism and the Logic of Russian Actions in Ukraine, George Washington University, Carnegie Perspective, August 2014  Ukrayna müdahalesi ve Kırım konusundaki konuşmalarında Putin dil olarak bu iki milliyetçilikten ilkine atıf yapan kelimeler seçmiştir. Irkçı şekilde Rusluğu tabir eden “Rossisskii” kelimesine bağlı kalmak yerine, Rus dilinde etnik olarak Rus olan birine atıfta bulunmanın yolu olan “Russkii” ifadesini kullanmıştır.61 Kimberly Marten, Vladimir Putin: Ethnic Russian Nationalist, March 19, 2014; Washington Post Bu yaklaşım hiç kuşkusuz rastgele olan yahut milliyetçi tepkileri mas etmeyi amaçlayan bir seçim değildir. Primakov, Yakın Çevre ve Putin doktrinleri ile süzülüp gelen 2010 askeri doktrini ile pratik biçimini alan Moskova’nın temel yaklaşımının dile yansımasıdır.

Gerasimov Doktrini

Ancak Putin’in söylemi ne olursa olsun Rusya’nın Ukrayna pratiği aşırı milliyetçi, çoğunlukla Rus Nazileri62 Кatepnha Kobannehko, Fight for the white race, Zaborona, June 2020; Huseyn Aliyev, Is Ukraine a hub for international white supremacist fighters?, Russia Matters tarafından domine edilen bir yeni tip savaşa dönüştü. Bu yeni durum “kuvvetlerin savaşı icra etme şeklinin” değiştiği bir ortamı tanımlıyordu.63 Peter R. Mansoor, “Introduction: Hybrid Warfare in History”, Williamson Murray ve Peter R. Mansoor (der.), Hybrid Warfare: Fighting Complex Opponents from the Ancient World to the Present, New York, Cambridge University Press, 2012, s.3 Bu anlayış Ukrayna Savaşı ile gündeme gelse de temelleri Ruslar için oldukça eskiydi. 1977-1984 yılları arasında Sovyet genelkurmay başkanlığını yürüten Nikolay Ogarkov askeri yaklaşımın üçüncü dalgasını, askeri işlerde yeni bir devrimi yürürlüğe koymayı amaçlıyordu. Keşif ve uzun menzilli vuruşları, hassas mühimmatları, sensörler ve uzun menzilli radarları bilgisayarlı bir iletişim sistemi ve durumsal kontrolünden oluşan tutarlı ve kapsamlı bir sistemde birleştirmeyi.64 Jacek Bartosiak; The Revolution in Military Affairs; The concept is becoming relevant once again; November 25, 2019; Geopolitical Futures Ancak Ruslar bunu teorik alanda geliştirdi ya da çok küçük ölçekli pratik sınamalarla sınırlı kaldılar. Askeri İşlerde Devrim (RMA) Ruslar için teorik düzeyde devam etti. “1990 yılına kadar, yeni fikrin nasıl yapıldığına dair kesin bir kanıt yoktu. Teknolojiler pratikte işe yarayabilirdi. Neyi başarabileceklerine dair yalnızca göstergeler vardı, örneğin, İsrail tarafından 1982’de İsrail’in Lübnan’ın Bekaa Vadisi’nde ve aynı yıl Falkland operasyonunda kullanılması gibi. 1980’lerde çok silahlı çatışmalar görülmesine rağmen, taraflar gelişmiş silah türlerine yalnızca sınırlı erişime sahipti.”65 The origins of the RMA, The Adelphi Papers, 38:318, 1998, s.28 / 19-32 RMA’nın ilk pratik-doğrudan uygulama Körfez Savaşı sırasında ortaya çıktı. Ogarkov ve Sovyet teorisyenlerin fikri ABD tarafından uygulanma fırsatı bulmuştu. Operasyon kara ağırlıklı olacaktı ve hassas atış kapasiteleri denenecek olan savaş uçakları destek güç olarak tanımlanmıştı. Ancak operasyon oldukça farklı şekilde cereyan etti.66 Bu konuda bazı ‘sonuçlar bakımından değişikliklere rağmen’ bakınız: Gulf War Airpower Survey volume 1-2, ABD Savunma Bakanlığı Yayınları, Kongre Kütüphesi “Washington’daki üst düzey askeri yetkililer, Körfez Savaşı’nın geleneksel tarzda gelişmesini bekliyorlardı. Aralık 1990’da muhtemelen savaş tarihindeki en büyük tank savaşını içeren şiddetli bir kara mücadelesi öngörüyorlar. Kara kuvvetlerinin belirleyici olması bekleniyordu. Hava gücü, destekleyici bir unsur olacaktır. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi, 15.000 ABD zayiatı öngördü. Bazı tahminler çok daha yükseldi. Çöl Fırtınası Operasyonunun gerçekliği çok farklıydı. Hava gücü saldırıyı 17 Ocak 1991’de sabah 3’te başlattı. Şafak vakti Irak’ın komuta ve kontrol ağı yok edilmişti. 38 günlük bir hava harekâtı Irak kuvvetlerini sersemletti ve tutarlı operasyonlar yürütemedi. 100 saatlik, dört günlük bir kara harekâtı ile tamamlandılar. Müttefik koalisyon için kayıplar 247 ölü ve 901 yaralıydı, ABD kayıpları toplamın yaklaşık yarısını oluşturuyordu. Hassas vuruşlar ve bilgi üstünlüğü, etkinlik için yeni bir standart belirleyerek, koalisyon hava gücünün ilk gün 150 ayrı hedefi vurmasını mümkün kıldı. Buna karşılık, II. Dünya Savaşı’ndaki Sekizinci Hava Kuvvetleri, 1943’ün tamamında yalnızca yaklaşık 50 hedef setini vurdu. 1992’de Pentagon Ağ Değerlendirme Bürosu, Rusların haklı olduğu ve Askeri İşlerde Devrimin sürmekte olduğu sonucuna vardı.”67 John T. Correll, The Counter-Revolution in Military Affairs, Air Force Magazine, 2019 Bunun hemen ardından 1997’de, Ağ Değerlendirme Ofisi’nin uzun süredir başkanı olan Andrew Marshall, Sovyetlerin bu yeteneklerin savaşın gidişatında devrim yaratacağını düşünmekte haklı olduğunu söyledi.68 Jacek Bartosiak; The Revolution in Military Affairs; The concept is becoming relevant once again; November 25, 2019; Geopolitical Futures

 

ABD’nin bu uygulamalarına rağmen Sovyetlerin çöküşü ve ardından gelen bocalama ve ekonomik kriz dönemi nedeniyle fikrin mimarı olan Ruslar bu düşünceyi pratiğe geçirememişlerdi. Putin dönemindeki enerji bazlı ekonomik iyileşme ve Moskova’nın dış politikada re-aktif döneminin pro-aktif döneme evirilmesi ile Ogarkov’un mirası güncellenmiş bir şekilde yeniden gündeme geldi: Gerasimov Doktrini.

 

Şubat 2013’te, Rusya Genelkurmay Başkanı General Valery Gerasimov, haftalık Rus dergisi Military-Industrial Kurier’de “Öngörüde Bilimin Değeri” başlıklı 2000 kelimelik bir makale yayınladı.69 General Valery Gerasimov, Chief of the General Staff of the Russian Federation, The Value of Science in Prediction, Military-Industrial Kurier Makale geçmiş tüm Rus doktrinlerinin özünü ifade eden cümleler ile başlıyordu: 21. yüzyılda savaş durumları ile barış arasındaki çizgileri bulanıklaştırma eğilimi gördük. Artık savaşlar ilan edilmiyor ve başladıklarında tanıdık olmayan bir şekilde devam ediyorlar.70 A.g.m.,

 

Rusya son yirmi yılını NATO genişlemesi ve ABD ile yeniden çok kutuplu dünyada yerini bulmak için örtülü bir savaş içinde geçirmişti. Avrupa ülkeleri üzerinden NATO’nun Rusya’nın batı sınırına yerleşmesi, Kafkasya ve Orta Asya’daki Amerika veya müttefiklerinin girişimleri Moskova için bir savaşı tanımlıyordu. Gerasimov’un makalesinin girişi bu nedenle özü ifade ediyordu. Gerasimov yeni bir savaş dönemi olarak tanımladığı evrede askeri olmayan unsurların da Rus askeri kapasitesi içinde değerlendirileceğini ifade etmişti. Bu bir anlamda Ogarkov’un fikrinin yeni dönem siber ortamların oluşturduğu fırsatları askerileştirme-güvenlikleştirme fikriydi. “Gerasimov Doktrini ile ortaya konan prensipler dahilinde Rusya Federasyonu; askerî niteliğe sahip olmayan yöntemleri, askerî kapasitesine dahil ederek, daha az konvansiyonel güç (dolayısıyla da daha az insan kaybı ve maliyet) ile sıcak çatışma süreçlerini yönlendirmeyi ve yönetmeyi amaçlamıştır. Bu bağlamda askerî bir müdahale öncesinde; hedef bölge, ülke, topluluk ya da devlete yönelik olarak siber saldırılar ile avantaj sağlanması, hedefin yıpratılması, psikolojik savaş yöntemleri ile baskı altına alınması, moralinin bozulması, savunma direncinin kırılması, kritik altyapılarına zarar verilerek, ekonomisinin zarara uğratılması ortaya konmak istenen hedefler arasında yer almaktadır.”71 Ali Burak Darıcılı, Barış Özdal; Rusya Federasyonu’nun Siber Güvenlik Kapasitesini Oluşturan Enstrümanların Analizi, Bilig, Güz 2017/Sayı 83; s.125-126 / 121-146 Gerasimov’un yaklaşım siber gerilla yaklaşımıdır. Ogarkov’un dönemindeki siber ortamın yaşadığı değişimleri gözlemlemiş ve araçlar çeşitlendirilmiş biçimde askerileştirilmiştir. Gerasimov’un ifade ettiği operasyon çeşitli aktör ve araçlarla tüm cephelerde yürütülür. Bilgisayar korsanları, medya, iş adamları, sızıntılar, sahte haberler, ayrıca geleneksel ve asimetrik askeri araçların hepsi artık askeri olmayan unsurlar olarak askerileşmiştir.

 

Bu operasyonel varlıkların yanında Gerasimov Arap Baharı’nı örnek göstererek “Siyasi ve stratejik hedeflere ulaşmak için askeri olmayan araçların rolü arttı ve çoğu durumda, etkinlikleri açısından silahların gücünün gücünü aştılar,” demiş ve ardından “Silahlı çatışmalarda düşmanın avantajlarının geçersiz kılınmasını sağlayan asimetrik eylemler yaygınlaştı. Bu tür eylemler arasında, düşman devletin tüm topraklarında kalıcı olarak faaliyet gösteren bir cephe oluşturmak için özel harekât kuvvetlerinin ve iç muhalefetin kullanılması ve ayrıca sürekli olarak mükemmelleştirilen bilgi eylemleri, araçları ve araçları bulunmaktadır,” 72 General Valery Gerasimov, Chief of the General Staff of the Russian Federation, The Value of Science in Prediction, Military-Industrial Kurier sözleri ile savaşın doğasındaki değişimi ifade etmiştir. Bu sözler teorik olmanın ötesinde Moskova’nın Ukrayna müdahalesinde pratik şekilde karşılık bulmuştur.

 

Gerasimov’un yeni doktrinini hızlı şekilde bir savaş doktrini haline gelmesi uzun sürmemiştir. Bu savaşın karakteristiği konusunda Gerasimov’un doktrinini destekleyen kişi Alexander Vladimirov’dur. Vladimirov, “Savaşın Genel Teorisi” isimli kitabında savaşı bir “sosyal fenomen” ve “millî olarak var olmanın kritik bir parçası” olarak nitelendirmektedir. Böylece Vladimirov da “savaşla barış arasındaki çizginin ortadan kalktığını teyit etmekte ve millî varlığın devam ettirilebilmesi için sürekli savaş hâlinin doğal bir durum olduğu sonucuna varmaktadır. Savaşla barış arasındaki çizgi, ‘güvensizlik’ ve ‘savaş korkusu’ ile dolu belirsiz bir geçiş sürecine dönüşmüştür.”73 Karabulut, Ali Nedim “Eski Savaş, Yeni Strateji: Rusya’nın Yirmibirinci Yüzyıldaki Hibrit Savaş Doktrini ve Ukrayna Krizi’ndeki Uygulaması”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 13, Sayı 49, 2016, s. 25-42

 

Bu sürekli ve ilan edilmemiş savaş durumunda, Vladimirov’a göre, ordu en son ve nihai darbeyi vuracak güçtür. Bu evreye gelene kadar tüm araçlar kullanılacaktır. Ukrayna müdahalesi bu araçların kullanımının laboratuvarı haline gelmiştir. Uygulamadaki başarı Gerasimov ve Vladimirov’un yaklaşımının 2014 yılının son toplantısında Rus güvenlik konseyi tarafından Rus askeri doktrini olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Breznev döneminden süzülerek gelen sıcak savaşsız savaş fikri bu dönemde Rus genelkurmay başkanı Gerasimov ve General Vladimirov’un çalışması ile hibrit savaşa dönüşmüştür. “Hibrit savaş olgusunu, askeri ve askeri olmayan araçların ve unsurların devletler veya devlet dışı aktörler tarafından önceden zayıf noktaları analiz edilen hedeflere yönelik sistematik ve yüksek derecede koordineli bir biçimde diplomatik, ekonomik, teknolojik imkanların, medya, manipülasyon, terör ve suç örgütleri ile askeri önlemlerin eşgüdümlü kullanımı olarak açıklamak mümkündür.”74 Dr. Orhan Gökçe, Abdullah Şengönül, Ukranya Krizi Işığında Hibrit Savaş, Mediterranean International Congress on Social Sciences (MECAS II), October 2017, s.479 Bu uygulama Ukrayna özelinde ülkedeki Rus milliyetçilerini ayrılıkçı bir muhalif hareket haline getirmek ve bu sivil unsurları özel askeri şirketler75 Özel Askeri Şirketler: Savaşın bir sektöre dönüştüğü küresel ortamda, Acta Fabula üzerinden milis güçlere dönüştürmek stratejisi ile medya ve sosyal medya araçlarının manipülasyon ve sahte haberler ile dizayn edilmesi stratejisini eş zamanlı olarak yürütmüştür. Gerasimov’a atfedilen dış politika ve dolayısı ile askeri doktrinin aslında Primakov doktrininin şekil ve araç değiştirmiş hali olduğu hususunda itirazlar da bulunmaktadır.76 Eugene Rumer, The Primakov (Not Gerasimov) Doctrine in Action, June 2019, Carnegie Ya da Gerasimov doktrininin atfedilen önem kadar yer tutmadığına dair itirazlar oldu.77 Mark Galeotti, I’m Sorry for Creating the ‘Gerasimov Doctrine’, March 2018, Foreign Policy Ne var ki, 1990’lı yıllardan bugüne devam eden Yakın Çevre doktrini ile ardı sıra ortaya çıkan tüm doktrinler birbiri içine geçmiş durumdadır.

 

Rus dış politika doktrinlerinin temeli Rus milli güvenlik kaygıları ve amaçları çerçevesinde re-aktif dönem ve pro-aktif dönem olarak iki ayrı dönem içinde bir öncekinin üzerine inşa yöntemi ile geliştirilmiştir. Yakın Çevre doktrini bu manada halen geçerliliğini devam ettirirken doktrin pro-aktif politik ayak izlerini Primakov’un düşüncesinden askeri ve güvenlik pratiklerini ise 2010 ve Gerasimov düşüncesinden almaktadır. Aynı şekilde Primakov’un Rusya’nın tekrar ABD ve NATO karşısında yükselmesi ile ilgili düşüncesi diğer doktrinlerle iç içe şekilde uygulanmaktadır. Tüm bu yaklaşımların kimlik olarak temelinde Sovyetik komünizmin yerini Ortodoks ve iki eksenli Rus milliyetçiliği almıştır. Hedef NATO ve ABD’yi durdurmak ve karşılarında bir güç olarak yükselmek, Rus kimliğinin bulunduğu alanları ve Sovyetik coğrafyayı müttefikler de dahil olmak üzere diğer devlet ve küresel kuruluş etkilerine kapatmak, bu faaliyetler sırasında Rus enerji arz potansiyelini hem ekonomik hem de siyasi bir güç olarak konsolide edebilmek için enerji transfer hatları ve bölgelerinde etkin olabilmektir. Araçlar ise psikolojik harp operasyonları, muhalif hareketlerin desteklenmesi ya da bastırılması, medya ve sosyal medya operasyonları, dijital güvenlik alanlarında saldırılar ve blokajlar, özel askeri şirketler ile askeri maliyetlerin düşürülmesine karşılık konvansiyonel etkinin devamlılığını sorumluluk almadan yürütebilme olarak karşımıza çıkmaktadır.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
1 Ocak 2021 0 Yorum
1 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

From Overseas Bases to Excessıve Armament: Escalatıon ın Russıan Mılıtary Actıons

by Emine Yıldırım 18 Aralık 2020
written by Emine Yıldırım
From Overseas Bases to Excessive Armament: Escalation in Russian Military Actions
Emine Yıldırım

In the contemporary world, although military power is not the only instrument that promotes an increase in a country’s level of influence, it still emerges as one of the most significant components when considering the nature of ongoing conflicts and the foreign policy dispositions of some major players in the international area. Russia is undoubtedly one of the countries that attaches primary significance to military power. In recent years, it has taken destabilizing steps towards its neighboring countries and occured as a player in the unstable war environments of the countries that are not close to its geopolitical field. More specifically, Russia comes into the forefront with its illegal annexation of Crimean Peninsula from Ukraine in 2014 alongside its interventions in conflict areas such as Syria and Ukraine’s Donbass region. Besides, Russia continues to arm itself at full speed in almost every corner of its territory. One of the most recent precedent for this is the arming of the Kuril Islands in the Pacific Ocean. It is reported that Russia has added the S-300 and S-400 air defense systems as an addition to the Tor M-2 missile systems that were previously deployed in the Kuril Islands which is a disputed area that Japan also claims territorial rights on the island.1 Russia deploys missiles to Pacific islands claimed by Japan However, it has an offensive level of armament and a tendency to consolidate its military strength in almost all its territories, from the Kaliningrad exclave in European geography to the Arctic.

 

Prioritizing military strength in its foreign policy, Russia is in an effort to increase its military activity not only within its national borders but also in many regions internationally. In addition to activities such as regional excessive armament and involvement in conflict areas, Russia continues to add new military bases to its existing military bases overseas. As of 2018, Russia reportedly has more than 20 military bases abroad.2 Russia’s Military Compared to the U.S.: Which Country Has More Military Bases Across the World? It is obvious that the boost of military power is extremely crucial for Russia that efforts to expanse its military power by obtaining military bases in strategically important areas outside its borders as well. Especially the geopolitics of Africa and the Middle East, which countries such as the United States and China try to keep under direct and constant influence through various instruments, are also extremely significant for Russia. In this context, Russia has carried out a strategic initiative that can be considered a clear confirmation of this situation. With the agreement signed with Sudan, Russia obtained a military base in a strategically important geography like the Red Sea. This situation has the potential to affect international relations both regionally and globally and generate new dynamics to emerge in the region.

New Russian Naval Base Deal in Sudan: “A Key to Africa”

While the world has been struggling with Covid-19 pandemic, Russia on the other hand signed an agreement with Sudan in mid-November which granting permission to Russia for establishing a new naval military base at Port Sudan. According to this agreement, Russia will be able to deploy 4 military ships, including nuclear ones, in Port Sudan. It is stated that 300 personnel will be employed in the facility, which will be used as the ‘logistics base’ of the Russian navy. It is also stated that the agreement was signed for a period of 25 years, and when this period expires, an extension of 10 years can be made.3 Russian Naval Base in Sudan: Extending Moscow’s Influence in Middle East and North Africa  

 

Port Sudan, where Russia will build its military base, is in a strategic location in the Red Sea. Mediterranean Sea is accessible through the Suez Canal in the north, and the Gulf of Aden and the Indian Ocean are reached in the south through the Bab al-Mandab Strait. Due to the economic, military and strategic significance of the region, the Red Sea Basin has become attractive for countries such as the United States, Russia, China, France, and the UK which want to fill the power gap that has become apparent especially after the Arab Spring process; and, these countries have tried to acquire military bases in the region or tried to reinforce their existing bases.4 Kızıldeniz Raporu: Ortadoğu’da Çekişmenin Görünmeyen Cephesi

 

Russia’s acquisition of a military base in Sudan could be interpreted from various perspectives. One of these different approaches was presented as to the potentiality of Russia’s volition of seeking raw materials in Sudan which is known for its gold mine reserves. Russian military journalist Alexander Golz who made this remark to DW also stated that Russia might “close the trade routes” in case of a possible conflict with the West.5 With Sudan naval base, Russia may have a ‘key to Africa’ Considering the nature of relations between Russia and the European countries, it is possible for the European countries to perceive the establishment of the new Russian naval base in Sudan as a threat to the international trade routes. In addition, it is another possibility that Russia would take advantage of the ongoing tensions in the Eastern Mediterranean and contribute to the instability of the region.

 

On the other hand, the idea of ​​establishing a Russian military naval base in Sudan was put forward by the then-Sudanese president Omar al-Bashir who met with Putin in Sochi in 2017. It is reported that the former Sudanese president al-Bashir described Sudan as “Russia’s key to Africa” ​​and demanded Russia to establish a military base in the borders of his country with an anti-US attitude.6 Russia Scales Up Military Presence in Africa With New Naval Base in Sudan For now, it is difficult to say which doors Russia will open with this ‘key’ or for what purpose. Nevertheless, the impacts and reflections of Russia’s acquisition of a naval base in the Red Sea basin, as well as the fact that it has gained it for a period of 25 years, could become visible in the region and in the international area in the long term. However, it has become more prominent with this initiative that Russia is trying to expand and strengthen its ‘military network’ on a global scale by adding a new one with the planned naval base in Sudan to its overseas military bases.

Excessive Armament of Kaliningrad and Arctic

In addition to Russia’s acquisition of military bases overseas and taking part as a player in military conflicts in areas such as Ukraine and Syria, it is observed that it has gone to excessive armament in the Kaliningrad exclave, which is a Russian territory within the borders of the European Union. The relations between Europe and Russia, which have already been tensed with the annexation of Crimea, continue to proceed negatively with Russia’s ongoing efforts to consolidate its military power by excessive armament in this regions. Kaliningrad, which is home to the main headquarters of the Baltic Fleet (a part of the Russian Navy), is a region where Russia and NATO confront each other and where military friction is experienced between the two forces at intervals. In fact, the statements of Baltic Fleet Admiral Alexander Nosatov were cited in the way that the excessive military reinforcement in the region was ‘a response to NATO’ and the Western military alliance had recently deployed an armored tank unit and several multinational tactical and other offensive units.7 Russia adds firepower to Kaliningrad exclave citing NATO threat In other words, Russia claims that this extreme armament situation is a ‘preventive’ move against the NATO threat in the Baltic region. On the other hand, it is referred that “Russia is pioneering unregulated new technologies, has greatly expanded its arsenal of precision-guided, dual-capable missiles, and has deployed advanced weaponry into new territories such as Kaliningrad, High North (Arctic), and Crimea” in a report published by NATO with the title of ‘NATO 2030: United for a New Era’.8 NATO 2030: United for a New Era [/af]

 

Another region where Russia tries to maximize its physical military power and which has recently come to the forefront as a new competition area for the ‘great powers’ is the Arctic region. In 2018, China published a white paper describing itself as a ‘near-Arctic state’, while making a spurt as if to remind that Russia is not the only actor in the geopolitics of Arctic.8 China, Russia, and Arctic Geopolitics
For now, while China-Russia relations stand out in the Arctic region with its economic dimension and progress within this framework, what kind of characteristics this relationship will have in the future and whether it will turn into a power struggle for domination in the region is another content of debate. On the other hand, the increasing influence of Russia and China in the Arctic geopolitics alarmed the US immediately and caused precautionary policies and initiatives towards the region to be acquired currency in the foreign policy of the US in the recent years. In 2019, a highly detailed report outlining the Arctic Strategy was published by the US Department of Defense. In this report, it is stated that Arctic region currently comes to the forefront as a “strategic competition” area. In addition, the Greenland-Iceland-UK-Norway gap is also discussed as a ‘strategic corridor’ for naval operations between the Arctic and the North Atlantic.9 2019 Department of Defense Arctic Strategy

 

According to the latest statement by Northern Fleet Chief of Staff Vice-Admiral Vladimir Grishechkin, Russia is not facing any threat that would force it to use military force in the Arctic, yet Russian military consolidation in the region continues at full speed. However, the admiral’s statements are conveyed that Russia’s Northern Fleet has received advanced weapons, including frigates, amphibious attack ships, coastal air defense systems, anti-submarine warfare aircrafts and support ships, as well as nuclear powered underwater cruisers. 10 Russia sees no challenges in Arctic that require use of military force — Fleet’s top brass Russia basically claims that it is carrying out this impetuous and excessive military armament in the Arctic region against a potential attack from NATO. As a matter of fact, this kind of armament of Russia against a “potential NATO attack” seems more than a defensive reflex. Likewise, the 50 Soviet-era military bases that were previously closed but reopened with air and naval early warning and defense systems frame the military presence of Russia in the Arctic region. Russia’s military presence in the region was integrated by renovating 13 air bases, 10 radar stations, 20 border outposts and 10 integrated emergency rescue stations. Russia is also conducting nuclear-powered submarine drone firing tests in the Arctic.11 The Ice Curtain: Russia’s Arctic Military Presence That is to say, Russia’s military activities in the Arctic are ‘one step further’ than merely defensive.

 

Consequently, overseas base expansions and excessive armament activities in its own environmental geopolitics point out that Russia is not only in a defensive tendency, but as a step further than this, these actions also have an offensive aspect. Anyway, with the annexation of Crimea in 2014 and its attitude towards the territorial integrity of Ukraine, Russia has shown that it is not a country acting exclusively within the context of defense policies. In addition to its regionally destabilizing moves, Russia has the potential to threaten international security at the global level with its additional acts on its military strength by acquiring new military bases overseas and arming excessively in many strategically important regions. Already continuing its military presence in the Middle East with its involvement in the Syrian war, Russia has gained the opportunity to demonstrate itself as a military actor in African geopolitics and to influence this geography with its new naval military base. From now on, Russia will recognize the opportunity and right to intervene in any conflict that may arise in the African geopolitics, especially in countries neighboring the Red Sea basin. By highlighting the NATO threat in Europe and the Arctic and trying to normalize its armament level, Russia will be able to implement any destabilizing action it has planned just like it did in Crimea.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
18 Aralık 2020 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Yenilgi ve Umut arasında Suriye İhvanı

by İsmail Çoktan 5 Aralık 2020
written by İsmail Çoktan
Yenilgi ve Umut arasında Suriye İhvanı
İsmail Çoktan

Orta Doğu siyasetinin hiç şüphesiz en önemli politik aktörlerinden biri İhvan-ı Müslimin hareketi olmuştur. Mısır’ın İsmailiyye kentinde 1926 yılında genç bir öğretmen olan Hasan el-Benna ve yedi arkadaşı tarafından kurulan bu örgüt, ilerleyen yıllarda hem Mısır’ın bütün şehirlerine hem de Orta Doğu’nun pek çok ülkesine yayıldı. Hareketin Suriye tecrübesi ise diğer ülkelerden biraz daha dramatik bir seyir izledi. İhvan hareketi, Suriye’deki ilk faaliyetlerine 1936 yılında başlasa da ülkedeki resmi kuruluşu cemaatin ilk kongresinin yapıldığı 1937’ye tarihlenir.

 

1930’lu yılların başında el-Ezher Üniversitesi’nde eğitim almak üzere Kahire’ye giden Mustafa el-Sibai ve Muhammed el-Hamid gibi isimler, burada cemaatin ana kadrosuyla tanışmış ve 1936 yılında Suriye’ye döndüklerinde cemaatin örgütlenmesini Suriye’ye de taşımıştır.1 الإخوان المسلمون في سوريا 1936 yılı ile Suriye’nin bağımsızlığını kazandığı 1946 yılı arasında cemaatin faaliyetleri farklı isimlere sahip küçük gruplar tarafından sürdürülüyordu. Bunun sebebi Fransız mandasının ülkede yerel örgütlenmelere kurduğu baskıyla açıklanabilir.2 Raphael Lefavre, Ashes Of Hama, Oxford Üniversitesi, 2013, s.23-24

 

İmparatorluk sonrası Orta Doğu’nun siyasal ortamı İhvan olarak anılan cemaat örgütlenmesinin temsil ettiği İslamcılık düşüncesi ile Arap milliyetçiliği ve Nasyonal-Sosyalizmle rekabet içine girmiştir. Fransız mandası sonrasındaki dönemde Suriye’deki durum da bundan farklı değildi. İslamcı düşüncenin Suriye’deki kökenleri 19. Yüzyıla dayanmaktadır. 19. yüzyılda imparatorluğun batı karşısında yenik düşmesi, İstanbul’u çeşitli reformlara yöneltmişti. Suriye’de bu reformların fikri alandaki etkisi ulemanın geleneksel otoritesinin zayıflamasına ve fikri reform hareketlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu.3 David Dean Commins, Son Dönem Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri, Mahya yayınları, 2014, s.21 Yüzyıl boyunca Müslüman kesimlerde dini modernleşme hareketleri öne çıkarken özellikle yüzyılın sonunda büyük oranda Hristiyanlar arasında Arap milliyetçiliği ve Arap kimliğinin yeniden inşası gibi düşünceler etkili olmuştur. 20’inci yüzyılda ise Arap milliyetçiliğinin yanına bir de sosyalist düşünce eklenmiştir. Dolayısıyla bu ideolojiler, Suriye’de bağımsızlık sonrası dönemde iktidar-muhalefet ilişkisinin ideolojik zeminini oluşturdu.

Baas Partisi ve İhvan

İhvan-ı Müslimin hareketi, 1936-1946 arası dönemde yukarıda da işaret ettiğimiz gibi açık örgütlenme olmadan farklı isimlerdeki gruplar üzerinden faaliyetlerini sürdürürken Fransızların Suriye’den çekildiği 1946 yılından itibaren İhvan-ı Müslimin ismini kullanmaya başladı. Bağımsızlık sonrası dönemde Suriye’de çok sesli bir siyasal hayat görülmekteydi. İhvan hareketi, Mısır’daki ana merkezde olduğu gibi gücünü pazar esnafları, bürokratlar ve öğretmenler gibi orta-alt sınıftan almaktaydı. İhvan’ın dışında daha radikal selefi düşünceleri savunan İslamcı gruplar da bulunmaktaydı. Buna karşılık ülkede güçlü siyasi partiler ortaya çıkmıştır. Örneğin bağımsızlık sonrası Suriye’de Cumhurbaşkanlığı yapmış Şükrü Kuvvetli ve Haşim el-Attasi liderliğindeki Halk Cephesi parlamentoda çoğunluğu elde etmiştir. Bununla birlikte, Lübnan Komünist Partisi, 1930 yılında Komünist siyasetçi Halit Bektaş’ın partiye katılmasıyla birlikte Suriye genelinde güç elde etmiştir. Ayrıca Şibli Şumayil ve Mustafa Satı el-Husri gibi Sosyalist ve Arap milliyetçisi düşünürlerin etkisiyle Suriye’de sosyalist ve Arap milliyetçisi oluşumlar da görülmekteydi. Baas Partisi de tıpkı İhvan gibi bağımsızlık öncesi entelektüel hareketken bağımsızlık sonrası Hristiyan Mişel Eflak ve Sünni Salah Bitar tarafından kurulmuştu. Partiye asıl ismini veren kişi ise Zeki Arsuzi olmuştur.

 

Suriye’deki bu çok sesli siyasal atmosferde İhvan hareketi, Mısır’daki ana merkezden farklı olarak politik bir karşı çıkıştan çok misyoner bir yapı halindeydi. Ancak bu çok seslilik Suriye’de çok fazla sürmemiş ve Manda sonrasını takip eden 3 yılın ardından Suriye’nin sonraki 20 yılına damgasını vuracak darbeler dönemi başlamıştır. 1949 yılında Hüsnü Zaim, Sami Hınnavi ve Edip Çiçekli tarafından birkaç aylık aralarla yapılan askeri darbeler, Suriye’deki siyasi düzenin ordu tarafından yönlendirileceğini ortaya koymuştu. Ancak Suriye ihvanının politik bir hüviyet kazanması ve bir nevi muhalefet rolüne geçmesi Baas Partisi’nin giderek güçlenmesi ve 1958 yılındaki Mısır-Suriye Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla olmuştur. Hareket, Mısır’daki baş düşmanı Cemal Abdunnasır’ın Suriye’de etkin olmasına karşı çıkmıştır. Bu noktada Suriye’de Baas Partisi ve İhvan, rekabet etmeye başladı. İki taraf arasındaki ilk rekabet ‘50’li yılların başında dinin Suriye’deki yeri tartışmasıyla başlamıştı. İhvan, “İslam, yalnızca bir din değil aynı zamanda devlettir” fikrini savunurken, Baas Partisi “Din Allah’ın, devlet herkesindir” sloganını bayraklaştırıyordu.4 Raphael Lefavre, Ashes Of Hama, Oxford Üniversitesi, 2013, s.44

 

Baas Partisi ile İhvan arasında daha sonra dört kopuş noktası ortaya çıktı. Bunlar İhvan açısından Suriye’deki muhalefetin önemli bir parçası olmak, azınlık yönetime karşı Sünni öfkenin odağı olmak ve nihayet sahadan silinmek, ardından yeniden küllerinden doğmak fırsatı veren kopuşlardı. 1963 yılındaki Baas darbesinin ardından Suriye’nin İslamcı muhalefetinin odağına oturan İhvan, 1970 yılındaki darbeyle Nusayri azınlığın iktidarı ele geçirmesiyle Nusayri azınlığın iktidarına karşı Sünni öfkenin temsilcisi olmuştur. 1982’deki Hama katliamı ise İhvan hareketini ve beraberinde bütün muhalefeti sahadan silmiştir. Aslında bu kopuşların seyrini tayin eden temel mesele İhvan’ın tavrından çok Baas Partisi’nin ideolojik yönelimini değiştiren hadiseler olmuştur. Zira en başından beri İhvan’ın durduğu nokta değişmemiştir. Baas partisi ise yaşanan her darbenin ardından ideolojik değişimlere uğramış ve nihayet Hafız Esed ile birlikte mezhepçi bir aile ve etrafındaki müttefik grupların partisi haline gelmiştir.

 

Öte yandan, Suriye-Mısır arasında kurulan birliğe İhvanla birlikte ordudaki muhafazakâr subaylar da karşı çıkıyordu. 1961 yılında Abdulkerim el-Nahlavi liderliğinde yapılan askeri darbe bir taraftan birlik döneminde iyice güçlenen Nasyonal-Sosyalist bloğa karşı muhafazakâr kanadı yeniden sahneye çıkarırken diğer taraftan birliği bitirmişti. Baas Partisi, darbeye karşı çıkıyordu ancak darbeciler İhvan üyesi Maruf el-Devalibi’yi Başbakanlık koltuğuna oturtmuştu.5 Sabahaddin Şen, Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım, Birey Yayınları, 2004, s.221 Muhafazakarların ve dolayısıyla İhvan’ın bu zaferi çok uzun sürmedi. Baas Partisi’nin iki kurucusu Eflak ve Bitar, her ne kadar iktidarı güç kullanarak ele geçirme seçeneğini istemese de partiye bağlı subaylar 1963 yılında yeni bir darbe yaptı. Bu darbe, muhafazakâr kesimi ezip geçerken İhvan ile Baas arasındaki ilk kopuşa da yol açtı. Ayrıca bir ay evvel Irak’ta yaşanan bir darbeyle orada da iktidara Baas Partisi gelmişti. Suriye’deki darbenin ardından İhvan’ın Baas iktidarına karşı ilk kitlesel kalkışması Hama’da yaşandı ve bu kalkışma İhvan’ı Baas hükümetine karşı muhalefetin odağına oturttu.

 

Dönemin Hama Valisi Abdulhalim Haddam tarafından okullarda anti seküler ve Baas partisi aleyhine propaganda yaptıkları gerekçesiyle üç öğrencinin ülkenin doğusundaki Deyr-i Zor kentine sürülmesini protesto eden kentteki Sultan Camii imamı Şeyh Muhammed el-Hamid, partiden “İslam düşmanı” olarak söz etmişti. Daha sonra sokağa taşan öfkeli kalabalıkta yaşanan arbedede Baas partisi yandaşı bir genç öldürülünce hükümet Hama’ya kuvvet sevk etti. Bu sırada İslamcı gençler de Sultan Camii’ni bir üsse çevirmişti. Cami bombalandı ve karışıklıklar kontrol altına alındı. Bu İhvan ile hükümet arasındaki ilk ciddi sürtüşmeydi. Parti içindeki bazı çevreler cemaatin yasaklanması ve güç kullanılmasından yana olsa da o günlerde parti yönetiminde bulunan Eflak ve Bitar bunu kabul etmedi. Zira Bitar’ın kendisi de Sünni idi ve bu sebeple Sünni tabanı kaybetmek istemiyordu.6 Raphael Lefavre, Ashes Of Hama, Oxford Üniversitesi, 2013, s.44-45 Ancak daha sonra önce Bitar, ardından Eflak partiden tasfiye edilecek ve her ikisi de ülkeden kaçmak zorunda kalacaktı.

 

İhvan ile Baas arasındaki mücadelenin sertleşmesi aslında Baas’ın giderek Nusayri-Alevi subayların kontrolüne girmesiyle olmuştur. Bu durum İhvan’ı Suriye’deki çoğunluk Sünnilerin rejime karşı itirazının odağına dolayısıyla ana muhalif oluşum noktasına taşımıştır. 1966 yılında Salah Cedid ve Hafız Esed liderliğinde Nusayri ve az da olsa Dürzi subayların oluşturduğu cunta yönetime el koydu. Cedid döneminde Suveyde’de yaşanan bir Dürzi isyanıyla Dürziler de partiden tasfiye edilmiş ve nihayet 1970 yılında Hafız Esed’in darbesiyle Nusayri-Alevi tabanlı Esed rejimi kurulmuştu.

 

İhvan Cemaati, 1970-1980 döneminde rejimin baskılarına karşı yer altı örgütlenmeye gitmiştir. Hafız Esed’in 1970’teki darbesi, Baas Partisi’nin ideolojisini ve karakterini değiştirmiş partide, resmi olmasa da Nasyonal-Sosyalizm’den Esedizm’e geçiş süreci yaşanmıştır. Esed iktidarı boyunca iki önemli politika izledi; 1- Yönetimine herhangi bir tehdide izin vermemek, 2- Politikalarına geniş bir kitle desteği sağlamak.7 Sabahaddin Şen, Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım, Birey Yayınları, 2004, s.270 Öyle anlaşılıyor ki Nusayri-Alevi rejime karşı çıkan Sünnilerin çoğu bu süreçte İhvan’ın arkasında saf tutuyordu. 1979 yılında Halep’teki Askeri Akademi öğrencilerinin bir isyan başlatması rejim ile İhvan arasında gerilimi zirveye taşıdı. İhvan her ne kadar silahlı bir yapı olmasa da Esed rejimi döneminde Said Havva, Ali el-Beyanuni ve Adnan Saadeddin gibi İhvan liderleri “Cihat” temelli bir hareket tarzı benimsemiştir. Bu söylem, Nusayri rejime karşı taraftar bulmakta zorlanmazken İhvan hareketini de giderek farklı Sünni grupların azınlık iktidarına karşı muhalefetinin amiral gemisi haline getirdi. Sünni muhalif gruplar, İhvan’ın ağırlıklı olarak içinde bulunduğu İslami Cephe’de bir araya gelmiştir.

 

Hafız Esed, 1979’daki isyandan İhvan’ı sorumlu tutarak cemaat üyesi 15 tutukluyu idam ettirdi. Rejimin süren baskılarının ardından 1980 yılının haziran ayında Hafız Esed’in son anda kurtulduğu bir suikast düzenlendi. Bu suikastın ardından rejim Tedmür hapishanesinde çok sayıda muhalifi katletti. Rejimin artan baskılarına karşı Suriye’de şiddet de giderek artıyordu. 1982 yılının başında Hama’da patlak veren isyan bunu rejime açıkça göstermişti. İslami Cephe’ye bağlı silahlı gruplar kısa sürede kentin bir kısmını kontrol altına alınca Hafız Esed, Hama’ya kardeşi Rıfat Esed komutasında kuvvet göndererek buradaki isyanı bastırdı.

 

Rıfat Esed’in Hama ve civarında yürüttüğü askeri operasyonlar sonucunda binlerce insan öldürülmüş ve İhvan cemaati darmadağın olmuştur. Ülkedeki tek örgütlü ve geniş tabanlı oluşum böylece yok edilmiştir. Çünkü İhvan liderlerinin çoğu ya yurtdışına kaçmış ya hapsedilmiş ya da öldürülmüştür. Dolayısıyla bundan sonraki yaklaşık 20 yıllık süreçte İhvan dahil Suriye’de ciddi bir muhalefet görülmemiştir.

Muhalefetsiz dönem ve Beşşar Esed

Hama isyanı, Hafız Esed’i hem rakipsiz hale getirmiş hem de iktidarını sağlama alma şansı vermiştir. Buna karşılık isyanın başarısızlığı İhvan cemaatini bölmüştür. Said Havva ve arkadaşlarının hareket tarzı eleştirilere maruz kalırken sonuçta 80li ve 90lı yıllar boyunca Suriye’de açık bir muhalefet hareketi görülmediğinden İhvan’ın Suriye muhalefeti içindeki etkisi üzerine bir tahminde bulunmak oldukça güçtür.

 

İhvan hareketi, bu dönemde faaliyetlerini başta Ürdün ve Avrupa olmak üzere yurtdışında sürdürmekle birlikte ılımlı bir dil kullanmıştır. Zira artık hareket, rejimin muhalefete nasıl bir karşılık vereceğini anlamıştı.8 Tuba Yıldız, yüksek lisans tezi “Sünni muhalefet hareketi olarak İhvan-ı Müslimin”, s.117 Bu sebeple, hareket 70’li ve 80’li yıllardaki anti-Nusayri politikasını değiştirerek daha ılımlı bir dil kullansa da Hama’nın ardından aldığı yara hiçbir zaman kapanmadı. Zira Suriye’de harekete karşı ciddi bir güvensizlik oluşmuştu.

 

Açıkçası Suriye’de İhvan’a karşı olan bu güvensizliği Türkiye’de Hizbullah’a karşı olan güvensizlikle kıyaslamak mümkündür. Türkiye’de domuz bağı gibi uygulamalarla adı anılan Hizbullah gibi Suriye’de de ihvan deyince akla hep Hama ve arkasından hapishanede yaşanan sahipsizlik ve kötü hatıralar geliyor. Elbette Suriye’deki muhalefetin sahadan çekilmesinin tek sebebi bu değildi. Hafız Esed, Hama olaylarının ardından İhvan cemaatine üye olmayı idamla cezalandıran bir kanun değişikliği de yaptı ve bu kanun halen yürürlükte.

 

Hafız Esed’in 2000 yılındaki ölümü muhalif oluşumlara rahatlama umudu vermiştir. Zira yerine Cumhurbaşkanlığına getirilen oğlu Beşşar Esed, batıda eğitim görmüş modern ve özgürlükçü bir görünüm veriyordu. Beşşar Esed dönemi hapishanelerdeki muhaliflerin affedilmesi ve yeni açılımlarla başlamıştı. Suriye’deki çok sayıda siyasetçi ve entelektüel Şam Deklarasyonu’nu yayımlamış rejime bazı reform önerileri sunmuştu. Bu iklim içinde zaten Hama’dan sonra daha ılımlı bir politika izleyen İhvan hareketinin de umutlandığı görülüyor. Cemaatin o dönemki lideri Ali Saadeddin el-Beyanuni, 17 Temmuz 2000 tarihinde el-Cezire’ye verdiği röportajda, “Beşşar Esed, kendisinden önce yaşananlardan sorumlu değildir. Onun sorumluluğu Cumhurbaşkanlığı yeminini ettikten sonra başlar”9 Hanlie Booysen, “Surviving The Syrian Uprising: The Syrian Muslim Brotherhood”, New Opposition in the Middle East (pp.151-175), Eylül 2018, s156 demiştir. Şiddet ve bastırılmayla geçen 30 yıllık sürenin ardından İhvanla birlikte Suriye muhalefeti yeni bir açılım bekliyordu ancak muhalefet bu beklentiyle de bir 10 yıl daha geçirdi. Beşşar Esed hiçbir açılım yapmamakla birlikte beklenilen hiçbir reformu da hayata geçirmedi.

Suriye Devrimi ve İhvan

Suriye’de birçok kesim Beşşar Esed’in reform vaatlerinin gerçekleşmesini umutsuzca beklerken 2010 yılının aralık ayında Tunus’ta başlayan Arap Baharı, Suriyelilerin beklentilerine farklı bir boyut kazandırmıştır. Arap Baharı ile başlayan isyan silsilesi 15 Mart 2011’de Suriye’ye ulaştı. İlk protestoların ülkenin güneyindeki Dera’da başlamasının ardından yapılan bütün reform çağrılarına, rejimin yine şiddet ve katliamlarla karşılık vermesi zaten umutsuz olan reform beklentilerini sona erdirmiş “halk reform istiyor” sloganları yerini “halk rejimin yıkılmasını istiyor”

 

İhvan’ın Suriye’deki isyana olan yaklaşımı umut ve şaşkınlık arasında şekillenmiştir. Zira isyan hareketi halk tabanlı olarak beklenmedik bir şekilde kısa sürede Suriye şehirlerinin tamamına yayılmıştır. İhvan hareketi, henüz Tunus’taki isyan sonlanmadan Facebook aracılığıyla açtığı “Suriye devrimi” sayfasıyla Suriye’de rejime karşı hareketlilik çağrıları yapıyordu. 15 Mart 2011’de Suriye devriminin başlamasının ardından bu sayfa Suriye’de yaşananları dünya kamuoyuna taşıma çabalarına girişti.

 

Sayfanın kullandığı dil her ne kadar bütün Suriye’ye hitap etme iddiası taşısa da “İslam fütuhatlarına” ve “Suriye’nin İslami kimliğine” yapılan vurgular, hareketin 70’li yıllardaki diline benziyordu. Zira hareket, sürgünde kaldığı otuz yılda Suriye halkıyla olan bağlantılarını yitirmişti. Devrimin başlangıçta açık olarak İslami bir muhalefet şeklinde değil de rejime karşı duyulan halk öfkesi şeklinde yayılması Cemaatte bir şaşkınlık yaratmıştır. Kısa sürede açılan sayfanın ismi “Beşşar Esed’e karşı Suriye devrimi” şeklinde değiştirildi.10 عودة إخوان سوريا من بوابة فيسبوك 2011

 

Suriye devrimi, Esed rejiminin sert yöntemleri nedeniyle kısa sürede silahlı bir harekete dönüşünce sözün hükmü çok fazla kalmamıştır. Bu kez muhalefet, İhvan üzerinden değil halka silah doğrultmayıp ordudan ayrılan ÖSO subayları üzerinden yürüyordu.

 

İhvan kısa sürede isyanı kendisine mal edemeyeceğini anlamış ve 15 Eylül 2011’de kurulan Suriye Ulusal Meclisi’ne muhalif bir hareket olarak katılmıştı. Ancak devrimin giderek silahlı bir hareket haline dönüşmesi İhvan açısından sahaya giriş imkânı bırakmamıştır. Buna rağmen ilk dönemde kurulan Ahraru’ş Şam ve Nusret Cephesi gibi silahlı muhalif oluşumların kurucularının büyük oranda Hama katliamı sonrası hapishanelere atıldıktan sonra devrimin ardından serbest kalan kişilerden oluşması dikkat çekicidir. Ayrıca, Feylaku’ş Şam gibi başka silahlı gruplar da İhvan’a nispet edilmiştir. Suriye’deki İslamcı muhalefetin kökeninin büyük ölçüde İslami Cephe’ye dayanması sebebiyle devrim sonrasında ortaya çıkan silahlı İslamcı grupların İhvan’a nispet edilmesi doğal bir durum olmakla birlikte süreç içerinde İhvan’ın herhangi bir silahlı grubu sahiplenmemesi örgütün Hama sonrası takındığı ılımlı tavır ile örtüşmektedir. Öyle görülüyor ki Hama sonrası örgüt içinde yaşanan bölünmeler söz konusu grupları doğurmuş ancak bu grupların çoğunun üyeleri hapishanede olmaları sebebiyle devrim sonrası sahne alabilmiştir. Bunun yanında Suriye Ulusal Meclisi’nin de çoğunluğu İhvan hareketine üye olmak suçlamasıyla hapis yatmış kişilerden oluşuyordu. Bunun temel sebebi Esed rejimi döneminde örgütlü tek muhalefetin İhvan hareketi olması ve rejimin bütün muhaliflerine ihvan yaftası yapıştırarak tasfiye etme yoluna gitmesidir. Devrim sonrası kurulan muhalif oluşumlar İhvan hareketiyle bağlantılı olan oluşumlardan çok yerel silahlı komitalar şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu da İhvan’ın sahayla çok fazla irtibat kurmasına olanak vermemiştir.

 

Buna rağmen devrimin ilk yıllarında çeşitli platformlarda etkin bir şekilde rol üstlenen İhvan hareketi, Mısır’da Abdulfettah es-Sisi’nin yaptığı darbenin ardından yaşanan gelişmeler ve Esed rejiminin Suriye’de şiddeti daha fazla artırarak krizi uluslararası bir sorun haline getirmesinin ardından etkisini iyice yitirmiştir. 2012-2016 arasındaki dönemde sahadaki silahlı grupların büyük çoğunluğu İslami bir dil kullansa da bu dil, İhvan’ın İslami dilinden çok el-Kaide gibi selefi örgütlerin İslami dilidir. Zira bunun sonucunda da el-Kaide’den doğan ancak çok daha radikal ve terörist bir yapılanma olan DAİŞ terör örgütü sahada ciddi bir ağırlık kazanmıştır. Bunun sebebinin şiddetin yükselmesiyle birlikte insanların savaşı dini duygu ve söylemlerle sürdürmesi olduğunu söylemek mümkündür.

 

Öte yandan İhvan, süreç içerisinde Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’na (SMDK) dönüşen çatı siyasal muhalefete de eleştirilerini artırmıştır. Bugün İhvan cemaati, SMDK içinde sadece Faruk Tayfur ve Ahmed Seyyid Yusuf tarafından temsil edilmektedir. Cenevre’de süren Anayasa Komitesi’nde ise SMDK üzerinden temsiliyeti vardır. Gelinen aşamada devrimin uzamasıyla birlikte İhvan Cemaati’nin de silahlı olmayan pek çok yapı gibi ağırlıklı olarak insani yardım faaliyetleri üzerinden Suriye ile bağlantı kurduğu söylenebilir. Bununla birlikte yıllardır sürgünde yaşayan cemaat üyeleri bazı araştırma merkezleri ve dernekler üzerinden de faaliyet gösteriyor. Bu da aslında uzak kalınan sahayı anlamlandırma çabası olarak öne çıkıyor.

 

Hiç şüphesiz 70’li yıllar boyunca İhvan üzerinden ifade bulan Suriye’deki azınlık Nusayri-Alevi rejime karşı Sünni çoğunluğun öfkesi katlanarak sürmüştür ancak kendisini ifade edecek başka kanallar da bulmuştur. Bunun yanında Arap Baharı’nın diğer birçok ülkesinde olduğu gibi gerek radikal İslamcı oluşumlar gerekse İslamcı olmamalarına rağmen Esed rejimine karşı İslamcı gruplarla iş birliği yapan seküler gruplar Suriye’de de İhvan’ı geride bırakmışa benziyor. Hiç şüphesiz ideolojik bir hareket olarak İhvan-ı Müslimin hareketinin Suriye’de nasıl bir seyir izleyeceğini görmek için Esed rejiminin yıkılması ya da en azından çok sesliliği kabul ederek muhalefetin politik alanda önünü açması gerekmektedir. Rejimin doğasına baktığımızda ikinci seçeneğin imkansızlığını görebiliriz. Bununla birlikte mevcut aşamada Suriye’de ideolojik hareketlerin barışçıl bir rol oynamasının önünde başka engeller de vardır. Zira Suriye’de hala silah ve şiddet egemen konumdadır. Şiddetin sona ermesi ve politikanın önünün açılması için ancak rejimin yıkılmasıyla mümkün olabilecek silah egemenliğinin sona ermesi gerekmektedir.

 

İhvan hareketi ise burada da bahsettiğimiz gibi sahanın geçirdiği dönüşümlere ayak uyduramamış ve adeta hala Hama öncesindeki Suriye’de kalmıştır. Ancak yalnızca Suriye’de değil Orta Doğu’nun tamamında Arap Baharı öncesi oluşan ancak Arap Baharı ile gün yüzüne çıkma şansı bulan bir toplumsal ve siyasi dönüşüm olduğu açıktır. İhvan hareketinin sadece Suriye’de değil örgütlendiği neredeyse bütün ülkelerde bu toplumsal ve siyasi dönüşümü doğru bir şekilde okuduğuna dair ise ciddi şüpheler bulunmaktadır. Dolayısıyla İhvan hareketinin Suriye’deki geleceğinin ne olacağına dair bir tahminde bulunmanın güç olduğunu söyleyebiliriz.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
5 Aralık 2020 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Çin, Suriye’yi yeniden inşa edecek mi?

by Dr Hüseyin Korkmaz 1 Aralık 2020
written by Dr Hüseyin Korkmaz
ÇİN, SURİYE’Yİ YENİDEN İNŞA EDECEK Mİ?

Dr. Hüseyin Korkmaz

Son yıllarda ivmelenen yükselişi ile beraber daha pro-aktif bir dış politika sürdüren Çin’in Ortadoğu ölçeğinde “temkinli” bir yaklaşımı tercih etmesi ve bölgede yerleşik olan ABD menşeli güvenlik mimarisine ilişmeden ‘kalkınma’ odaklı bir söylem tutturması uzun zamandır dikkatleri üzerine çekmiyordu. Ancak ABD-Çin arasında şiddetlenen küresel rekabet ve beraberinde hemen her alanda yaşanan ‘Soğuk Savaş’a benzeyen yeni sürtüşme Ortadoğu’ya da sıçramış durumda. Küresel rekabet açısından olası anlaşmazlık bölgelerinden birisinin de Suriye olacağını söylemek mümkün.

 

Yaklaşık on yıldır Suriye’de vekil özneler üzerinden yaşanan savaş ülkeyi derin bir kaosun içerisine sokmuş durumda. Suriye her ne kadar Ortadoğu’nun diğer petrol zengini ülkeleri gibi Çin’in iştahını kabartmasa da Kuşak ve Yol Projesi açısından Akdeniz’e çıkacak bir hat üzerinde yer alıyor olması ya da alternatif hatlar için opsiyonlar içermesi bakımından şu anlık Çin’in bölge ile ilgilenmesine yeterli bir sebep olarak görünüyor. Fakat bütün bunlardan önce ülkenin yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Peki Çin, söz konusu inşa faaliyetinin içerisinde yer alacak mı? Bugüne kadar bu konuda bazı hamleler yapılmış durumda ancak net bir ilerleme sağlandığını söylemek pek mümkün değil. Bölgede devam eden istikrarsızlık Çin’i yatırım yapma konusunda temkinli bir pozisyona sürüklüyor. 

“Suriye’de ABD varlığı artık ihtimal bile değil…”

Öncelikle ABD ve Avrupa’nın Suriye’nin yeniden inşa sürecinde herhangi bir rol oynamayacağı ortada. Tahminen 400 milyar doları bulan yeniden inşa maliyeti konusunda öne çıkan ülkeler Rusya, İran ve Çin. Rusya ve İran’ın ekonomik açıdan yaşadığı sorunlar göz önüne alındığında geriye bu işi yapabilecek sadece Çin kalıyor1 Nicholas Lyall, China in Postwar Syria, The Diplomat . Suriye tarafı geçmiş dönemde bu yeniden inşa konusunda Çin’i işaret eden son derece net açıklamalar yaptı. Örneğin Esad, 2019 yılında yaptığı bir açıklamada “Kuşak ve Yol Girişimi uluslararası ilişkilerde dünya çapında bir dönüşüm. Suriye’de ABD varlığı artık bir ihtimal bile değil” 2 President al-Assad: “The Belt and Road Initiative” constituted worldwide transformation in international relations, SANA derken Çin ile girilecek bir ekonomik angajmanın belirtilerini vermişti. Aynı açıklamasında “Suriye’nin yeniden inşasında Çin’den ve diğer dost ülkelerden gelen desteğin terörle mücadele kadar önemli” 3 President al-Assad: “The Belt and Road Initiative” constituted worldwide transformation in international relations, SANA  olduğundan da dem vurmuştu. 

 

Bu arada Nisan 2019’da Pekin’de gerçekleşen Kuşak ve Yol’un ikinci zirvesine Çin’in daveti ile Suriye’nin de katıldığını not etmek gerekiyor. Çin’in Suriye özelinde yoğun bir yardım diplomasisi üzerinden ilerlediği görülüyor. Yine 2019 yılında Suriye’nin Planlama ve Uluslararası İş birliği Komisyonu (PICC) ile Şam’daki Çin büyükelçiliği arasında bir ekonomik iş birliği anlaşması imzalandı4 Medha Nibhanupudi, China’s support to Syria: In Conflict and Redevelopment, The Peninsula Foundation . Özellikle COVID-19 salgını ile beraber büyük problemler yaşanan ülkeye gerek test kiti ve diğer tıbbi malzemeler olmak üzere yoğun bir sevkiyat söz konusu. Dolayısı ile Çin’in Suriye’de yumuşak güç üzerinden bir söylem inşası oluşturmaya çabaladığını söyleyebiliriz. Bu çabaların toplumsal bir karşılığı da var. Temmuz ayında konu ile ilgili yayınlanan bir rapor Suriye’de Çin ile ilgili algının olumlu olduğunu ancak bölgede ABD ve Avrupa ülkeleri gibi aktörlerin de yoğun bir faaliyet içerisinde olduğunu gösteriyor5 Yahia H. Zoubir, China’s ‘Health Silk Road’ Diplomacyin the MENA, KAS Regional Program Political Dialogue South Mediterranean, July 2020 .

 

Çin’in Suriye’de odaklandığı iki temel husus bulunuyor. Birincisi bölge Çin’in terörle mücadele perspektifi açısından büyük önem arz ediyor6 Giorgio Cafiero, China plays the long game on Syria, Middle East Institute, February 2020 . Bu nedenle Suriye hükümeti ile ciddi ve yoğun bir istihbarat paylaşımı da söz konusu. Çin, söz konusu bölgede bulunan radikal unsurların Çin’i hedef almanın daha kolay olacağı Afganistan, Tacikistan ve Pakistan’a yönelebileceğinden çekiniyor. Bu arada 2015 yılında Çin’in çıkardığı terörle mücadele yasasına göre7 China passes controversial new anti-terror laws, BBC Çin denizaşırı ülkelerde ortak terörle mücadele operasyonları yürütme imkanına sahip. Hatta Suriye’nin Tartus limanında Çin özel kuvvetlerinin bu amaçla birlik bulundurduğu iddia ediliyor8 Nicholas Lyall, China in Postwar Syria, The Diplomat .

Suriye, Kuşak ve Yol Girişiminde alternatif bir hat olarak görülüyor

Öte yandan Çin, Kuşak ve Yol Girişimi’nin (BRI) bir parçası olarak Suriye ile ilişkilerini derinleştirmek istiyor. Bunun sebebi de Süveyş kanalında yaşanacak bir problem durumunda Akdeniz’e çıkmak için Suriye hattının öne çıkması. Çin ayrıca Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Tartus ve Lazkiye limanlarına erişim sağlamakla da yakından ilgileniyor. Bununla beraber Lübnan’ın Trablus limanını Suriye’nin Humus şehri ile demiryolu aracılığı ile bağlayıp limanlar ağını artırmak gibi bir hedefi de bulunuyor9 Nicholas Lyall, China in Postwar Syria, The Diplomat .

 

Fakat Çin, Suriye meselesinde dış politikasının genel prensipleri doğrultusunda ideolojik bir angajmana girmek istemiyor. Konu ile ilgili Rusya ve İran gibi doğrudan bir rol almak yerine daha temkinli ve pragmatik bir siyaset yürütmeye çabalıyor10 Abdullah Al-Ghadhawi, China’s Policy in Syria, Chatham House, March 2020 . Pekin’in yaklaşımı “Suriye’nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı duyulmalı” çerçevesinde ortaya çıkmış durumda. Rusya ve İran’ın ise Suriye’yi yeniden inşa edebilecekleri bir projeksiyon içerisinde olmadıklarını söylemek mümkün. Buna ekonomik açıdan özellikle de salgın döneminde güçleri yetecek gibi değil. Bazı anlaşmalar yapılmış olsa da Çin’in yeniden inşa konusundaki tavrı belirleyici olacak gibi görünüyor. Çin’in geçmiş dönemlerde aralarında Filistin, Ürdün, Lübnan, Suriye ve Yemen’in bulunduğu ülkelere 91 milyon dolarlık yardım yapacağını açıklaması diğer ülkeler düşünüldüğünde Suriye açısından çok ufak bir katkı11 Sophie Zinser, A New Phase for China’s Ping-Pong Diplomacy in Syria, The Diplomat, October 2020 .

 

Çin’in son yıllarda Suriye’ye yaptığı insani yardımların toplamda 44 milyon doları bulduğu ifade ediliyor12 Dr. James M. Dorsey, Syria Is Tempting, But Will China Bite?, BESA Center Perspectives Paper No. 1,648, July 17, 2020 . Bununla birlikte Çin’in Suriye’nin savaş sonrası ekonomik yeniden yapılanmasında önemli bir ekonomik rol oynaması pek olası değil. Çin’in masrafları karşılama kapasitesi olmasına rağmen, Suriye’deki siyasi ve ekonomik çıkarları, Çin’in Suriye sonrası toplumda önemli bir “yatırımcı” olacağı anlamına gelmiyor. Şam, ülkeyi yeniden inşa etmenin 195 milyar dolara mal olabileceğini hesaplarken, Dünya Bankası bunun 250 milyar dolara kadar çıkabileceğini tahmin ediyor13 Guy Burton, China and the Reconstruction of Syria, The Diplomat, July 2018 . Ancak diğer tahminler bu rakamların çok üzerinde. Öte yandan Mayıs 2017’de Çin’in Suriye büyükelçisi Qi Qianjin, Kuşak ve Yol Girişimi’nin (BRI) bir parçası olarak Suriye’nin 8,7 milyar dolarlık insani yardım alacağını duyurduğunu not edelim. Sonrasında bu yardım sürecinin nasıl ilerlediğine dair ayrıntılı bilgi ise bulunmuyor.

 

Pekin’in Temmuz 2018’deki Çin-Arap Devletleri Forumu’nda Kuşak ve Yol finansmanı ile birlikte Ortadoğu’ya 20 milyar dolarlık14 China’s Xi pledges $20 billion in loans to revive Middle East, Reuters, July, 2018 altyapı kredisi vaat ettiğini hatırlatmakta fayda var. Bu taahhüdün içinde Suriye ve Yemen’e 100 milyon dolarlık insani yardım da bulunuyordu. Ancak bugün gelinen noktada yapılan insani yardımların dışında henüz atılmış somut adımların olmadığı görülüyor. Ya da sürecin çok yavaş ilerlediğini gösteriyor. Bunu asıl sebeplerinden birisi de bölgedeki istikrarsızlığın devam etmesi olarak gösterilebilir. Çin’in aslında bölgede İran ve Suriye gibi ülkelerle sıkı bir ilişkisi varmış gibi algılansa da sahadaki rakamlar bunun algılanan boyutta olmadığını gösteriyor.

Çin, geleneksel Amerikan müttefikleri ile daha yoğun bir ilişki içerisinde

Çin, geleneksel Amerikan müttefikleri olan Suudi Arabistan, Kuveyt ve BAE gibi ülkelerle ekonomik ve diplomatik açıdan daha yoğun ilişkiler içerisinde. Mısır’da zaten güçlü bir varlığı var. Keza İsrail’deki varlığını ABD baskısına ve müdahalesine rağmen pekiştiriyor. Diğer yandan Suriye’de muhalefetin geri dönme ihtimali ve Esad hükümetinin zayıflığı gibi olasılıklar, şiddetin bitmediği bir yeni normal ile beraber Çin sermayesini bölgeden uzaklaştırarak daha güvenli olan körfez ülkelerine yöneltiyor.

 

Zaten Çin dışişleri bakanı Wang Yi de geçmiş dönemlerde Suriye meselesi ile ilgili siyasi çözüm ve muhalefetle diyalog konusunu birkaç kez gündeme getirmişti15 Guy Burton, China and the Reconstruction of Syria, The Diplomat, July 2018 . Bu arada Çin’in telekomünikasyon devi Huawei’nin 2015’te Suriye’nin telekomünikasyon sistemini 2020 yılına kadar yeniden inşa taahhüdü verdiğini ve Çin Ulusal Petrol Şirketi’nin (CNPC) Suriye’nin en büyük iki petrol şirketi olan Syrian Petroleum Company ve Al Furat Petroleum’da büyük bir hisseye sahip olduğunu16 Nicholas Lyall, China in Postwar Syria, The Diplomat da belirtelim.

 

ABD’de Trump yönetimi tarafından Aralık 2019 tarihinde yayınlanan Sezar Yasası (The Caesar Syria Civilian Protection Act) Suriye hükümeti ile iş yapan işletmeleri hedef alıyor17 US Department of State, Caesar Syria Civilian Protection Act, June 2020 . Söz konusu yasanın hükümlerinden biri Suriye rejimiyle uğraşan ülke, şirket ve şahıslara yaptırım uygulanmasını öngörüyor ve Çinli şirketler de ülkeye girmeleri durumunda bu yasak kapsamına girecek. Öte yandan Esad rejimi özellikle Çin ile iş birliğine değer veriyor çünkü Suriye’ye uygulanan yaptırımın yakın zamanda kaldırılması imkânsız gibi görünüyor. Ancak Çin’in de zaman zaman ortaya çıkan verilere göre Esad hükümetinden çok da memnun olduğu söylenemez. Daha doğrusu bölgede yaşanan istikrarsızlığın Çin’in memnun olmadığı konuların başında geldiğini söylemek mümkün.

 

Basitçe söylemek gerekirse Çin, Suriye’yi yeniden inşa edebilecek bir iradeyi gösterebilmiş değil. Bundan sonra göstereceğine dair bir emare de görünmüyor. Kuşak ve Yol girişiminin opsiyonel hatları üzerinde yer alan Suriye bundan sonra da Çin’in gündeminde olmaya devam edecektir ancak Beşar Esad’ın medya danışmanı Buseyna Şaban’ın dediği gibi “İpek Yolu Suriye, Irak ve İran’dan geçmezse ipek yolu değildir18 Dr. James M. Dorsey, Syria Is Tempting, But Will China Bite?, BESA Center Perspectives Paper No. 1,648, July 17, 2020 ” sözlerinin ne kadar doğru olduğunu önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
1 Aralık 2020 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

The geopolıtıcs of Ethıopıa-Tıgray conflct

by Abdirashid Diriye Kalmoy 27 Kasım 2020
written by Abdirashid Diriye Kalmoy
The geopolitics of Ethiopia-Tigray conflict
Abdirashid Diriye Kalmoy

Ever since Abiy Ahmed, the Prime Minister of Ethiopia, announced a military operation against the TPLF (Tigray Peoples’ Liberation Front), which governs the Northern Tigray state, concerns were raised about the human casualties and the looming humanitarian crisis in the event of a full blown-out war.

 

As of today, thousands of Ethiopian refugees escaped into Sudan1 UN says planning for 200,000 Ethiopian refugees in Sudan with approximate 200, 000 more on their way.

 

The world has witnessed the worst humanitarian catastrophe in neighbouring Yemen with its complex proxy war that has deepened over the years. Ethiopia, which is also part of the Red Sea region, is glaring into a Yemen-esque scenario in the event the conflict in Tigray is not resolved immediately politically and diplomatically.

 

Moreover, the Ethiopia-Tigray war will have a geopolitical ramification that will reconstitute the geopolitics of the region – a region that has become of interest over the years to world powers like the US, China, Turkey, Britain and most recently Russia, which will have its first naval base in Sudan.

Abiy Ahmed’s geopolitical logic

Ethiopia had become a geopolitical powerhouse in the Horn of Africa since the ‘‘war on terror’’ commenced in the early 2000s. The US, which was concerned about the threat of Al-Qaeda and other radical groups in Somalia and Sudan funded and modernized Ethiopia’s vast army. Indeed, Ethiopia became the US’s prime geopolitical interlocutor in the region. This played into the hands of Ethiopia which was then worried about both nationalist and radical groups in Somalia, Secessionist rebel groups, the Eritrean regime and the neighbouring Gulf States.

 

However, the ascent to power by Abiy Ahmed recalibrated Ethiopia’s foreign policy and geopolitical agendas. Prime Minister Abiy Ahmed took these geopolitical re-orientations in considerations of Ethiopia’s internal politics, which he wanted to restructure.

 

Tasked with a transition that many expected to propel Ethiopia into democracy and stability after years of anti-government protests and ethnic violence, Abiy Ahmed took bold steps both in internal politics and in foreign policy2 Abiy Ahmed: America’s Checkmate in East Africa’s Geopolitical Chessboard .

 

However, reforms were impossible in the face of threats from the old-guard TPLF and the Eritrean regime. The Prime Minister had to be pragmatic and equally swift.

 

With abrupt and surprising visits to Eritrea, bonds were strengthened with Asmara. This also played into the hands of Eritrea, a country that was a geopolitical pariah for decades and slammed with numerous sanctions by the US. Moreover, in late 2018, Ethiopia, Somalia and Eritrea undertook their first tri-partite talks about regional politics and security. Diplomatic rapprochements in the horn surprised many. Nevertheless, sceptics questioned the substantiality of these warming ties given the regions’ persistent conflicts and capricious politics.

 

Abiy Ahmed and Isaias Afewerki, the President of Eritrea, both visited Saudi Arabia and the United Arab Emirates (UAE) simultaneously and together. Both leaders were awarded medals of honours; this was more than a symbolic gesture. The Horn of Africa and the Red Sea region were undergoing tectonic shifts in terms of geopolitics. Gulf States worried about Chinese and Turkish geopolitical ventures into the region were prepared to counter. UAE installed a military base in Eritrea and planned a naval post in the break-away region of Somaliland. The Horn of Africa became a geopolitical battle-ground.

 

With Eritrea and Somalia on his side, the Prime Minister was less worried about threats from the TPLF and their political maneuverings. However, the TPLF would become a stubborn thorn in the Prime Minister’s flesh. Moreover, there was a bigger geopolitical threat: talks with Sudan and Egypt about the Grand Ethiopian Renaissance Dam (GERD) were in stalemate. Even a possible and inevitable military confrontation was on the mouths of diplomats and regional observers in the event the talks fail. President Donald Trump’s tweet that Egypt could bomb the dam was a realistic concern and not a diplomatic gaffe.

Ethiopia, Sudan, Egypt and the GERD dam

On November 21, Sudan boycotted the GERD talks3 Sudan Boycotts Talks Over Ethiopia’s Mega-Dam for the first time. This is unprecedented and given its time will have geopolitical ramifications. Negotiations between Sudan, Ethiopia and Egypt have been stalled for years since each country had its own entrenched un-negotiable demands. A deal seems to be out of reach for all countries and this is an unpleasant situation for the whole region.

 

The rights to the Nile river waters have been contested for decades. The first treaty on the Nile waters 4 Arthur Okoth-Owiro, The Nile Treaty, State Succession and International Treaty Commitments: A Case Study of The Nile Water Treaties, Konrad Adenauer Foundation, Nairobi, 2004 was signed in May, 15, 1902 by Ethiopia and colonial Britain which was acting on behalf of Anglo-Egypt and the Anglo-Sudan. Ever since then, the waters of the Nile have been the bone of contentions for Sudan, Egypt and Ethiopia. The latest deal5 The limits of the new “Nile Agreement” was signed in March 23, 2015 between Omar al-Bashir (Sudan), Abdel Fattah al-Sisi (Egypt) and Hailemariam Desalegn (Ethiopia). The Khartoum Declaration, as it was called, emphasised on the preservation, maintenance and use of the Nile waters efficiently and in sustainable ways agreed upon by all the riparian nations that the Nile River pass through.

 

However, sentiments changed as the GERD dam approached its finishing line. A revolution in Sudan in 2019, Abiy Ahmed coming to power in 2018 and Egypt’s economic crisis complicated matters. Although 85% of the Nile waters come from the Blue Nile which has its source in the Ethiopian highlands, the majority of the water is used by and flows into Sudan and Egypt and then into the Mediterranean Sea. The economies and livelihoods of the majority of Egyptians and Sudanese people depend on the Nile waters. This has rendered the GERD talks a national security issue for both Sudan and Egypt; while Ethiopia also claims of sovereign rights to waters within its borders.

 

GERD talks spearheaded by the US broke-down6 Trump and Africa: How Ethiopia was ‘betrayed’ over Nile dam after Ethiopia protested the impartiality of the US in the talks. The US was leaning towards the Egyptian and Sudanese position regarding the dam. Ethiopia moved on to fill the dam amid diplomatic protests from Sudan and Egypt. This raised the tensions. In retaliations the US cut aid funds to Ethiopia7 Nile dam row: US cuts aid to Ethiopia .

 

The African Union (AU) took the initiative to lead the talks but with Sudan’s boycott, these efforts seem to fail. Trump suggestion that Egypt could bomb the GERD dam and the recent military confrontation in Northern Ethiopia, which borders Sudan, seems to compound the talks and the politics of the GERD.

The looming guerrilla-proxy war in Ethiopia

On November 22, the federal troops of Ethiopia surrounded Mekelle8 ‘Save yourselves’: Ethiopia warns Tigrayans of Mekelle attack , the regional capital city and power seat of the beleaguered TPLF. Although the government has ‘‘liberated’’ many cities and town from the TPLF fighters, this military confrontation is far from over. The Tigray region is a rough and rugged region with mountain ranges and difficult road – it is similar to the Southern Turkey and Northern Iraq.

 

Moreover, the TPLF, a guerrilla rebel group that come to power in Ethiopia in 1991 and ruled the country for three decades will not be easily dislodged or defeated. TPLF took control of the Ethiopian army’s northern command and its heavy weaponry and ammunitions; they even have the capabilities of firing rockets to neighbouring Eritrea and Amhara region. The TPLF is armed to the teeth even if it is militarily over-powered.

 

A guerrilla war with the potential of morphing into a proxy war that pulls-in regional countries is in the making in Ethiopia. This is dangerous and will have far-reaching geopolitical and humanitarian consequences. Reports indicate Eritrea is already fighting the TPLF in the Ethiopia-Eritrea borderlines9 Fears of regional conflict in Horn of Africa after rocket attacks on Eritrea . Moreover, the TPLF claimed that UAE drones10 Tigray: UAE drones supports Ethiopia based in the Eritrean port city of Assab targeted their positions in the front-line. The Ethiopia-Tigray conflict is taking a geopolitical dimension.

 

Egypt and Sudan have stakes in Ethiopia with regards to the GERD dam. In the event of a failed talks and a prolonged conflict in the Tigray region, it is not unlikely that both Sudan and Egypt will participate in this active theatre of war seeking their own interest in its outcome. The Ethiopia-Tigray war could ignite the whole region into violence and humanitarian catastrophes. And given the TPLF and Abiy Ahmed’s hard stance, this is a possibility unless the AU and UN and otherglobal powers intervene diplomatically.

 

Ethiopia is in unexpected war it never wanted. In an overnight, a political impasse between political adversaries culminated into a full-fledged military war. Ethiopia is a country with a volatile and complex political history rife with violence and brutalities. There are no easy solutions to this conflict which might get prolonged and engulf the whole region. In the words of Awol Allo11 Check out Awol Allo’s tweet , a legal scholar and political analyst, ‘‘this war has already depleted our chances of peaceful co-existence. Further bloodshed will only make things worse’’. Ethiopia hangs on the balance; and the stakes are high politically, geopolitically and in terms of the human toll in this war.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
27 Kasım 2020 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

A hope for peace ın the South Caucasus

by Cemil Caca Arslan 18 Kasım 2020
written by Cemil Caca Arslan

I. Legacy of the Soviet Union

Southern Caucasus became a conflict formation with the dissolution of the Soviet Union. Conflicts spill all over the region and Nagorno-Karabakh is especially a problematic issue. With the collapse of the Soviet Union, violence between two communities turned into a full-scale war and ended with a ceasefire in 1994. Still, from this point on, certain clashes happened between Armenian and Azerbaijani forces. Clashes resurfaced in 2020 and escalated to a full-scale war again. It ended with a treaty that ending most of the occupation in Nagorno-Karabakh, establishing a land connection between Azerbaijan proper and Nakhichevan under Russian control and deployment of Russian forces, and possibly Turkish forces, to Nagorno-Karabakh as peacekeeping forces. Numerous factors are contributing to the conflict and reproducing it constantly.  This is why Nagorno-Karabakh is presenting unique importance for regional security. Understanding the historical dynamics of the Nagorno-Karabakh conflict presenting a challenge; due to the unique features of the Southern Caucasus, but it is necessary if we are willing to discuss the possible peace in the region.

 

Disagreements and clashes over Nagorno-Karabakh begin with the dissolution of Tsarist Russia. During the interim period between Tsarist Russia and Soviet Russia; Nagorno-Karabakh was a region of the Republic of Azerbaijan. In this period, relative peace was achieved through the active cooperation of Azerbaijani forces and Turkish general Nuri Pasha; who was present in the region. In April 1920, the Sovietization of the Southern Caucasus begun and swiftly, Soviet rule over Azerbaijan has been declared.1 Saporov, Arsene, (2014), From Conflict to Autonomy in the Caucasus: The Soviet Union and the making of Abkhazia, South Ossetia and Nagorno Karabakh, London: Routledge, s. 95 After one-month, Soviet rule over Nagorno-Karabakh also established. By December 1920, all of the Southern Caucasus was Sovietized. Due to the timely and successful actions of Azerbaijani leadership; Azerbaijan managed to hold its position over Nagorno-Karabakh during and after Sovietization.2 ibid, 109 Yet, Azerbaijani leadership was forced to grant some autonomy to Mountainous Karabakh; thus, dividing the historical Karabakh region.3 ibid, 115 Eventually an autonomous region was created in Karabakh within Azerbaijani SSR. Land claims of SSR’s formed on the bases of old administrative divisions and demography.4 ibid, 121 It should be noted that Turkic presence in the region never counted properly and always underestimated due to pastoral nomadism way of life among Turkic people there. Armenians made some appeals to attach Nagorno-Karabakh to the Armenian SSR during the 60s, 70s, and finally in the Gorbachev era; which concluded with a full-scale war. It is interesting that there are not any objections or complaints about grievances in Nagorno-Karabakh against Azerbaijani SSR rule, unlike South Ossetian or Abkhazian stance against Georgian SSR.5 ibid, 159 We should remember, in the Soviet Union, due to repression policies, many ethnic and national groups were using academic-cultural institutions to voice their political stance. Armenian SSR also turned its academic institutions into political voice and actively worked for attaching Nagorno-Karabakh Autonomous Region to Armenian SSR; while Nagorno-Karabakh Autonomous Region within Azerbaijani SSR stood silent in these matters and neglect its so-called relations with Armenian SSR. Armenian land-grabbing attempts successfully fend off by Azerbaijani leadership. In the 1960s, Armenian nationalism became more prominent in the Armenian SSR and mass demonstrations that call for annexation of some parts of Turkey and Nagorno-Karabakh have happened. This sort of blow-outs happened throughout all of Armenian SSR history; due to Armenian SSR’s radical politicization of history and academia. These provocations and constant propaganda of the Armenian SSR eventually led a tense situation between Azerbaijani leadership and Armenians of Nagorno-Karabakh.6 ibid, 165

 

The latest Armenian attempt to attach Nagorno-Karabakh Autonomous Region to Armenia turned violent. After Armenians took advantage of glasnost and began to mobilize to attach Nagorno-Karabakh to Armenia; Azerbaijanis protested these attempts and walk from Agdam to Hankandi; a clash occurred and two Azerbaijani were killed. After a direct rule of Moscow over Nagorno-Karabakh; Gorbachev restored Azerbaijani rule over the region; Armenians failed to recognize the situation.7 ibid, 167

 

II. Conceptual background of the analysisç.

This analysis will use the regional security complex to make sense of the Southern Caucasus’ security climate. Thus, it is important to present a brief introduction to the concept. Buzan and Weaver8 Buzan, Barry and Weaver, Ole, (2003), Regions and Powers: The Structure of International Security, Cambridge: Cambridge University Press, s. 3-4 argued that there is a different security level between system-level and sub-system level of local units and claiming there is another structure: regional security complexes. In other words, regional security complexes creating more depth for security studies; going beyond national and global levels of security. Regional Security Complex Theory uses a blended approach. While it is close to neo-realism by acknowledging the importance and role of the distribution of power and bounded territoriality; it also recognizing historical context; which is definitive in the formation of regional security climate.9 ibid, 4 It is also more welcoming while spotting the effects of geographical interaction and its effects of security sectors. While great powers can penetrate certain adjacent regions, small powers are locked into their own complex and superpowers have a global reach.10 ibid, 46 Through this rationale and simple balance-of-power logic, regional security complexes are affecting global security as well. The regional level is crucial for global security because while through balance-of-power notion, great powers are penetrating to the complex and projecting its own agenda; the regional security complex also shaping the behavior of great power; thus, reproducing global security. It is important to remember that regional security complex is an analytical term which is relying on a constructivist approach too. It is shaped by the actions of security actors in the region.11 Buzan, Barry and Weaver, Ole, (2003), Regions and Powers: The Structure of International Security, Cambridge: Cambridge University Press, s. 41

 

According to Buzan and Weaver12 ibid, 53-54 ; there are insulator states, which are occupying weak interaction zones. They are facing more than one world, yet are not powerful enough to unify them; thus, facing the problem of many worlds. In this theory, an insulator means that a location that stands between more than one regional security complex. Such as Turkey; which is at the crossroads of Balkans, Caucasus, and the Middle East; in addition to its borders with the Eastern Mediterranean and the Black Sea. There are two views in the literature; while first is arguing that regional security complexes can overlap; the latter is claiming they are mutually exclusive. The first understanding will be employed in this analysis; due to challenges presented by the subjected region and to take advantage of balance-of-power dynamics too.

 

A regional security complex can be seen in three forms: conflict formation, security regime, and security community. A security regime means an environment that forces nations to strain their behavior because of the belief that other nations will reciprocate.13 Jervis, Robert, (1982), “Security Regimes”, International Organization, V. 36, N. 2, s. 357 If security interdependence between actors of the region is at the enmity level, actors are identifying each other negatively and actors in the region are securitizing each other; then we are talking about a conflict formation.14 Vural, Ebru, (2010), The Middle East As A Regional Security Complex: Continuities and Changes in Turkish Foreign Policy Under The JDP Rule, Yayınlanmamış Doktora Tezi, s. 21 Security community, on the other hand, is a position that is achieved when actor states are completed their de-securitization processes of each other and cannot think to use violence against each other to solve the problems. At that point, inter-state problems are perceiving as fully political issues rather than security issues, mostly connected to survival problems.

III. Analysis

Southern Caucasus presenting an example of a regional security complex which includes Iran, Russia, Turkey, Armenia and Azerbaijan notably. The securitizing process between Turkey and Azerbaijan is working differently than the process between Russia and Armenia; and Iran is acting in a different fashion also. Yet, Iran and Russian-Armenian block is acting quite similar when it comes to the Turkish-Azerbaijani block. It is possible to say that Southern Caucasus is a bipolar regional security complex by the securitization of the environment in the region. It is important to note that while Turkey and Azerbaijan completed the process of de-securitization of each other; situation is not the same for Iran, Russia and Armenia. Thus, we are talking about a standard but bipolar, because of the complex securitization processes, regional security complex. Moreover, the presence of a deterrent force in the region is questionable; as it is already obvious in the recent conflict. This situation is making it easier for us to qualify the region as conflict formation. In addition, due to the recent treaty that ending the occupation of Nagorno-Karabakh, the Armenian side begin to grow some kind of grudge against Russia; which is marginalizing the conflict in the region further.

 

Historical background in Southern Caucasus, as it is discussed, is the main reason of the Nagorno-Karabakh conflict and continuing hostility. Due to the Soviet Union’s legacy and Tsarist policy to provoke Armenians in the region against Turkic peoples; Armenian perception of Turkic peoples evolved to a position of a nemesis. As it is discussed earlier, Armenian SSR’s academic attempts to attach Nagorno-Karabakh itself is actually a deep securitizing effort. Since the formation of the Soviet Union, Armenian leadership is securitizing other actors in the region; most notably Turkey and Azerbaijan. These securitization efforts turned into demonization soon; especially during recent conflicts and in the 1990s. Eventually led to the ethnic cleansing of Azerbaijanis in Nagorno-Karabakh and the Khojaly Genocide. Armenia’s relations with Russia and Iran formed on a negative perception of Turkey and Azerbaijan and the securitization of these two actors. In other words, enmity relations between Turkey-Azerbaijan and Armenia-Russia-Iran blocks are the definitive notion in the region.

 

Iran, on the other hand, took a revisionist position in the international community after the revolution and the establishment of new regime. New regime notably took a position against Turkey and Azerbaijan; because of numerous reasons. Iran’s position against Azerbaijan mostly deriving from demographics in Southern Azerbaijan territory and early stance of Popular Front of Azerbaijan. Considerable Turkic population in Iran leads Iranian regime to securitize Turkey and Azerbaijan in the region; due to concerns over pan-Turkism.15 Iran fears spillover from Nagorno-Karabakh and Azerbaijan-Armenia conflict raises spectre of ‘pan-Turkism’ in Iran This led to a cooperation between Iran and Armenia in the region. Besides, Iran’s revisionist agenda mandates undermining the security of the NATO and its partners in the region. Thus, hurting Turkey and Azerbaijan by any mean is in accordance with Iran’s broader agenda and its revisionist position in international community. Moreover, it is a part of bigger competition; Iran is attempting to restrain Turkey, just like Turkey is attempting to restrain Iran in other regions as well. In national security sense, it is a spill-over of Iranian-Turkish competition in other regions and Iran’s suppression of so-called pan-Turkist sentiments in the region. In global sense, Iran is fending-off NATO’s presence in its western flank by using Armenia to block Turkish-Azerbaijan connection and presenting a constant threat through Armenia; thus, fortifying revisionist camp in the region. Iran is doing these by securitizing Turkic identity both domestically and internationally. Even though there are high-ranking Turkic officials within Iranian state; Turkic identity is under heavy repression and Iran is using sectarian policies as well to repress Turkic identity domestically. Iran’s position in the regional security complex driving region to being a conflict formation; instead of a security regime.

 

Russia, as another revisionist state, following an agenda like Iran; but with certain differences. Russia is paying specific attention to its former territories. During the Soviet era, thanks to the skillful maneuvers of Azerbaijani leadership, Moscow restrained Armenian efforts and claims over Nagorno-Karabakh. During the dissolution of the Soviet Union, Russian intervention to Baku, leading January 20th Massacre, against the Popular Front of Azerbaijan created a positive environment for Armenians and encourage Armenian leadership to illegally take over Nagorno-Karabakh. Especially after Cold War, Russia attempted to restrain a possible Turkish influence in the region; thus, it takes a pro-Armenian side in the Nagorno-Karabakh conflict in the 90s and provides material support and protection to Armenia through its base there. Same as Iran, Russia also aiming to block the Turkish-Azerbaijani connection that is allowing NATO to reach the Caspian Sea. In a national security sense, Russia is trying to control its former territories thus securing its southern flank and strategic Caucasian region. Furthermore, Russian “near abroad” understanding makes it necessary for Russia to intervene in former Soviet territory; whether through active intervention; like in Ukraine and the Black Sea Regional Security Complex or through passive intervention; like the last conflict in Karabakh. This national security concern of Russia creating an interventionist, sometimes even expansionist like in Crimea, the tendency in its foreign policy. This nature of Russian foreign policy triggering conflict in regional security complexes that it got involved. It is the main source of Russia’s conflict-producing effect on global security. In a global sense, the Russian attempt to control Caucasia is important for its revisionist position in the international community; due to Caucasia’s strategic importance. Much like in the Iranian example, it is also a spill-over of the Turkish-Russian conflict. Russia’s securitization attempts also focusing on Turkey and Azerbaijan, mostly on Turkey and fear of a pan-Turkism agenda is also widely used.16 Газета “Тюркский взгляд” поддержала Азербайджан: пантюркисты уже в России? Muslim and Turkic, especially Oghuz, identity is the main target of Russian securitization in the region. Unlike Iran, Russia taking steps of de-securitization of Armenia; through a shared Orthodox Christian identity. These steps also breeding enmity in the region and driving the region to being a conflict formation.

 

Turkish-Azerbaijani block on the other hand is differentiating from other actors in the region. Turkey and Azerbaijan completed their processes of de-securitization each other. This is actually a long-completed process. Nuri Pasha’s presence in Southern Caucasus to support new Republic of Azerbaijan in early 20th Century and Narimanov’s support to Turkish War of Independence is most notable examples of cooperation between those two countries. With the end of Cold War “two states, one nation” adopted as dominant discourse while defining the relation between those two states. In addition, even though times of dissociation between two states, problem never escalate to a security issue. For instance, when some elements in Turkish state supported an anti-Aliyev coup d’etat attempt in Azerbaijan; it was former President of Turkey who warned Haydar Aliyev about the issue. When Turkey attempted to develop its relations with Armenia, certain elements within Turkish states keep the warm relations with Azerbaijan and the perception of the issue never escalated to a betrayal level. At these lowest points of Turkish-Azerbaijani relations, problem was never perceived as a security issue. Shared Turkic identity and strong anti-Russian sentiment in late Ottoman era played an important role in de-securitization process. Even after Soviet Union, de-securitization process managed to protect itself. It is possible to say that; even though it isn’t projected to the whole region, Turkey and Azerbaijan may be qualified as a security community. In addition to those, Turkey and Azerbaijan’s commitment to the rule-based global order; may cause them to produce peace in the region by taming Armenia and neutralizing Russian and Iranian position in the region.

 

Alliance pattern in the region thus obvious. This pattern mainly shaped by states’ position in international community. While Turkish-Azerbaijani block consisting a pro-order block within the regional security complex; Russian-Iranian-Armenian block presenting a revisionist gravity point. Simple balance-of-power logic can be visible through Israeli-Azerbaijani relations and developing Chinese influence over revisionist block in the region. China is approaching to region by same securitization processes with Iran and Russia. Moreover, its revisionist agenda is urging China to penetrate the complex; while Israel is seeking to restrain Iran in the region.

 

As it is obvious, rivalry and conflict in the region have strong effects on global order and security. Being a strategic location, Southern Caucasus is a nestle for precious resources beside its position to reach Central Asia. Moreover, it is the location for revisionist states, Iran and Russia, to establish land-connection with each other. External Chinese influence in the region and investments to Armenia also consisted on similar geo-political interests. For revisionist block, Southern Caucasus is a too important region to be left to Turkish-Azerbaijani block. These geo-political interests are breeding conflict in the region and hindering even a security regime. On the other hand, Turkey and Azerbaijan by completing de-securitization processes of each other; increasing the amity level of the region. Besides, Turkish-Azerbaijani attitude in the region is quite unlike Armenians’, Iranians’ and Russians’ attitude. Rather than referencing long-history and doubtful events or demonizing the other; Turkey and Azerbaijan strongly referencing international law and rule-based international order and demanding an end to illegal occupation of Nagorno-Karabakh. Thus, Turkish-Azerbaijani cooperation is presenting a hope for peace in Southern Caucasus and possibly for world. Ending the occupation of Nagorno-Karabakh may solve the conflict in the Southern Caucasus for a time; but real problem is presence of revisionist states in the region and their behaviour to produce conflict. To solve this problem permanently; it is vital to limit revisionist states in the region. Part of solution, cutting the land-connection between two revisionist state is crucial. Since, it is not possible for Armenia to shift block as long as it keeps receiving support from those states; other options should be thought of. On the contrary of this, because of lack of external support, Russia managed to broke a deal between Azerbaijan and Armenia; which forces Armenia to leave certain parts of Nagorno-Karabakh immediately and other parts after a while. Moreover, according to this deal a joint Turkish-Russian peacekeeping force17 Turkey may send peacekeeping forces to Nagorno-Karabakh, talks continue is going to be deployed to the region and most importantly; there will be an open land connection between Nakhchivan and Azerbaijan-proper under Russian control. Strategic Lachin Corridor will be under Russian control too.18 Statement by President of the Republic of Azerbaijan, Prime Minister of the Republic of Armenia and President of the Russian Federation This agreement is a victory of Azerbaijan; since Azerbaijan managed to liberate its territories from Armenian occupation; yet it isn’t a sufficient framework for peace. As it is mentioned, the role of Russia and Iran is the reason of Southern Caucasus’ qualification as a conflict formation. Even though, it looks like Russian intervention turned the region into a security regime; it is actually an attempt to expand influence. Thus, it can never bring peace; just as in 90s, it can only freeze the conflict. Achieving peace in Southern Caucasus may be possible by a sovereign land connection between Nakchivan and Azerbaijan-proper; thus, connecting Mediterranean Sea and Caspian Sea, ensuring energy security in a more direct and secure fashion; also allowing to reach rule-based global order to Caspian Sea directly; thus, breaking revisionist states geo-political position.

 

To sum it all, Southern Caucasus regional security complex is a place where strong revisionist states are a member of the complex against the states; which are favouring rule-based global order. Presence of revisionist states are determining the quality of the complex; thus, making it a conflict formation; by constant securitizing other actors and breeding enmity within the region. This situation in the region is stiffen by the last peace agreement. Now, energy security is dependable to Russia more than ever. Still, there are certain gains. Land-connection between Nakchivan and Azerbaijan-proper is promising; even under Russian control. It is a hope for free passage in future. Moreover, most of the illegal Armenian occupation in Nagorno-Karabakh will end. Nonetheless, one should keep in mind, revisionist states are conflict bringers and presence of Russian forces in Nagorno-Karabakh will only hold a knife against Azerbaijan. Furthermore, Russia established its former influence in Armenia again. It should be recognized that Russia already begin to deny any agreement that including Turkish forces in the area; on the contrary of Aliyev’s statements. Discussions over Turkish presence in Karabakh is ongoing.  If there is going to be any chance for peace in Southern Caucasus; it will be only possible a free land-connection between Nakchivan and Azerbaijan-proper, securing energy and dividing revisionist axis in the region, and a complete end of occupation in Nagorno-Karabakh; while excluding Russian armed presence in the region. Only then, it will be possible to tame Armenia and free it from Russian influence, bring it closer to rule-based global order and break revisionist connection in the region. Unless mentioned possibilities are realized, Southern Caucasus will remain a conflict formation, national securities of Turkey and Azerbaijan will always be at risk and revisionist axis will grow stronger; which is jeopardizing global security as a whole.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
18 Kasım 2020 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

From The Planes, Raılways and Telegraph: A Short Hıstory of Modern Intellıgence

by Alp Cenk Arslan 30 Ekim 2020
written by Alp Cenk Arslan
From The Planes, Railways and Telegraph: A Short History of Modern Intelligence

Alp Cenk Arslan

Emergence of Modern Intelligence

The evolution of intelligence affairs, and the emergence of modern intelligence organizations require a close look at the history of modernity. Intelligence is as old as history. As Gill and Pythian state, the rise of intelligence as a means of security could be traced back to antiquity and before. From Moses’ story in Old Testament to Chinese general Tsun Tzu of fourth century BC and Thucydides’ comments on Peloponnesian War battled in antic ages, gathering information from the enemy has been a concept related to intelligence history.1 Gill, Peter, and Phythian, Mark. (2012). “Intelligence in an Insecure World”. pp. 40 When early modern period came, a semi-systematical use of spies became a widely-seen phenomena in the prominent empires of the time. However, the concept of spying was far from today’s professional understanding of the job. The merchants, ambassadors and even family members of these people who told stories from foreign lands were not occupied with a specific intelligence activity. Intelligence gathering activity was an ad hoc affair and could not be evaluated as fully systematic.

 

The emergence of modern intelligence agencies in terms of professionalism have found their impact in 19th century and at the beginning of 20th century. In 1825, Russian Third Section of His Imperial Majesty’s Own Chancellery was founded by Tsar Nicholas I and replaced by the Special Police Department which is commonly known as Okhrana in 1881. Other intelligence departments emerged as specific divisions in military institutions of other western states in and after 1850s. On the other hand, British War Office established an Intelligence Branch in 1873. In 1883, naval intelligence unit was formed in the United Kingdom army. Early United States intelligence branches were founded during 1880s. The social upheavals and revolutions of 19th century had shaped characteristic of intelligence units.

 

The first professional intelligence units focused on internal intelligence with regards to political opposition in the western states. For instance, Russian Okhrana’s special monitoring activities were targeting Russian opponents to the Tsarist regime and even its personnel operated in major European cities as they monitored Russian revolutionaries there.2 Richelson, Jeffrey T. (1995). “A Century of Spies”. pp. 4-7 However, the prominent commonality of the early intelligence branches was that they existed under military organizations.

 

World War I came in a time that technological innovations had a significant impact. Telegraph had been used since 1840s, steam-driven trains and ships was being widely used in 1860s, Gugliermo Marconi successfully sent voices and signals through air, finally Wright Brothers succeeded plane flights. These technologies and their capabilities were used by belligerent forces of World War I and the war brought a total destruction. The Great War’s legacy could be assessed in terms of the development in intelligence affairs. The specialization of intelligence business reached beyond its limits and the scope of intelligence capabilities was widened. That extension created major developments in modern intelligence community. In 1914, the employment of telegraph by diplomatic units was a general application and the intelligence collection was at a higher level.3 Herman, Michael. (1996). “Intelligence Power in Peace and War”. pp. 22 A final impact of World War I on intelligence affairs was the most important: separation of intelligence business as a different bureaucracy from the armies.

 

World War II which is known as Total War also brought, perhaps, the most prominent characteristics to the intelligence institutions that still exist today. The most crucial legacy of World War II was the advancement of technology in terms of technical intelligence. The war also resulted in the advancement of evaluation techniques and institutionalization of the analysis departments especially in the United States intelligence community that learned a lot after the tragic Pearl Harbor attack.

Cultures of Intelligence

While evaluating the foundation and effect of different intelligence organizations, it is also a significant point to be emphasized that cultures of intelligence which is especially affected by the states’ national security cultures have played a vital role for the emergence of characteristics of the organizations. According to Davies, British and American intelligence agencies and their difference characteristics reflect the differences between both countries’ historical traumas that created different national security threat perceptions.4 Davies, Phillipe H. (2002). “Ideas of Intelligence”. Harvard International Review, Vol. 24, No. 3, pp. 62

 

As the United Kingdom finds its trauma in South African campaign of 1899-1903, which is known as Boer War, the United States’ intelligence community was strongly shaped after 1941 Pearl Harbor attack. Failure in Boer War taught British intelligence that a systematic collection would be needed in order to influence different geographies. Pearl Harbor attack was a result of lack of evaluation rather than collection of intelligence. Abundance of information and intelligence was requiring better assessment techniques. As British intelligence community made efforts on the advancement of collection techniques, their American colleagues specialized more on analysis. Turkish case of intelligence also had roots in national security traumas. Sevres Agreement after World War I and the military elite’s raising place in the foundation of the new republic resulted in an intelligence organization which was under the control of military.

American, British and Russian Intelligence Agencies in the World Politics

After World War II intelligence organizations completed their structural foundation and started to have an impact on world politics. Both World Wars had crucial effects on prominent intelligence organizations in the world. The organizations adapted themselves to the new dynamics of world politics.

 

  Central Intelligence Agency (CIA) was formed in 1947, under the presidency of Harry S. Truman. The United States President signed the National Security Act which had also the foundation of CIA. The main necessity behind the emergence of CIA was not only the strategic surprise in 1941’s Pearl Harbor incident. There was a requirement for the centralization of intelligence activities according to security policy authorities in the United States. Franklin Roosevelt’s authorization on the creation of a central intelligence body that hold up British Secret Intelligence Service as an example had directed the United States authorities to found Office of Strategic Services (OSS) in 1942. After a short time, the organization was dissolved and CIA was founded with the National Security Act in 1947. OSS was a war-time intelligence organization and formed under Joint Chiefs of Staff. However, after the war, despite the opposition from military authorities, President Truman decided to from CIA. In 1949, a specific Central Intelligence Agency Act was legalized, allowed CIA to use confidential fiscal procedures and exempted it from disclosing its organizational details, salaries, and number of personnels.5 Lowenthal, Mark M. (2012). “Intelligence: From Secret to Policy”, pp. 42 It is clear that the formation of American central intelligence bureaucracy finds its roots in Pearl Harbor attack and need for a more proper evaluation. As Kahn states, Pearl Harbor “surprise attack” destroyed the national myth of isolation and invulnerability.6 Kahn, David. (1991). “The Intelligence Failure of Pearl Harbor”, Foreign Affairs, Vol. 70, No. 5, pp. 138-152

 

  British Secret Intelligence Service (SIS) which is commonly known as Mi6 (Military Section 6) assigned for foreign intelligence duties, while Security Service Mi5 (Military Section 5) focused on interior intelligence and counterespionage. When looking at Secret Intelligence Service’s precessors, Secret Service Bureau came to the surface as a modern intelligence organization which was founded in 1909, right after Boer Wars. The Bureau was operating under joint control of British Naval Army and the War Office. It was responsible for foreign intelligence especially in the overseas territories of the Empire. A specific specialization of the organization was upon the maritime assets of Britain. It was because of the necessity to gain information from the Imperial German Navy which was the main rival of British sea forces at the time. During World War I, the Bureau could not show significant achievement and intelligence was gained from commercial networks and the United Kingdom’s allies.  In 1920, the organization took its current name as Secret Intelligence Service. During inter-war period, the organization even collaborated with Nazi Gestapo against communism. When World War II took place, SIS combined human intelligence activities and technical efforts. Cryptanalytic initiatives were among them. Enigma technology was deciphered at the time and many of Adolf Hitler’s strategies were learned by British authorities.7 Richelson, Jeffrey T. (1995). “A Century of Spies”. pp. 168 British Prime Minister Winston Churchill founded Special Operations Executive during the war time years and that contributed to the British intelligence activities until its abolishment in 1946. A proper analysis upon the British intelligence culture could be about its obsession on collection phase of intelligence cycle. British intelligence community has been professionalized in collection especially since World Wars. Diaries and memoirs show that while British Prime Minister Winston Churchill appreciated the intelligence officers’ activities, he was not interested in intelligence analysis as a product prepared by Secret Intelligence Service. That was because of his obsession on evaluating inputs on his own.8 Richelson, Jeffrey T. (1995). “A Century of Spies”. pp. 175 Another cultural and characteristic speciality of the country’s intelligence is its capacity problem in aerial reconnaissance through wars. It was also because of the country’s geography as an island state and ignorance of foundation of a well-equipped air force.

 

  On the other side of the continent, Russia has completed the foundation of its final intelligence agency, Committee for State Security which is commonly known as KGB, after 1954, the groundbreaking of cold war. Precessors of KGB were small intelligence units which were founded after 1917 Revolution, such as Cheka, NKVD, GPU, OGPU, NKGB and MGB. KGB was assigned to do its precessors’ work in a coordinated style and was attached to the Council of Ministers. The agency was responsible for foreign intelligence, counterintelligence, operative investigatory activities, and guarding Soviet Union’s borders and Communist Party leadership. Russian intelligence community’s experiences were highly occupied with interior opponents from Tsarist regime to communist state order. Thus, the foreign activities of KGB and its precessors were regarded as a function to sustain stability and security of the state too. While CIA and British SIS approached to foreign intelligence as means of commercial or political influences, Russian intelligence organizations focused on the stability of state order.

 

Soviet intelligence efforts, in the first part of 20th century, were to discover the military plans and intentions of adversaries such as Britain, France, Germany, the US and Japan. Accordingly, main purpose of the foreign activities was to obtain western industrial and economic secrets, to foster communism by internal uprisings abroad and neutralize exiled White Russians. Soviet intelligence played a role during Spanish Civil War between 1936-1939 in this manner.

 

  The United States’ intelligence history before World War II was upon the control of domestic problems such as rising anarchism and communism. Before the total war, US foreign intelligence was operated through military and naval attachés. As British intelligence’ success to read encrypted codes with Engima, US intelligence also achieved same duties. Cryiptographic organization the Black Chamber’s head Herbert O. Yardley and army Signal Intelligence Service’s head William Friedman became successful in reading coded documents.9 Richelson, Jeffrey T. (1995). “A Century of Spies”. pp. 176

 

  The evolution of intelligence organizations during the first half of 20th century had significant impacts on world politics. Indeed, there was a bilateral impact. As intelligence organizations were developed after technological and strategical innovations raised by their rival institutions, the development of intelligence bodies also created an impact on the world politics. Decoding techniques and improvement of Enigma technology resulted in new technological developments in other spheres of life. The foundation of CIA and its clandestine structure which took its legitimacy from a legal act allowed its involvement in major political events such as 1953 Iran coup and 1954 Guatemalan coup. Soviet intelligence also played an important role in late 1940s communist revolutions of Eastern Europe.

Conclusion: Dangerous New Boys

Intelligence, as an old business as far as history, has found its specialization in the modern era in which modernization of nation-states was held. Intelligence became more specialized, professionalized and institutionalized during the period of 19th century and early 20th century. Both World Wars directed intelligence organizations into new adjustments and improvements in terms of organizational structure, analytical thinking and technology.

 

  First half of 20th century created an impact on intelligence organizations. However, in turn, new improvements in intelligence organizations of the United States, the United Kingdom and Russia also created a significant impact on world politics. The pattern of highly internationalized world politics and new dynamics of international relations during World Wars I and II, affected intelligence activities in aforementioned countries. During the first years of Cold War, intelligence organizations proved that their new structures and techniques had an impact on world politics. Main characteristic of the bipolar world which included the extension of power struggles to even far places of the world, caused that any country from any geography of the world could be targeted by CIA or KGB.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
30 Ekim 2020 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Yeni terör çağının habercileri: Özel Askeri Şirketler

by Ufuk Bal 27 Ekim 2020
written by Ufuk Bal
Yeni bir çağın habercileri: Özel Askeri Şirketler
Ufuk Bal

Savaş Araştırmaları Yüksek Lisans

Özel askeri şirketler geçtiğimiz yıllarda gündemin sıcak konulardan biriydi. Amerika bu şirketleri Irak ve Afganistan’da bolca kullanınca Batılı akademik dünya tartışmaların da etkisiyle bu konu üzerinde ciddi çalışmalar yürüttü.1 Bkz: Sean McFate, Mercenaries and War: Understanding Private Armies Today, National Defense University Press, Washington, D.C., December 2019; John France, Mercenaries and Paid Men: The Mercenary Identity in the Middle Ages, Brill,  2008; Gabor Rona, Elżbieta Karska, Patricia Arias, Anton Katz, Saeed Mokbil, OHCHR Publish, Mercenarism and Private Military and Security Companies, 2018; Kenneth W. Grundy, On Machiavelli and the Mercenaries, Cambridge University Press, 2008; Candace Rondeaux, Decoding the Wagner Group: Analyzing the Role of Private Military Security Contractors in Russian Proxy Warfare, New America Publish, 2019; Jeremy Scahill, Blackwater: The Rise of the World’s Most Powerful Mercenary Army, Bold Type Books, 2007 Ancak Irak ve Afganistan çatışmalarının gündemden düşmesi ve bu şirketlerin de artık karanlığa çekilmesiyle özel askeri şirketler konusu eski önemini kaybetti.

 

Batılı akademisyenler için konu gündemde olmasa da dünyanın dört bir yanında özel askeri şirketler ve paralı askerler “işlerini” devam ettiriyorlar. Bazen darbe yapıyorlar2 James L. Taulbee & David A. Head, Mercenary commando coup operations: Theory versus practice, Journal of Strategic Studies, 16:1, 109-121 , bazen şehir savaşlarında düzenli ordulara destek veriyorlar, bazen doğrudan cephe tutuyorlar, bazen zengin iş adamlarını çatışma bölgelerinde koruyorlar. Özetle bu şirketlerin verdikleri hizmet bitmiyor.

 

Bu şirketlerin neden giderek güçlendiğini, neden neredeyse her silahlı yapının bir özel askeri şirkete dönüştüğünü irdelememiz gerek. Böylece bu fenomeni daha iyi anlayabilir, yarattığı yeni güvenlik risklerini daha kolayca ortaya koyabiliriz.

Şirketler ve Paralı Askerler

Genel algılar şirketlerin hepsini paralı asker olarak tanımlıyor. Ancak burada gerçekçi bir kategorizasyona ihtiyaç var. Bu bakımdan yapılması gereken bir kümelendirme var: özel askeri şirket ve paralı askerler. Her özel askeri şirket bir “paralı askerlik” şirketi değil. Ancak paralı askerlik hizmeti veren her şirket bir özel askeri şirkettir.

 

Örneğin Amerikan ordusu için Afganistan’da kuru temizleme ihalesi alan, çalışanlarına gerektiğinde kamuflaj giydirip ihale şartnamesine göre kuru temizleme hizmeti veren bir şirket, bir özel askeri şirkettir.3 Bu konuda bkz: Marc Lindemann, Civilian Contractors under Military Law, 2007, New York Ancak paralı askerlik hizmeti vermez. Bunlar çok geniş bir kavramsallaştırma ile ‘yüklenici’ olarak anılırlar.

 

İkinci türden şirket ise paralı askerlik hizmeti verenler. Bu meslek birçok araştırmacıya göre dünyanın en eski ikinci mesleği. Tarihi savaşlar kadar eski. Otorite ile ilişkilerin biçimine göre değişen yapısı ile Orta Çağ’ın son dönemlerine kadar süren paralı askerliğin sonunu ise Fransız Devrimi getiriyor. Fransız Devrimi’nin ardından formel bir biçim alan devletin yurttaşlar ile ilişkisinin düzenlenmesi sonunda ortaya çıkan ‘vatandaş orduları’ ve devlet ile vatandaş arasındaki ortak sorumluluklar üzerine kurulan ‘zorunlu askerlik’ kurumu paralı askerlik mesleğini zayıflattı. Bunların yanı sıra teknolojik gelişmelerin de etkisiyle – menzil hattının genişlemesi, ateş gücünün yükselmesi, lojistik ve intikallerin değişmesi vb. gelişmeler- paralı askerler artık pahalı bir araca dönüşmüştü. Sonuçta savaş bir maliyet hesabıydı.

Bu değişim nedeniyle son iki yüzyılda paralı askerler nadir görüldü. Tarih boyunca savaş alanlarını iyi eğitilmiş ve ömrünü bu işe adamış profesyoneller domine ederken geçtiğimiz yüzyılın ve dünya tarihinin en büyük iki savaşında ana aktör “kanun zoru” ile askere alınmış vatandaşlar, sıradan insanlardı.

 

Fakat artık paralı askerler geri döndü. İlk çağlardan Orta Çağ’ın sonuna kadar savaş sahalarını domine eden profesyonel savaşçılar yahut nesillerdir savaşan ailelere mensup soyların temsilcileri, kendi ekipmanları, taktikleri, ‘iş bağlantıları’ ve savaşçılarına sahip olan paralı askerler geçirdikleri değişimle savaş sahasına yeniden girdi. Fransız Devrimi’yle başlayan ara, ulus-devletin verdiği kısa mola bitti.

Alıştığımız Düzen: Vatandaş Orduları

Paralı askerleri kitlesel şekilde tarih sahnesinden yaklaşık olarak iki yüzyıl için indiren Fransız Devrimi ve sonraki gelişmelerin getirdiği yasa düzeni idi. Fransız Devrimi ile kurulan cumhuriyet Orta Çağ’ın bağlılık ilişkisini herkes için genel geçer bir yasaya bağlamıştı: Vatandaşlık. Artık bağlılık bir derebeyine, bir şövalyeye yahut başka bir güç odağına değildi. Devlet yasa, adalet ve zorun tekeli haline gelmiş, böylece değişen bağlılık biçimi yeni bir ordu doğurmuştu: Vatandaş orduları.4 Deborah Avant, From Mercenary to Citizen Armies: Explaining Change in the Practice of War, Cambridge University Press, 2003

 

Bu yasal bağlayıcılık beraberinde hakları, haklar ve sorumluluklar da beraberinde askerliği getirdi. Charles Tilly ve Eley’in de belirttiği gibi, askere alma hem bir “zor” kullanma işidir5 Bkz: Charles Tilly, Coercion, Capital, and European States, AD 990–1992, Madlen, Mass.: Blackwell, 1997  hem de askere gelmiş kişi artık bir vatandaş, cumhuriyette bir paydaştır ve belli haklara sahip olur. 6 Geoff Eley, “War and the Twentieth-Century State,” Daedalus, vol. 124, no. 2, Spring 1995

Değişimin başlangıcı: İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası

İlk çağlardan burjuvanın iktidarı ele geçirdiği modernleşme dönemine kadar savaşlar ve askerlik siyasi bir statü ve gücün olmazsa olmazıydı. Ancak yasa ve vatandaşlık döneminde artık geniş kitlelerin de statüleri söz konusuydu. Görece demokratikleşme ve iletişim araçlarının yaygınlaşması toplumsal kritik konular kamuoyunun rızasını zorunlu kılıyordu. Bu durum bir bakıma vatandaş ordularını kamuoyu rızasının de-facto bileşeni haline getiriyordu. Ancak bu rıza süreci her zaman işlemiyordu.

 

Vietnam Savaşı esnasında da tam olarak bu oldu. Amerikan kamuoyu artık zorunlu askerlik istemiyordu. Amerikan şehirleri ayrımcılığın politik sonuçlarını huzursuzluk olarak öderken, İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik rüya bitmişken Amerikan kamuoyu, dünyanın öteki ucunda Birleşik Devletleri’n resmi olarak tarafı dahi olmadığı bir savaşın içinde olmak istemiyordu. Bu hareketler sonunda ABD’de ve bazı Kıta Avrupası devletlerinde zorunlu askerlik çok geçmeden kaldırıldı.

 

İşte bu hareketler sonunda ABD’de7 Amerika’da Zorunlu askerlik Vietnam Savaşı’nın ardından, 1973’te kaldırılmıştır. – Aktaran: Dr. Murat Sevinç, Türkiye’de ve Batı demokrasilerinde Vicdani Ret, Zorunlu Askerlik ve Kamu Hizmeti Seçeneği, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt:61 Sayı:1, 2006 ve bazı Kıta Avrupası devletlerinde zorunlu askerlik çok geçmeden kaldırıldı. Ancak “egemen” olmak bir askeri güç işiydi.

 

Amerikan ordusunda zorunlu askerliğin kaldırılmasından sonra kitlesel ordu hareketleri için ciddi bir insan sorunu yaşanmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı ve ardından gelen çaıtşma ortamlarında ordu büyümüştü. Operasyonel olarak dünyanın çeşitli bölgelerinde yaygın durumdaydı. Ancak zorunlu askerliğin kaldırılması bir insan kaynağı krizine neden olmuştu. Ortaya çıkan bu insan kıtlığına dahiyane bir çözüm geliştirdi. Muharip unsurları daha elit hale getirdi. 1960’larda yeşil bereliler olarak bilinen özel kuvvetler doğdu. Deniz piyadelerinin boyutu küçüldü ve yine deniz piyadeleri içinden nokta atışı operasyon yapabilecek elit unsurlar yaratıldı. 8 Garyy L. Thompson, Army Downsizing Following World War I, World Waar II, Vietnam, and Comparison to recent Army Downsizing; USA,B.S., University of Rio Grande, Rio Grande, Ohio, 1989; Carlson, Carl (2002) “Implosion: Downsizing the U.S. Military, 1987–2015,” Naval War College Review: Vol. 55: No. 1 , Article 18

 

Sonuç olarak muharip işgücü “profesyonel” askerler içinden yetişen elit ama vurucu gücü yüksek birliklere devredildi. Destek hizmetleri de sivil ve özel yüklenicilere ya da başka bir deyişle özel askeri şirketlere devredildi. Geçmişte zorunlu askerlerin yürüttüğü işler artık ihaleleri kazanan taşeron şirketler tarafından icra edilmeye başlandı.

 

Lojistiğinden temizliğine dev organizmalar olan ordular, askerliğin gönüllük esasına göre yapılmasıyla birlikte destek hizmetlerinde sorunlar yaşamaya başladılar. Ayrıca dönem dönem üst düzey komutanların dilinden medyaya da yansıdığı gibi, “çok da cazip olmayan destek hizmetleri” gönüllülerin iştahını kabartmıyordu.9 Q&A: Military Outsourcing, New York Times, 2004 – Link Hatta yıllar sonra özel askeri yüklenicilerin pazarda hızla büyüdükleri 2001-2006 yılında Savunma Bakanlığı görevini yürüten Rumsfeld’in ifadesine göre, askerlerin savaşmaya odaklanabilmesi için destek görevlerini başkalarının yürütmesi gerekiyordu.10Paul C. Light, Rumsfelds Revolution at Defense

 

 Brookins, 2005 – Link
  Öyle ki Rumsfeld döneminde Amerikan ordusu için “McArmy” ya da McMilitary11David Morse, Rumsfeld’s McArmy Goes to War, Salon, 2005 – Link gibi ifadeler dahi kullanıldı. 12 Volker Franke- Security By Contractor: Outsourcing in Peace and Stability Operations, National Defence University Center For Complex Operations, 2010 – Link

Soğuk Savaş Sonrası

Zaman içerisinde orduyu oluşturan üç unsurdan biri olan para, yani orduların bütçeleri, kamuoyu ve siyasetçiler tarafından hedef alındı. Özellikle Soğuk Savaş’ın bitmiş olması “ordulara ayrılan paranın artık sonuna geldik” yönündeki söylemleri güçlendiriyordu. Sorgulanmayan, sınırsız güvenlik harcamaları dönemi bitmişti. Mevcut elit muharip birlikleri yetiştirip donatmak, dünyanın dört bir yanında hassas çevrelerde savaştırmak artık hem siyasi olarak gereksizdi – düşman yenilmişti – hem de ciddi bir maliyet haline gelmişti.

 

Örneğin 2017 yılında çıkan bir habere göre13 Clyde Haberman, Special Ops Forces: How Elite Forces Became Military Muscle, New York Times, 2017 – Link bir yeşil bereli askeri eğitmek aşağı yukarı bir buçuk milyon dolara mal oluyordu. Haberde görüşüne yer verilen özel kuvvetler emeklisi Tuğgeneral Russell Howard’a göre bu kimseler “milli servetin” birer parçasıydı.

 

Yükselen tek maliyet tabii ki bu değildi. Artık uzak diyarlarda hayatını kaybeden her bir asker, kamuoyunda giderek büyüyen tepki anlamına geliyordu. Askeri müdahalelerin siyasi faturası bu yüzden giderek kabarıyordu. Hem muhafazakâr hem de liberal kanattan siyasetçiler Atlantik’in iki yakasında, müdahaleleri çeşitli sebeplerden eleştiriyordu. İşte bu ortamda paralı askerlik hizmetini veren özel askeri şirketler tekrar ortaya çıkmaya başladı. Yazının başından beri cevap aradığımız “neden şimdi” ve sorusunun cevabı, işte burada.

 

İşte bu ihtiyaçlar, bu spesifik zamanda, Soğuk Savaş sonrasında; bu spesifik ülkelerde, ABD ve Birleşik Krallık’ta, geçmişte savaş alanlarına hükmetmiş paralı askerliği, para karşılığında savaşan kimseleri hayata döndürdü. Sektörün öncülerinden Executive Outcomes 1989 yılında, 14 P. W. Singer, Corporate Warriors: The Rise of the Privatized Military Industry, London: Cornell University Press, 2003, s.101. Sandline International ise hemen birkaç yıl sonra kuruldu.15 Jesse Selber; Kebba Jobarteh, From Enemy to Peacemaker: The Role of Private Military Companies in Sub-Saharan Africa, Medicine & Global Survival, 2002; Vol. 7, No. 2; R. Roberts, The Role of Private Military Companies in African Conflicts, Published 2007, Business  Academi olarak bilinen, askeri şirketlerin en ünlüsü Blackwater 1997 yılında kuruldu.16 Özel Askeri Şirketler – Savaşın bir sektöre dönüştüğü küresel ortamda, Acta Fabula, 2020 – Link

 

Küçülerek profesyonelleşen askeri operasyon unsurları, yüksek askeri bütçelerin tartışıldığı bir dönemde, zengin ülkelerin sınır ötesi operasyonlarının gerçekleştiği Orta Doğu veya Afrika ülkelerinde geçmişte savaş alanlarına hükmetmiş paralı askerliği hayata döndürdü. Sürpriz olmayan bir şekilde bu şirketlerin hepsi hayatları çatışma bölgesinde, nokta atışı operasyonlarda geçmiş, çok iyi eğitimi ve işi savaşmak olan eski özel kuvvetler unsurları tarafından kurulmuştu.17 Eric Sof, From Ordinary Mercenaries to the Private Military Contractors, Spec Ops Magazine, 2019 – Link  

 

Demir perdenin batısında ordular ve askerlik dönüşüm geçiriyordu. Soğuk Savaş’ın ardından Rusya’da da benzer çözümlere mecbur kaldı. Vladimir Putin’in iktidarı ile yeniden küresel bir güce dönüşen Rusya özel askeri şirketlere, daha doğrusu paralı askerlere ihtiyaç duyduğunu fark etti.

 

Rusya’nın paralı askeri şirketlere yönelik ihtiyacı ise askerliğin maliyetinden değil amaçladığı dış politikanın tartışmaya açılması durumunda karşılaşacağı zorlukları hafifletmekten yani meşruiyet sorunundan kaynaklanıyor. Artık gücünü başka ülkelerde ortaya koymak isteyen Rusya bunu kendi ordusuyla kısıtlı bir çerçevede yapabiliyordu. Ancak Rusya geçmişten dersler çıkardı ve dış politika doktrinleri çerçevesinde paralı askerleri kullanmaya başladı.18 CSIS Group, Moscow’s Mercenary Wars: The Expansion of Russian Private Military Companies – Link Bu sektörde kazanç gören iş adamlarının da etkisiyle Rusya’da altyapı oluştu. Bugün en meşhuru Wagner olan paralı askerlik şirketleri ortaya çıktı.19 Çağatay Cebe, Rusya’nın Dış Politikadaki Gayrinizami Unsurları: Özel Askeri Şirketler, Acta Fabula – Link Böylece Rusya, dış politikasını paralı askerlik şirketleri aracılığıyla daha etkin bir şekilde uygulayabilecek veya uluslararası hukuk alanında bu konu ile ilgili boşluklar sayesinde süreçleri zorlayabilecekti.

 

 

Bugün Rus askeri şirketleri birçok kıtada hizmet veriyor. Venezuela’da Maduro’nun hizmetindeler.20 Andrew Roth, Russian mercenaries reportedly in Venezuela to protect Maduro, The Guardian – Link Afrika’da birçok siyasi otorite için koruma sağlıyorlar ve kimi krizlere müdahil oluyorlar.21 Giorgio Cafiero, The Wagner Group’s Presence in Africa and Beyond, Inside Arabia – Link İdlib’de ve Libya’da Türk ordusu ve Türkiye destekli kuvvetlerin karşısında Wagner ve diğer özel Rus unsurları bulunuyordu.22 Stavros Atlamazoglou, How Putin’s favorite mercenaries are using secretive operations to tip the balance in Africa, Business Insider – Link

Paralı askerlerin ekmek kapısı: Güçsüz Devletler, Paralı Askerler, Sürekli Krizler ve küresel zenginler

Peki nereye gidiyor bu özel askeri şirketler? Daha neler yapabilecekler? Aslında bugün bu sektörün geçirdiği dönüşüm bize ipuçları veriyor.

 

Bu şirketler artık ABD, İngiltere ve Rusya gibi “ana iş sağlayıcıları” olan ülkelerin tekelinden çıkıyorlar. Kendilerine yeni işler bağlıyor, yeni krizlere müdahale ediyorlar. Bu fırsatlar da tabii ki daha güvenlik krizi yaşayan ancak çeşitli sebeplerden sorunlarını çözecek bir orduya sahip olmayan devletlerden veya güç odaklarından geliyor.

 

Örneğin Boko Haram’a karşı güçlükle mücadele eden ve içeride otoritesi de bu yüzden sarsılan Nijerya hükümeti, 2016 yılında Goodluck Jonathan’ın kararıyla terörle mücadeleyi paralı askerlere devretmeye karar verdi.23 Bruno Bayley, What Does Nigeria’s Use of Private Military Companies Against Boko Haram Mean for the World?, Vice News – Link

 

Kaynakları zaten kısıtlı olan Nijerya için terörle mücadele edecek yetkinlikte muharip unsurlar yetiştirmek onlarca yıl ve yüzlerce milyon dolara gerektiriyordu. Üstelik Nijerya gibi politik otoritenin sallantıda olduğu ülkelerde güçlü askeri kurumlar tehdit olarak görülebiliyordu. Bu anlamda Nijerya’da orduya yapılacak yatırım hem bir riskti hem de işe yarayıp yaramayacağı veya yarasa bile ne zaman yarayacağı şüpheliydi.24 Bu konuda bkz: Varin, Caroline. (2018). Turning the tides of war: The impact of private military and security companies on Nigeria’s counterinsurgency against Boko Haram. African Security Review. 27; Mkandla, Thando Ian (2017) Private military contractors gains in containing Boko Haram in Nigeria, University of the Witwatersrand, Johannesburg; Nabiebu, Miebaka & Alobo, Eni. (2019). Exploring the Necessity of Private Military Companies in the Fight against Insurgency in Nigeria. International Journal of English Literature and Social Sciences

 

Nijerya tek örnek değil. Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Sudan, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Uganda en bilinen diğer örnekler. Aynı şekilde paralı askerlik hizmeti alan diğer otoriteler Venezuela’da, Suriye’de, Libya’daki çatışmaların tarafları.

 

Venezuela’da Maduro ve muhalifleri özel çözümlere başvurdular. Suriye’de Beşar Esed hem Rus hem İranlı şirketlerle çalışıyor. Libya’da hem Serraj hem Hafter paralı askerlerle birlikte savaşlarını yürütüyor. 25 Bkz: Mark Lobel , Is Iran paying Afghan mercenaries to fight in Syria? BBC – Link; Sheren Khalel, US says 2,000 Russia-backed mercenaries are fighting in Libya, MEE – Link

 

Buradan çıkarılabilecek mesaj aslında net: maddi ve politik gücü düzenli ordunun maliyetini kaldıramayacak, bu orduya para ve insan sağlayamayacak olan sistemler ve orduyu kuvvetli kanunlar, yönetmelikler ve mahkemelerle denetleyemeyecek olan güç odakları için özel şirketler bir fırsat sunuyor.

 

Bu şirketler, belli bir meblağ karşılığında siyasi krizlere müdahil oluyorlar. Üstelik son derece iyi eğitimli hatta eğitimlerine milyon dolarlar harcanmış ve savaş atmosferinde yoğrulmuş savaşçıları çalıştırıyorlar. Ekipmanları güncel. Çatışma doktrinleri ise sürekli değişiyor.

 

Ancak ne olursa olsun paralı askeri şirketlerin temel motivasyonu olarak karşımıza para ve bu paranın kaynağı olan küresel istikrarsızlık ve bölgesel çatışma sahaları çıkıyor. Paralı askerlerin siyasi krizlere müdahalesi aslında siyasi krizleri de dönüştürüyor. Örneğin krizlerin derinliği ve süresi geçmişe göre büyük ölçüde uzamış durumda. Bu şirketler için krizler birer para kaynağı. Her biten kriz, biten bir iş demek.

 

2019 yılında Venezuela’da Maduro karşıtları darbe yapmak için bir Amerikan şirketinden yardım aldılar.26 Tom Phillips, US mercenary says group plotted to seize Venezuela’s presidential palace, The Guardian – Link Amaçları Maduro’yu öldürmek ya da Amerika Birleşik Devletleri’ne götürmekti. Ancak başarısız oldular.27 Venezuela: Former American soldiers jailed over failed coup, BBC – Link

 

Libya’da da tıpkı Venezuela’da olduğu gibi krizin iki tarafı da paralı askerlere başvurdu. Serraj güçleri Hafter’in Rus, Sudanlı ve Çadlı paralı askerlerine karşılık Türkiye’nin desteklediği SMO unsurlarını savaştırmaya başladı.28 Isabel Debre, Pentagon report: Turkey sent up to 3,800 fighters to Libya, AP News – Link

 

Buradan şu sonuç çıkabilir: profesyonel ve iyi eğitimli askerlerin iki tarafça da yoğun olarak kullanılması krizleri giderek derinleştirebilir ve açmaza sürükleyebilir.

 

Paralı askerlik hizmeti alan kimseler sadece devlet yöneticileri, muhalifler veya isyancı güçler değil. Benzer şekilde iş insanları ve ulus-aşırı şirketler de çeşitli çözümler için özel askeri şirketlere başvuruyor.

 

Örneğin Nissan CEO’su Carlos Ghosn, kanun kaçakçılığının ilginç öyküsüne müzisyen kılığına girmiş paralı askerlerden yardım alarak giriş yaptı.29 Jack Kelly, The Intriguing Story Of How Carlos Ghosn Went From A Top CEO To An International Fugitive, Forbes – Link   Ünlü işadamı Pablo Fidanza, Venezuela seyahatinde paralı askerler tarafından korundu.30 Humenhoid’s Medium Blog, Call of Duty: Advanced Warfare + VICE — Superpower For Hire, Medium – Link Ve büyük petrol şirketleri yıllardır zaten paralı askerler vasıtasıyla gemilerini koruyor.31 David Axe, Pirate-Fighters, Inc.: How Mercenaries Became Ships’ Best Defense, Wired – Link

 

Bu çözümler şimdilik “koruma” seviyesinde. Örneğin yüksek riskli bölgelere seyahat ederken bir askeri şirketle anlaşıp güvenliklerini sağlıyorlar. Ya da bir şirket, güvenlik kurumlarına güvenmediği ülkelerde yaptığı yatırımları özel askeri şirketler aracılığıyla koruyor.

 

Terörle Terörlü Mücadele

Potansiyelleri, erişim ağları, yaygın işe alım usulleri ve sınır ötesi kabiliyetleri ve motivasyonları bakımından düşünüldüğünde paralı askerlik şirketlerinin önümüzdeki süreçte terör örgütlerinden ‘iş almasının’ önünde bir engel bulunmuyor. Tanımının taraflar açısından değişkenliği ve siyasal bir araç haline gelebilmesi nedeniyle paralı askerlik şirketleri için ‘terör piyasası’ oldukça cazip bir müşteri potansiyeline sahip.

 

Yine de kavramsal ve siyasi tartışmaları girmeden, terör örgütlerinin bu şirketlerin gelecekte potansiyel müşterileri olabileceğini söylemek için elimizde göstergeler mevcut.32 Bkz: İlnur Cevik, Terrorists recruit US mercenaries, Daily Sabah – Link; Örneğin YPG’ye eğitim veren Rus ve Amerikalı unsurlar aslığında bu trendin küçük bir habercisiydi. Daha sonra medyaya YPG tarafından kiralanan birtakım paralı askerlik şirketiyle ilgili iddialar çıktı. Hatta Anadolu Ajansı’nın detaylı dosyasına göre Castle International, YPG ile yaptığı sözleşmeye sitesinde açıkça yer vermişti. 33 Levent Tok, Kasım İleri; ABD’li özel güvenlik şirketinden YPG/PKK’ya destek, Anadolu Ajansı – Link Konunun önde gelenlerinden Sean McFate’e göre terör örgütleri zaten paralı askerlerden yararlanıyorlar.34 Sean McFate, Mercenaries and War: Understandin Private Armies Today, National Defense University Press, 2019 –  Link; Avustralyalı paralı askerler, katıldıkları bir televizyon programındaki ifadelerine göre “savaş lordlarının” yanında yer aldılar.35Soldiers of Fortune, Four Corners, ABC Televizyonu, 2020 – Link

 

Henüz 2001 yılında BM özel raportörü Enrique Bernales Ballesteros, paralı askeri şirketlerin terör eylemlerinde ve bağımsızlık hareketlerinde yer aldığının altını çizmişti.36 Enrique Bernales Ballesteros, UN Press Release, Mercenaries often a presence in terrorist attacks, special rapporteur tells the third committee as it begins discussions on self-determination, 31 October 2001 – Link 2001 yılından beri bu tehdit küçülmüş değil. Aksine sektörün büyümesiyle birlikte paralı askerlik hizmeti veren şirketlerin sayısı da arttı. Bugün Suriye’de Esed için savaşan onlarca özel askeri şirket olduğu tahmin ediliyor.37 Manhal Baresh, Private Security Companies in Syria: New Agents at the Regime’s Service, Wartime and Post-Conflict in Syria (WPCS), European University Institute 2020 Aynı trend savaşın diğer kanadında da mevcut. En bilinen örnek ise Malhama Tactical. 2015 yılında kurulan Malhama Tactical için batılı çevreler Cihad’ın Blackwater’ı diyor.38 Eric Sof, Malhama Tactical: The Blackwater of Jihad, Spec Ops Magazine, 2017 – Link

 

Sektörün arz tarafında yaşanan bu çeşitlilik, şüphesiz talep tarafında da kendine karşılık buluyor. Terör örgütleri paralı askerlerle savaşmayı daha kârlı görüyor. Daha iyi savaşan bu kimseler terörün toplumdaki insan kaynağını ve popülaritesini de kayıplar yoluyla kaybetmesinin önüne geçiyor.

 

Terör ve özel askeri şirketler ilişkisi tek taraflı değil. Terör nasıl özel askeri şirketlere başvuruyorsa, özel askeri şirketler de teröre başvurabilir. 2001 yılında BM özel raportörü Ballesteros’un uyarıları bunun bir örneğiydi. Ancak ilişkinin bu yönü sadece bununla sınırlı değil. Devlet dışı silahlı aktörler de özel askeri şirketlere dönüşebiliyorlar. Suriye Milli Ordusu, bunun en net örneği. Özgür Suriye Ordusu ismiyle Suriye’nin kuzeyinde örgütlenen grup Türkiye’nin aracı olmasıyla Libya’da para karşılığı savaşıyor. 39 Isabel Debre, Pentagon report: Turkey sent up to 3,800 fighters to Libya, AP News – Link Karabağ’da da var olduklarına dair iddialar var.40 Sirwan Kajjo, Ezel Sahinkaya, Monitor: Turkey Sending Syrian Fighters to Azerbaijan, VOA News – Link Ve gelecek bir krizde Afrika’nın iç kesimlerinde bir şehrinde olmayacaklarının garantisi yok.

 

Bu durum şiddetin tekelini devletlere bağlayan bir bakış açısı üzerinden ele alındığında aslında bir terör çağına işaret ediyor. Daha açık konuşmak gerekirse, parasını veren herkesin darbe yapabildiği, suikast düzenleyebildiği, bombalı eylem yapabildiği yeni bir çağa işaret ediyor. Afrika’da yeni bir hükümetle çalışmak istemeyen büyük bir şirket, bu “küçük pürüzü” ortadan kaldırmak için özel askeri şirketlere başvurabilir. 2004 yılında Ekvator Ginesi’nde düzenlenen ancak başarıya ulaşamayan darbe girişimi aslında tam olarak bu fikrin vücut bulmuş haliydi. Sandline International ile anlaşan İngiliz petrol zenginleri, muhalif lideri iktidara getirerek varlıklarını sürdürmek istemişlerdi.41 David Leigh, Jamie Wilson, and David Pallister, ‘Wonga list’ reveals alleged backers of coup, The Guardian – Link

 

Bu bağlamda düşünüldüğünde, özel askeri şirketlerin terörün bir aracı haline gelme ihtimallerinin hiç de azımsanmayacak boyutta olduğu söylenebilir.

Quo Vadis?

Bütün bu olan bitenleri düşününce gelecek hakkında karamsar tahminler yürütmek mümkün. Ancak bütün bu olanlar tarihte ilk defa gerçeklemiyor. Dünya esasında Fransız Devrimi’nden önce büyük ölçüde böyleydi. Devletin şiddet tekelini kontrol etmediği veya devrettiği her ortam, güvenliğin büyük bir tehdit aldığında olduğu türden bir ortamdı. Can ve mal güvenliği, ticaretin seyri hep muallaktaydı.

 

Güvenlik insanların en temel ihtiyaçlarından birisi. Ancak büyük uzmanlık ve deneyim isteyen bir alan olduğundan profesyonellerin tarih boyunca hep daha başarılı olduğu bir alan aynı zamanda. Bu yüzden gelecekte de güvenliğin olabildiğince profesyonellerce icra edileceği beklenebilir.

 

Bu bildiğimiz anlamda devlet, vatandaş, terör ve güvenlik ilişkilerini değiştirecektir şüphesiz. Belki gelecekte büyük şirketlerin özel askeri şirketler yordamıyla siyasi sahnede etkili olabilecekleri anlamına dahi gelebilir.

 

Hem Ekvator Ginesi örneğinde bahsedildiği gibi politik hedeflerine bu şirketler aracılığıyla ulaşabilirler hem de devletleşebilirler. Bu yüzden hem eski bir paralı asker olan hem de bu konuda akademik çalışmalar yürüten Sean McFate için 21. yüzyılın en büyük güvenlik tehdidi, paralı askerlik hizmeti veren özel askeri şirketler.42 McFate, Sean. The Modern Mercenary: Private Armies and What They Mean for World Order. , 2014

 

Weberyen bir tanım yapar, devletin alamet-i farikasının “şiddet tekelini elinde bulundurmak” olduğunu söylersek gelecekte farklı devlet anlayışları görebileceğimiz ihtimalini de söylemek gerekir. Belli bir toprak parçasına hükmetmeyen, sadece “vatandaşlık” anlayışı üzerinde şekillenmiş, hukukunu ve pasaportunu “satan” bir tür “şirket devletler” dahi görmemiz sürpriz olmayacaktır.

 

Belki de Fransız Devrimi’nden beri yaşadıklarımız bir istisnalar devriydi ve bitti. Şimdi önümüzde bu şirketlerle ilgili ciddi sorular var. Haklarındaki hukuki düzenlemeler bu kadar yetersizken terörle birlikte iş yapmalarından, kendi dış politikalarını gütmelerinden onları kim alıkoyacak? Dünya yeni bir terör çağına hazır mı?

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
27 Ekim 2020 0 Yorum
1 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

TURKISH-RUSSIAN RELATIONS: BANDWAGONING OR SELF-HELP?

by Cemil Caca Arslan 23 Ekim 2020
written by Cemil Caca Arslan
Turkısh - Russian relations: Bandwagoning or Self-help?
Cemil Caca Arslan

Turkey has a long history with Russia. Relations between the two states have shaped the region more or less throughout history. Russian contribution to the demise of the Ottoman Empire is undeniable; besides its direct or indirect actions to reshape demographics of Caucasus and Balkans. Turkey perceived Russia in three fashions in 20th century as Bilgin and Coş pointed out.1 Bilgin, Pınar and Coş, Kıvanç, (2010), “Stalin’s Demands: Constructions of the ‘Soviet Other’ in Turkey’s Foreign Policy, 1919-1945”, Foreign Policy Analysis, V.6, 43-60 First is as a rival. Second, during the interwar period, a sincere friend. And finally, the Turkish perception of Russia turned to rival and expansionist view again. Final fashion is adopted after 1945, due to Molotov Communication; which can be simply explained as a threat to obtain certain regions in Turkey and change the Straits regime.

 

Molotov Communication was likely a long-waited opportunity for Turkish policy-makers. Even Russians had similar demands before 1945, due to fragile situation of the young republic and unstable nature of world order in the interwar period; Turkey decided to ignore these demands and keep friendly relations with Russia on going anyway. While doing so, Turkey also gave Trotsky political asylum on the contrary of dissatisfaction of Stalin and certain Western leaders.2 Coşar, Ömer Sami, (2010), Troçki İstanbul’da, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları This action proves that; although young Republic using friendly rhetoric to Russia; it still seeks to protect its position as an independent state and well aware of the quality of Russian threat. After 1945, Turkey was more powerful than it used to be in 1921 and more importantly, due to the emergence of a bipolar world; it found a valuable alliance to stand firm against Russia. So, the need for Russia as an ally had been disappeared.

 

To sum it all, it is obvious that Turkish perception of Russia as a “sincere friend” in interwar period was nothing more than a diplomatic manoeuvre to tame aggressive attitude of Russia; especially when it merges with revolutionary and expansionist ideas of USSR. Besides this phase which relying on strategic decisions, Turkish perception of Russia is stood the same throughout history: aggressive, expansionist and rival. This is why Turkish leadership saw Molotov Communication as an opportunity to change the relations’ quality and protect itself from the main threat to its existence properly; rather than just attempting to tame it.

On the other hand, the current situation is looking different. Turkey has purchased an advanced air defence system from Russia and recently tested it.3 Turkey tests Russian-made S-400 defense system Turkish will to use these systems are clear and Turkey also expresses its desire to make further purchases. In addition to those, in conflict zones like Greater Idlib Area; Turkey and Russia exercised joint patrols until Russian withdrawal.4 Russia did not participate in joint patrol in Idlib Moreover, Russia invited Turkey to participate in Kavkaz 2020 Drill which was the only invited NATO country. These sorts of military relationship examples with a revisionist state, like Russia, often understood as an example of bandwagoning. Yet, the quality of this convergence is debatable.

 

In a quest to understand the quality of this convergence; one might ask if the historical record of Turkish-Russian relations is based on rivalry and often turned into hostility with ease; why is the recent Turkish-Russian convergence happening? It is easier to read this convergence by relying on widespread leadership analyses but it would create a wrong understanding. Leadership analyses, although a useful instrument, always bearing the danger of being limited by biases and neglect a much deeper reality than just one person’s mindset. It is without a doubt, there are more than that to investigate if we truly want to understand recent Turkish-Russian convergence.

 

With the start of civil war in Syria, Turkey took the side of revolutionaries to oppose to Assad regime. Open political and covert military support turned into open military support in 2016 with the Operation Euphrates Shield against DAESH. After that, Turkey launched two other military operations in the north of Syria against PKK’s Syrian branch. Russia, on the other hand, supported mainly the Assad regime. This confrontation led to an escalation between those two states. Tensions between two states have considerably increased after the Turkish Air Force shot down a Russian SU-245 Turkey’s downing of Russian warplane – what we know , which violated Turkish air space. It was the first and only time a NATO ally downed a Russian military jet. After the failed coup d’etat attempt in Turkey; tensions were decreased due to Russian positive stance to the legitimate Turkish government.

Turkish-Russian tensions increased again in Greater Idlib Area after the Assad regime launched an offensive in the region with the support of Russia and Iran; in violation of Astana and Sochi Agreements6 “Targeting Life in Idlib” – Syrian and Russian Strikes on Civilian Infrastructure;  Human Rights Watch, 2020 Iranian support mostly consists of manpower and leadership; while Russian support offers firepower and close air support in addition to them. In response, Turkey deployed a considerable force in the region to stop the violation; yet, allegedly a Russian jet bombed Turkish forces which escalate the situation7 Syrian airstrikes kill dozens of Turkish troops in Idlib — as it happened and Turkey downed a number of Assadist helicopters and planes along with destroying a sizeable force of the related militia8 Syria: Turkish operations spook Hezbollah militias . Eventually, the conflict has “frozen” by an agreement that made between Turkey and Russia; which recently Russia is denying to comply and the footsteps of a new offensive by Assad regime in the region can be heard.

 

Russian intervention in Libya is another topic of disagreement between Turkey and Russia. Unlike Syria, Russia is intervening Libya by supplying weapons through UAE and deploying Wagner, the notorious Russian PMC. Turkey, on the other hand, supporting GNA, UN-recognized government of Libya, through limited special forces deployment and extensive use of armed UAVs. Similar to Idlib, Turkish armed UAVs managed to destroy multiple Russian air defence systems; and unlike Idlib, Turkish effort managed to be successful in strategic level and pushed Russian-backed Haftar forces to Sirte-Jufra line9 Libya: Haftar militias retreat, leave 48 bodies behind , thus, securing NATO’s southern flank. Again, the conflict has frozen through diplomatic action there. Increased existence of fortifications and Wagner personnel in Sirte-Jufra line also questioning Russian commitment to diplomatic efforts.

 

Third recent friction between Russia and Turkey is happening in Ukraine. Turkey didn’t acknowledge the illegal annexation of Crimea and won’t acknowledge it10 Turkey doesn’t, never will recognize illegal annexation of Crimea, Erdoğan says . There are two reasons for this certain verdict. First, Turkey does not favour an aggressive Russia who holds Crimea, it is a major threat in the northern flank of Turkey, and Turkey doesn’t need another front to fight. Second, nationalistic sentiments in Turkey are still remembering the fate of Crimean Tatars and acknowledging Crimea as a part of Ukraine, yet homeland for Crimean Tatars.  This active diplomatic support turned into material cooperation between Ukraine and Turkey; after a recent agreement between those two countries; which allow them to develop certain military systems together; while deciding the purchase of Turkish armed UAVs by Ukraine11 Turkey, Ukraine set to boost strategic partnership Unlike many NATO allies, Turkey is stepping up in Ukraine case to share necessary material capabilities to contribute Ukraine’s counter-terrorism operations and fight a hybrid war against Russia. So, Turkish support to Ukrainian cause is deriving from both strategic and ideologic reasons.

 

Our first question is standing stood; why is Turkish-Russian military convergence happening if there are a lot of reasons for those two states to become open enemies. To answer this question, it is vital to examine NATO’s position in those fronts. In the first two fronts against Russia, Western allies of Turkey has abandoned Turkey.

 

In Syria, it happened both downed jet crisis and in Greater Idlib Area; NATO chooses to act considerably passive while a member of NATO is actively targeted by Russian forces and actively engaging against Iranian forces. Turkey has left alone against Russia and Iran in Syria; while protecting itself and south-eastern flank of NATO. While Russia is gaining ground and fortifying its position in Syria; Iran is going to reach the Mediterranean Sea if the Assad Regime will win the war; while NATO is just watching and let Turkey fight alone.

 

This strategic mistake got worse in Libya case. A fellow NATO ally, France, decided to pursue its geopolitical agenda in the region and indirectly helping Russia by constantly acting hostile against Turkey. France is pushing for a conflict with Turkey in the Eastern Mediterranean, which is not directly related, and giving Russia much needed time for it by undermining Turkish operations in the region. While France is an already proven unreliable ally with its acts in 1966, Turkey is expecting full support from NATO, only to be disappointed by its allies. The ideological and irrational attitude of NATO is still reluctant to acknowledge the Turkish position in the region. In Ukraine, with the recent agreement, Turkey is one of the biggest contributors to Ukrainian cause among NATO allies; thus, denying a possible threat to NATO’s eastern flank.

 

The view is self-explanatory. It is clear that Turkey’s indirect fight against Russia is one of the main reasons why NATO’s southern and eastern perimeter is still secure. Yet, Russia also can’t afford to make Turkey an open enemy of itself. Since Russia is exploiting NATO’s ideological and irrational attitude to Turkey to undermine the alliance; and it is succeeding to do so. Certain NATO allies and irrational elements within allied states are creating the perception of Turkey as a black sheep of alliance and reflecting Turkey’s position as an unreliable ally; while Turkey is fighting an indirect war against Russian agenda in three different regions; unlike France, who is helping to advance it in Syria and most notably in Libya. Maintaining a relationship with Turkey, Russia is undermining the alliance while constantly weakening the most committed ally state through an indirect fight against it in three different regions. This is a hybrid strategy for Russia to deal with a complex situation.

 

NATO’s reluctant attitude to help Turkey, give Turkey no choice but to act like a loner. In a similar fashion with the interwar period; Turkey is acting carefully against Russia. It is quite possible that Turkish diplomatic interactions with Russia are aiming to tame Russia. Through arms purchases and limited military relationship; Turkey is taming and preventing Russian aggression against itself. It is a necessary compromise for a state that has no reliable ally to help it survive. The rationale behind these interactions is not deriving from a shift to Russian block or Turkey’s desire to become a revisionist state but because of NATO’s unreliability deriving from its irrational and ideological stance against Turkey. Right now, this irrational stance is undermining Turkish survival and security in the region. Like all states, Turkey also has the right to do what necessary to survive in international relations. If NATO will start acting rationally again, Turkey may decrease the interactions with Russia. Since the main rationale of Turkish-Russian convergence for Turkey is to tame and limit the threats that are causing by Russian behaviour. Moreover, this convergence is creating an interdependency between Russia and Turkey. If NATO stops acting irrational and ideological, it is possible to use this interdependency as an advantage for the alliance’s agenda.

 

To sum it all, Turkish-Russian convergence is a strategic decision of Turkey; mostly deriving from NATO’s unreliable attitude against Turkey. Since states are not atomistic beings, NATO’s actions shape Turkish decision-making and thus making Turkish decision-makers to take some tough calls. These tough calls do not mean any shift in Turkish stance in the international system; they just mean Turkey is taking necessary measures to survive.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
23 Ekim 2020 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

No, the war ın Syria ıs not over

by Ruslan Trad 22 Ekim 2020
written by Ruslan Trad
No, the war in Syria is not over
Ruslan Trad
  • Ekim 22, 2020

On the evening of June 16, 2016, journalists Khaled al-Issa and Hadi Abdullah returned to their place of residence in the Syrian city of Aleppo. The day was hard – earlier that day, they covered the continuous airstrikes over residential areas in the city. Just as they enter the building of their offices, a bomb exploded. The blast throws Hadi and Khaled back. They both faints, Hadi is seriously injured in the leg, his cheekbones are sunk inwards by the explosion. Khaled is in serious condition – blood is flowing from his head, which was hit by shrapnel. The person who planted the bomb wanted the journalists killed immediately. Still, the explosion did not fulfill its purpose, and their friends managed to take Khaled and Hadi to hospital. Later they moved to the Turkish city of Antakya. Khaled al-Issa, 24, of Kafr Nabul, died a few days later after shrapnel hit his brain. Two days before his death, a proposal was to be transported to a German hospital. Still, Germany refused to issue the necessary documents.

 

For most people outside Syria, the work of these two journalists is distant and unknown. Al Issa is more or less part of the statistics, another victim of the remaining more than 500,000 Syrians killed in recent years in the country’s civil war. Except for a few, there were close to zero articles on Hadi Abdullah or Khaled al-Issa in major international publications. A cynical can say that it is impossible to trace the fate of every journalist killed in this war. This standpoint is no excuse. Khaled al-Issa was one of the best cameramen and photojournalists in Syria. His work was essential to news agencies around the world since the field journalists are few. The Syrian regime tracked one of the few international journalist teams. Pre-planned operations by the Syrian army murdered some of them like Marie Colvin. There may not have been worldwide recognition of Khaled al Issa’s work, but those who face the war and its aftermath daily know what the shots he took mean.

 

After his death, hundreds took to the streets in several Syrian cities, carrying photos of the journalist in honor of his work. Khaled al-Issa also worked with Raed Fares, an activist and protest organizer in Kafr Nabul, assassinated in 2018. From street art to weekly demonstrations, radio, cinema, and public services, activists from this small Syrian town showed the world the heart of the rebellion in Syria. Raed and his friends did their best to tell people outside the country that they were alive and well, as they had been in the first months of the revolution when there were still only protests. No one had thought of radical groups. Later, in 2012, the radicals were the first after Bashar al- Assad’s regime to attack activist networks, publicly executing protest leaders in northern Syria. People like Khaled al-Issa and Raed Fares believe in non-violent resistance and civic participation. They are still there, despite attempts to forget about them. These people are not naive. They knew the outside world ignored them but continued their work professionally with a feeling of importance.

Why do I recall these events from a few years ago? Because it is as if they have become a dream we once had, but we try not to remember because we are worried about the conclusions we can draw. Khaled knew what it’s like to meet the world’s silence. I know this feeling of loneliness. The Syrian conflict has shown the ugliest, most unjust, and hypocritical aspects of humanity today. The war shows that the international community is not ready to take human rights seriously. However, it is always prepared to talk about them. The conflict in Syria has exposed the UN Security Council, which acts solely on selected world powers’ political interests. The international community initially pretended to be a friend of the activists in Syria. Still, it then turned its back on them when they needed it most. This year, one of the UN’s agencies, the WFP, even received a Nobel Peace Prize for its work. Simultaneously, their staff is guilty of delaying the much-needed convoys to the Madaya and other cities in Syria where people starved to death. The war also showed corruption among the rebel groups themselves, who were willing to hand over journalists and activists to the regime forces for personal benefits.

 

Suppose you have recently witnessed talks between members of the political opposition. In that case, you will know that many of them have always thought that we all should surrender to the Syrian regime and shake hands in the name of a promising future. Politicians who rely on oblivion and ignorance see only opportunities for themselves. The world could not know the great persons of Syria. If the war or the unwillingness to look at this area beyond the prejudices, names that influenced society and gave new organization models remained unknown. This is the tragedy of the Syrian intellectuals like Sadiq al-Azm, Omar Aziz, who build self-governing communes in Syria long before the Rojava project, and many others.

 

For the last three years, Syria’s situation has been presented only in terms of the battles with the Islamic State, the invasions of other countries, and the influence zones. I want to say one secret – this kind of conversation about Syria is the narrative the Damascus regime was waiting for. In 2013, I was summoned to the Syrian embassy in Sofia by the ambassador for a talk I shared in my book, The Murder of a Revolution. Even then, the ambassador spoke about geopolitics, about influences, that Syrian refugees are not refugees, but people who wanted to leave Syria anyway. For several years, the ambassador’s then absurd statements became part of Syria’s narrative and the internal wars as part of this conflict. The treacherous rebel commanders helped to distort the story. All of us who follow the war’s events know this well – the relations between some of the commanders in the opposition forces and the regime are well known and well documented. Money doesn’t smell. If we left aside the internal betrayals, we could not ignore the change in the organizations’ narrative that has borne the brunt of Syria’s crimes. For three years now, with few exceptions, mostly from local groups, visible international think tanks have talked about Syria as if the conflict is over. Some analysts say that Assad may not be such a terrible option in the name of ending the bloodshed and repression.

The idea that Arab dictators can help security in the long run because of the “failure” of the Arab Spring is a dangerous misconception. States ruled by dictators are, by definition, unstable. Their leaders are unpredictable actors; they are not accountable to any state institutions. Their whims, paranoia, and madness cause damage to millions. To secure their power, dictators in the Middle East always court foreign donors and carefully balance the role of “firefighter and arsonist.” Like mafia bosses, their policy is to create demand for their protection services. The claim that the game rules have changed and that Arab autocrats have now suddenly become the best choice means ignoring history lessons.

 

Of course, foreign interventions such as Turkey’s, Russia’s, or the US’s involvement have influenced Syria’s events. All the consequences of these geopolitical upheavals, which already go far beyond Syria, are monitored daily. Today, the talk is about continuing the conflict in Syria to Libya, and even in the Caucasus because the same countries participated in different territories. But it all started in Syria. International observers are pathetically talking today about Syrian mercenaries fighting from Libya to Nagorno-Karabakh. Still, few draw attention to the fact that Syrians live in such poverty today. Their homeland became the perfect testing polygon for weapons and recruiting mercenaries. Vladimir Putin has even proudly admitted that his country has tested more than 200 weapons since Moscow officially intervened in Syria in 2015.

 

Even less attention is being paid to refugee camps both outside and inside Syria, while millions of people still living in tents and dirt. What did you hear about the Rukban camp, where thousands of people live without access to essential services? How many of you have read that Jordan is even returning Syrians to Rukban, despite all the dangers? Driven by the Russian narrative, meanwhile, experts are increasingly talking about the possibility of Syrians returning to their country, ignoring all signals of disappearances, arrests, and forced conscription. Driven by their economic interests, some Arab countries began to re-open their embassies. Some European countries have never stopped relations with the regime in Syria – we can mention Greece, the Czech Republic, Romania, Italy, Bulgaria. Many have turned a blind eye to these oligarchic and other ties, and the fruits have already ripened. There are bombs in Syria waiting to explode. The war in Syria is not over; it has just disappeared from our TV screens.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
22 Ekim 2020 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Yeni Gönderiler
Eski Gönderiler

Son Yazılar

  • İngiltere İşçi Partisi eski İsrail istihbarat yetkilisini işe almış
  • Trump yönetimi: Çin Uygurlara soykırım uyguladı
  • ABD askerleri Somali’den çekildi
  • Joe Biden CIA Başkan Yardımcısını açıkladı
  • ABD Afganistan’daki asker sayısını 2 bin 500’e düşürdü

Son Gönderiler

  • İngiltere İşçi Partisi eski İsrail istihbarat yetkilisini işe almış

    20 Ocak 2021
  • Trump yönetimi: Çin Uygurlara soykırım uyguladı

    19 Ocak 2021
  • ABD askerleri Somali’den çekildi

    18 Ocak 2021

Kategoriler

  • Genel (35)
  • Haber (155)
  • Twitter
Footer Logo

@2020 - All Right Reserved. actafabula.net