ActaFabula
  • Anasayfa
  • Bülten
  • Haber
  • İletişim
ActaFabula
  • Anasayfa
  • Bülten
  • Haber
  • İletişim
Kategori:

Genel

Genel

BMGK’nın IŞİD ve el Kaide Rapor Özeti — Temmuz 2022

by Acta Fabula 2 Ağustos 2022
written by Acta Fabula

Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu her altı ayda bir IŞİD ve el Kaide’nin mevcut durumuna dair düzenli olarak raporlar yayınlıyor. BM üyesi ülkelerin, kuruluş ile yaptıkları bilgi paylaşıma dayanan bu raporlarda ayrıca BM kendi izleme birimlerinin de yaptıkları çalışmalara nihai olarak en sonda yer veriyor. 15 Temmuz 2022 tarihinde yayınlanan güncel raporun özelliği ise son raporun üzerinden geçen süre içerisinde IŞİD liderinin öldürülmesi, yeni liderin Türkiye’de yakalandığı iddiası, her iki örgütün de Afrika’da artan eylemsellikleri ve el Kaide lideri Eymen ez Zevahiri’nin artık düzenli olarak video ve ses kayıtlarıyla eskisine göre daha fazla kamuoyuna görünür olması.

“Özet” kısmının ardından “Tehdide Genel Bakış ve Evrimi” başlığı altında her iki örgütün stratejilerine, taktiklerine ve önemli bazı faaliyetlerine dair genel bir çerçeve çiziliyor; IŞİD ve el Kaide’nin çatışma bölgelerinin de dışına eylemlerini taşımak istediği belirtiliyor. Öte yandan BM üyesi ülkeler IŞİD’i “daha acil tehdit” ama el Kaide’yi “uzun vadeli daha tehlikeli bir grup” olarak görüyorlar. BM bu raporunda Analitik Destek ve İzleme Takımı’nın üye ülkelerden aldığı bilgilerle IŞİD’in 2017–19 tarihlerinde oluşturduğu vilayet yönetimlerine dair de farklı bilgiler verileceğini belirtiyor.

 

Irak ve Suriye’deki merkezi IŞİD yapısı aynı şekilde bu ülkelere göre ikiye ayrılmış durumda. Lakin idari olarak vilayetlerin yönetimi “Şam Ofisi”nin elinde. BM raporunda ayrıca Türkiye’nin bu konudaki bir rolüne de yer veriyor; Kafkaslar, Rusya ve bazı Doğu Avrupa ülkelerindeki ağların yönetimi, Türkiye’den idare edilen “el Faruk Ofisi”nin elindeydi. Türkiye’nin yoğun çalışmaları neticesinde söz konusu ofis çökertilince artık IŞİD’in ülkedeki ağları dahi Şam Ofisi tarafından yönetilmeye başladı.

 

BM raporunda IŞİD’in ağlarını kurduğu en iyi ve köklü bölgeler için; el Sıddık Ofisi — Afganistan, el Karrar Ofisi — Somali ve el Furkan Ofisi — Çad Gölü Havzası’nı işaret ediyor. El Sıddık Ofisi; Güney Asya ve Orta Asya’dan sorumlu iken, el Karrar Ofisi ise Somali, Mozambik ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki ağlara bakıyor. El Furkan Ofisi ise Nijerya ile komşuları hatta Sahra Çölü IŞİD’i ile batı Sahil bölgesindeki silahları grubun bile bu ekibe bağlı olduğu belirtiliyor. Bunun haricinde daha düşük ölçekli olarak; Libya merkezli “el Enfal Ofisi”nin Kuzey Afrika ve Sahil, “Ümmü’l-Kura Ofisi” ise Yemen ve Arabistan Yarımadası, nihayetinde “Zul Nurayn Ofisi” ise Mısır, Sudan ve Sina Yarımadası’ndan oluşuyor. 1 Not; IŞİD’in bölgesel idari birimlerine verdiği bu isimler gelişi güzel değil, kasıtlı olarak tercih edildiği görülmektedir. Zira buradaki isimler ilk dört halifenin mahlaslarını barındırırken; Zul Nurayn-Hz Osman, el Karrar-Hz Ali, el Sıddık-Hz Ebubekir, el Faruk-Hz Ömer, ikisi Kur’an’da inançsızlara karşı ve Müslümanları destekleyen ayetler olan Furkan ve Enfal surelerine işaret etmekte diğeri ise Kur’an’da şehirlerin anası/Ümmü’l Kurra olarak adı geçen Mekke’yi referans göstermektedir.

 

BM yılın başındaki son raporundan IŞİD çevresinde gelişen bazı önemli noktalara değiniyor; ilki Ocak 2022‘de’ Haseke’deki bir hapishane isyanı. İkincisi ise 3 Şubat 2022 tarihli IŞİD lideri Emir Muhammed Said Abdurrahman es Selbi’nin Türkiye sınırı yakınındaki Atme bölgesinde Amerika’nın düzenlediği baskında öldürülmesi. 10 Mart’ta yeni halife olduğu ilan edilen Ebu el Hasan el Kureyşi’nin Iraklı olan Beşar Hattab Gazal es Sumayday olduğu üye devletlerce tartışılsa da gerçek kimliği açığa çıkmış değil. BM üyesi bazı devletler es Sumayday’ın Türkiye tarafından İstanbul’da Mayıs ayında yakalandığını söylese de bazı devletlerin ise tam tersine es Sumeyday’ın yakalanmadığı görüşünde olduğunu belirtiyor.

 

Taliban’ın Afganistan’da yönetimi almasıyla birlikte el Kaide lideri Eymen ez Zevahiri’nin 2022 itibariyle daha sık video yayınlamasını BM, hem kendisinin yaşadığına dair güncel kanıt hem de görece daha rahat ve yerleşik bir hale gelindiğini belirtiyor. El Kaide’nin uluslararası acil bir tehdit olmaması noktasında ise Taliban’ı zor duruma düşürmemek ve dış operasyonlar kapasitelerinin yetersizliğine işaret ediliyor.

 

BM üyesi bir devlet, el Kaide’nin Hittin Şurası (şuranın adı büyük ihtimalle Selahaddin Eyyübi’nin Haçlıları hezimete uğrattığı Hittin Savaşı’ndan geliyor) adında küresel liderliği barındıran bir heyetten bahsediyor. Lider konumundaki Eymen ez Zevahiri’den sonra kıdem sırasında göre; Seyfü’l Adl, Abdurrahman el Mağribi, Yezid Mebrak (Mağrib el Kaidesi) ve Ahmed Diriye (Eş Şebab).

 

Verilen genel bilgilerden sonra “Bölgesel Gelişmeler” başlığı altında “Orta ve Güney Afrika” bölgesiyle rapor örgütlerin buradaki faaliyetleri hakkında bilgi verilmeye başlıyor;

 

Mozambik’te eylemler gerçekleştiren, Ebu Yasir Hassan isimli Tanzanyalının yönettiği, 200 ila 400 kişilik; Mozambiklilerin başını çektiği ama Tanzanya ve Kenyalıların ağırlıkta olduğu, Kongo, Somali ve Uganda’dan da savaşçıların katıldığı ve aralarında Svahili dilinin konuşulduğu “Ehl-i Sünne ve’l-Cema’a” grubunun faaliyet gösterdiği Cabo Delgado Vilayeti ile uzak köylerine uzanan alana sevk edilen bölgesel güçler ve örgüt liderliğinde sorunlar sebebiyle; daha küçük ve hareketli grupların yeniden yapılanarak saldırılar gerçekleştirdiğini, bu küçük çaplı saldırıların kaotik şekilde arttığını belirtiyorlar. Ehl-i Sünne ve’l-Cema’a grubunun saldırıları sebebiyle 800 binden fazla insanın yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kaldıkları raporda aktarılıyor.

 

Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde IŞİD’e biat eden grubun adı ise “Müttefik Demokratik Güçleri”. 2 Not: Cihad hareketleri her ne kadar demokrasiyi, şeriata alternatif, Batılı Hıristiyan medeniyetinin tahakkümü olarak görüp, bunu yönetim sistemini tağut ilan etseler de IŞİD’in bu isimli biatı kabul etmesi oldukça ilginç Seka Baluku tarafından yönetilen MDG, Uganda sınırındaki merkez karargahlarını ülkenin iç kısımlarına çekti. Uganda ve Kongoluların çoğunlukta olduğu bu örgüte Tanzanya, Kenya, Ruanda, Burundi ve Somali’den de katılımlar var. Bu savaşçıların çoğunun geçmişte birden fazla cephede savaş deneyimi bulunuyor. Hatta öyle ki MDG’ye bağlı dört Ugandalı, Suriye’ye giderek orada IŞİD’e katılmaya çalışılırken tutuklandı.

Doğu Afrika;

Ekim ve Kasım 2021’de Uganda’daki bombalamaların ardından tutuklanan MDG üyesi Kabanda Abdullah Musa’nın 2010 yılında eş Şebab üyesi iken Kampala’daki çifte bombalamaya karıştığı ve ayrıca MDG’nin Uganda operasyonlarının beyni olduğu belirtiliyor. BM, örgütün mali kaynaklarının engelenmesindeki zorluğu; Ugandalı yerli tüccarlar ve Güney Afrika gibi başka ülkelerde çalışan Kenyalı ve Ugandalı göçmenlerin örgütü sağladıkları nakit akışı olarak gösteriyor.

 

Somali’de el Kaide’ye biatlı ve uzun yıllardır faaliyet gösteren, Hareket eş-Şebab el-Mücahidin ya da Türkçe olarak Mücahit Gençlik Hareketi olarak çevrilen, kısaca eş Şebab’ın 2022 yılının başından itibaren büyük saldırılar gerçekleştirdiği ve bunların yüksek seviyeli hedefler olduğu BM tarafından belirtiliyor. BM üyesi ülkelere göre hareketin 7 ila 12 bin arasında bir savaşçısı olduğu aktarılıyor. 3 Eş Şebab’ın güncel durumu için kısa özet; https://bit.ly/3OrNMfE  Eş Şebab’ın finans kaynağı ise bir devlet gibi Somali’nin tüm ekonomik kollarını vergilendirmesine dayanıyor. Yıllık 50 ila 100 milyon dolar kazanan eş Şebab bunun yaklaşık 24 milyon dolarını askeri harcamalarına ayırıyor. Bir BM üyesi devlet ise eş Şebab’ın daha özgür davrandığını hatta elde ettiği gelirle el Kaide’yi doğrudan desteklediğini belirtiyor. 4 Konu ile ilgili olarak “el Kaide’nin yeni dönemi: Parçalanıyor mu?” başlıklı 13.09.21 tarihli yazım; https://bit.ly/3aTTrxs

 

IŞİD’in Somali’deki varlığı ise doğudaki Puntland Özerk Bölgesi’nde bulunuyor. Eş Şebab’ın kendisine yönelik gerçekleştirdiği operasyonlar sebebiyle örgütteki savaşçı sayısı 200 ila 280 arasında. El Karrar Ofisi’nin bulunduğu bu yapılanmanın başında ise bir dönem eş Şebab’ın dini önderleri arasında yer alan, Ekim 2015’te IŞİD’e biat ettiğini açıklayan Abdül Kadir Mumin bulunuyor. Yerel bir Puntlandli olan Mumin’in aynı zamanda İngiltere vatandaşlığı da bulunuyor.

 

BM üyesi ülkelerin değerlendirmelerine göre el Karrar Ofisi aynı zamanda Suriye-Irak ve Afganistan’a mali akışın sağlandığı bir bağlantı noktası. Afganistan’a gönderilen paranın Kenya’dan da bağlantılı şekilde Yemen’de üzerinden bir diğer iddia ise İngiltere’deki bir hücre kullanılarak akışın sağlandığı yönünde. IŞİD’in bu ülkedeki kazancı yine vergilendirme ve denizcilik sektörünün gasp edilmesine dayanıyor. Buradan Afganistan’a gönderilen nakit, o bölgedeki IŞİDçilerin maaşlarına ve silah alınmasında harcanıyor.

Batı Afrika;

Mağrib el Kaidesi’nin Sahil’de faaliyet gösteren kolu Nusret’ül İslam ve’l-Müslimin Cemaati (NİMC), Cezayir’deki el Kaide çekirdeğiyle stratejik ilişkilere sahip Ebu Ubeyde Yusun el Enabi künyeli Yezid Mebrak’ın önderliğinde, yerel halkların da desteğini alarak Atlantik Okyanusu sahiline doğru kontrolünü artırarak ilerliyor. İyad Ag Ğali ise geçtiğimiz beş yıl içerisinde el Kaide’nin şemsiye yapılanması olan NİMC bünyesinde birden fazla grubu toparlayan stratejinin mimarı. Kendisinin yardımcılığını yapan Sidan Ag Hitta, Mağrib el Kaidesi’nin Cezayir’den Mali’ye taşınmasında rol oynamış, lojistik ve operasyonel alanlarda mühim bir kimse. Diğer yardımcısı Amadu Kufa ise kurmaylık göreviyle Macina’dan başkent Bamako’ya kadar ki yaklaşık 400 kilometrelik alanda etkisini gösteriyor. Timbuktu lideri Talha el Libi lojistik destek verirken, Menaka lideri Faknane Ag Taki ise Sahra Çölü IŞİD’i ile savaşıyor.

 

Burkina Faso’da 24 Ocak tarihindeki darbeyle NİMC bu ülkede eylemlerini yürüten Ensarü’l İslam ile doğrudan temas sağlamayı başardı. Bu örgütün lideri Cafer Diko, NİMC’e katılırken, Seku Muslimu ise NİMC’in Burkina Faso lideri olarak iki örgüt arasındaki irtibat görevlisi olarak faaliyet gösteriyor. NİMC’nin Fildişi Sahili, Senegal ve Togolu savaşçıları aynı zamanda Burkina Faso’da eğitim görüyorlar.

 

NİMC’in başlattığı operasyonla Sahra Çölü IŞİD’inin Mali ve Nijer sınırı arasında itilmesi ile Tuaregler ve yerel silahlı grupların kendilerine katılmayı reddetmesiyle onlara karşı savaşan Sahra Çölü IŞİD’i, Mayıs ayı sonunda Menaka’nın doğusuna saldırarak burada kendisi için bir alan oluşturmaya çalışıyor.

 

IŞİD Batı Afrika Vilayeti (IŞİDBAV) ve el Furkan Ofisi lideri olan Ebu Musab el Barnavi’nin ölüp ölmediği hala BM üyesi ülkeler arasında mutabık kalınamayan noktalardan bir tanesi.

Kuzey Afrika;

Terör suçundan dolayı hapis yatan kişilerin yakında salıverilecek olması ve başka ülkelerde aynı suçtan hapis yattıktan sonra bırakılan kişilerin oluşturacağı tehdit sebebiyle BM üyesi devletler endişelerini dile getiriyorlar.

 

IŞİD’in Mısır’daki Sina Çölü’nde bulunan, yaklaşık 500 kişiden müteşekkil kolu Ensar Beytü’l Makdis (EBM) grubu Gazze sınırındaki Refah şehrinden, Sina Yarımadası’nın merkezindeki birçok bölgede varlıklarını bulunduruyor. Buradaki beş farklı noktalardaki saldırılarına ek olarak doğalgaz boru hattını hedef almaları, belediye işçilerini kaçırmaları gibi faaliyetleri de bulunuyor. 2022 yılının ilk altı ayında birçok saldırı gerçekleştirip, 18 Mısır askerini öldürmesine rağmen BM üyesi ülkeler, Kahire’nin bedevi aşiretlerle işbirliği yaparak IŞİD’e karşı yürüttüğü operasyonların başarılı olduğunu belirtiyorlar.

 

IŞİD’in Libya kolu ise ülkenin güneyinde sayısı 100 kişiden az olacak şekilde varlığını çeşitli silahlı gruplara saldırarak sürdürüyor. Ülkenin kuzeyindeki Beni Velid şehrini lojistik, Tunus sınırındaki Sabrata’yı da yabancı savaşçıları bünyesine dahil etmek için kullanmak istiyor. Amerikan Afrika Komutanlığı’nın (AFRICOM) saldırılarıyla liderlerini kaybeden IŞİD, bu sebeple bölgede oldukça güç kaybetti. Libyalı güvenlik güçlerinin güneydeki tespitinden kaçmak için IŞİD, küçük gruplara dağılıp bölgeye yayılarak faaliyetlerini sürdürmeye çalışıyor. Öte yandan Sahil, Somali ve Sudan’daki IŞİD kollarıyla irtibat kurduğu düşünülüyor. BM üyesi bir ülke IŞİD’in komşu ülkelerdeki göçmenleri eğitmek istediğini, bir diğer üye ülke de Nijerya’daki gruplarla bağlantısı olduğu ve Çad Gölü Havzası’ndaki IŞİD Batı Afrika içerisinde Libyalı savaşçıların olduğunu belirtiyor.

 

El Kaide’nin Libya’daki faaliyetleri ise aşiretlere dayanıyor. Ülkenin merkezi ve güneybatısını, Mali’nin kuzeyine takviye kuvvetler sevk etmek için kullanıyor. Bu bölgedeki Ubari ve Sabha şehirleri ise örgütün en güçlü olduğu kaleler.

Irak ve Levant;

3 Şubat 2022 tarihinde IŞİD lideri Emir Muhammed Said Abdül Rahman es Selbi’nin Türkiye sınırını yakın Atme’de Amerika tarafından öldürüldü. Örgüt, 10 Mart’ta yaptığı açıklamada bunu onaylamakla birlikte nerede ve nasıl olduğunu belirtmeden sözcü Ebu Hamza el Kureyşi’nin de artık yaşamadığını açıkladı lakin bir BM üyesi ülke sözcünün Kasım 2021’de Halep bölgesindeki bir hava saldırısıyla öldürüldüğünü söylüyor. Hiçbir devlet yeni IŞİD lideri Ebu Hasan el Muhacir’in gerçek kimliğiyle alakalı fikir birliğine varamazken bu makamla alakalı iki isim var; kendisini halife ilan eden Ebu Bekir el Bağdadi’nin kardeşi Cuma Evvad İbrahim el Bedri ve Dr. Zeyd mahlaslı Beşar Hattab Gazal es Sumayday.

 

Bazı BM devletleri Beşar es Sumayday’ın etkili bir ideolog ama IŞİD içerisinde üst düzey operasyonlar konumlarda bulunmadığını bu sebeple de lider olamayacağını belirtiyorlar. Bazı BM devletleri Beşar es Sumayday’ın Mayıs ayında İstanbul’da tutuklandığını söylerken diğerleri ise yakalanmadığı kanaatinde. IŞİD’in yeni lideri için ise Iraklı olan ve örgütün tüm vilayetlerinden sorumlu Abdül Rauf el Muhacir olduğu bazı BM üyesi devletlerce öne sürülüyor.

 

Suriye ve Irak bölgesinde 6 ila 10 bin arasında IŞİDçi olduğu düşünülüyor. İki devlet arasındaki sınırda güvenliğin sağlanamaması sebebiyle bu hat kaçakçılıkta kullanılıyor. Ve IŞİD bu bölgede hala eylemlerine devam ediyor. 20 Ocak tarihinde 5 bin IŞİDçinin tutulduğu Haseke’deki hapishanede çıkan isyanda 100 ila 300 savaşçının ya Bediya’ya (çöl bölgesi) ya da Irak’a kaçtıkları belirtiliyor.

 

İdlib bölgesinde el Kaide ile bağlantılı Hurraseddin’in birkaç yüz savaşçısı olduğu, yabancılardan oluştuğu, bazılarının geçmişte Afganistan’a gitmeye çalıştığı ama bunu gerçekleştiremedikleri rapor ediliyor. BM üyesi bir devlet ise grubun lideri Faruk es Suri künyesli Semir Hicazi’nin 2020 ya da 2021 yılında el Kaide’nin Hıttin Şurası’na dahil olduğu belirtiliyor.

 

IŞİD’in Irak’taki hücreleri; çöl, dağlar ve yerleşim yerlerinden uzakta bulunuyor. Sadece güvenlik güçlerine değil aynı zamanda ülkenin altyapı, üstyapı ve tarım alanlarına saldırıyorlar. 2022 Ramazan Ayı’nda eski lider ve sözcünün intikamını almak için saldırılar gerçekleştirdiler. Ekim 2021’de tutuklanan IŞİD’in maliyesinden sorumlu, liderin yardımcısı ve üst düzey bir komite üyesi Sami Cesim Muhammed el Caburi’nin yakalanışı birçok BM üyesi devlet tarafından örgütte aksaklıklara yol açtığı ve artık maliyenin birden fazla kişi tarafından yönetildiği ifade ediliyor.

Arabistan Yarımadası;

Yemen merkezli Arap Yardımadası el Kaidesi’nin (AYK) bölgedeki eylemleri haricinde uluslararası saldırı kabiliyetini geliştirmeye çalıştığı BM tarafından belirtiliyor. Destekçi toplamak isteyen AYK, Yemenli aşiretlerle birleşmeye çalışıyor. Yemen’deki el Kaide varlığı, bilhassa üst düzeylerin de olduğu; Ma’rib, Abyan ve Şabva’da bulunuyor. Buralar ek olarak Hadramut, el Cavf ve Mahre’de de varlık gösteriyorlar. BM üyeleri AYK’nın savaşçı gücünü biraz yabancı olmakla birlikte birkaç bin olduğunu belirtiyorlar. AYK’nın maddi gelirini; fidye, yağma ve ülke dışında yaşayanlardan gelen nakitlerden oluşturduğu aktarılıyor. BM üyesi bir ülke ise AYK’nın ayrıca denizde de operasyon yapma gücünü geliştirmeye çalıştığına işaret ediyor.

 

Ocak 2022’de AYK askeri komutanı Ebu Umeyr el Hazremi künyeli Salih bin Salim bin Ubeyd Ebulan yapılan hava saldırısında öldürüldü.  AYK ayrıca Beyda’ ve Ma’arib’teki Husi güçlerini yönelik küçül saldırılar gerçekleştiriyor. Örgüt idari olarak şuralara bölünerek çalışıyor; askeri (yöneticisi Sa’ad bin Atif el Evlaki), güvenlik, hukuk, tıp ve medya. AYK’nın medya organı, el Kaide’nin propaganda çalışmalarının en güçlü kolunu oluşturuyor. Bu ekip üstlenin saldırı bildirileri, biyografiler, ölenlerin anılması ve yalnız kurt saldırılarını teşvik etmek üzere çalışmalar hazırlıyor.

 

AYK’nın varlığı IŞİD’in Yemen kolunu gölgede bırakması, savaşçıların silahlı aşiret güçlerine bağlanması, liderlik ve kaynak yoksunluğu gibi durumlar örgütün son zamanlarda eylemlerde bulunmamasına sebep oldu. BM bu noktada Yemen’deki IŞİD varlığını değerli kılan hususun Ümmü’l Kurra Ofisi’nin aslında Somali’deki el Karrar Ofisi’nin işlerini kolaylaştırmak olduğu görüşü üzerinde duruyor.

Avrupa;

BM üyesi devletler, Avrupa’ya yönelik tehdidin orta düzeyde olduğunu, buradaki saldırganların IŞİD ve el Kaide ile organik bağları olmasından ziyade operasyonel ve ideolojik anlamda bağımsız olduklarını belirtiyorlar. IŞİD’in Avrupa’da üstlendiği saldırıların aslında akıl sağlığı sorunları yaşayan ve örgütle hiçbir şekilde bağlantısı olmayan kişiler üzerinden yapıldığını belirtiyorlar. Hem IŞİD ve el Kaide’nin Avrupa’da eylem yapılma çağrılarını azaltması hem de bu örgütlerin kıtada kısıtlı kaynakları olması saldırıların artık olmamasına sebep olan unsurlardan. 2 Mart’ta Fransız-Korsikalı bir milliyetçinin başka bir mahkum tarafından bıçaklanarak öldürülmesi gibi temelinde dine hakaret yatan vakalar bulunuyor.

 

IŞİD’in “the Beatles” diye anılan tutuklu savaşçıları ve Bataclan saldırısı sebebiyle Fransa’da yargılananların olması örgütün Avrupa’dakileri kendi safına çekmesini oldukça zorlaştırdı. IŞİD yeni savaşçılar kazanmak için özel sohbet odalarını tercih ederken el Kaide, “al Kifah Media” adlı Fransızca dilinde yayınlanan bir dergiyle çalışmalarını yürütüyor.

 

Fransa, İspanya, İngiltere ve Belçika başta olmak üzere Avrupa’daki hapishanelerde aşırıcılaşmanın yaşanması Avrupa için tehlike görülüyor. 2015 yılından önce Suriye’ye gitmeye çalışan tutukların 2025 yılına kadar salıverilmeleri bekleniyor. Suriye’den Avrupa’ya dönen IŞİDçilerin kuracakları hücrelerle daha komplike saldırılar yapabileceği görüşü BM üyesi birçok ülkede hakim. 2021 yılının sonlarında İspanya, ikisi IŞİDçi sekiz Cezayirli tutukladı. IŞİD’in Cezayir’deki kolu Cundü’l Hilafe’ye bağlı bu iki kişi Akdeniz’deki kaçakçılık yollarından İspanya’ya ulaşarak burada makineli tüfek almaya çalışırken yakalandılar. Aynı rotayı kullanan İngiliz IŞİDçi Abdülmecid Abdül Bary de Nisan 2020’de İspanya’da tutuklanmıştı. 5 IŞİD ve el Kaide’nin İspanya’daki varlığı dair kısa tefrika; https://bit.ly/3vckjzD

 

BM üyesi bir devlet ise Kosova’da faaliyet gösteren onlarca Körfez merkezli ve yerelde aşırıcılığı yayan STK’nın varlığına ek olarak ülkeye 150 yabancı savaşçı da geri döndüğüne dikkat çekiyor.

Orta ve Güney Asya;

BM, Afganistan’daki durumun karmaşıklığını koruduğunu belirtiyor. El Kaide’nin ise Taliban ile danışmanlık rolü oynadığını ve yakın olduklarını bildiriyorlar. El Kaide üyelerinin geçmişten beri bulundukları Afganistan’ın doğu ve güney bölgelerinde hala varlıklarını sürdürdüklerine, bazı BM üyeleri önemli üyelerin batıdaki Ferah ve Herat vilayetlerine geçtiklerine ve bir BM üyesi devlet de el Kaide’nin ülkenin kuzeyine kaynakları artırıp yeni savaşçılar edinmek için yerleşmek istediğine dikkat çekti. El Kaide’nin Afganistan’daki tek faaliyeti ise diğer bölgelerdeki özerk kollarına tavsiye ve desteklerde bulunmak. Hint Altkıtası el Kaidesi’nin; Pakistan, Myanmar, Bangladeş ve Hindistan’dan gelen 180 ila 400 savaşçısının olduğu tahmin ediliyor.

 

El Kaide’nin Afganistan dışı operasyonlar yapmasının yakın dönemde mümkün olmaması Taliban’ın engeli ve kapasite eksikliği olarak görülüyor. Şehab el Muhacir künyeli Sanaullah Gafari, IŞİD’in Horasan Vilayeti lideri olarak görülüyor. BM üyesi bir devlet ise liderlik kadrosu için; yardımcılık pozisyonunda Mevlevi Hanas künyesi Mevlevi Recep Selahiddin, sözcülükte Sultan Aziz Azzam, mali işlerin başında Ebu Muhsin, eğitimin başında Kari Şehadet, istihbarat şefliğinde Kari Salih ve askeri operasyonların sorumluluğunda ise Kari Fatih bulunyor.

 

El Sıddık Ofisi’nin başında IŞİD’in merkez yönetiminin eski bir parçası olan Ebu Ahmed el Medeni künyeli Şeyh Temim el Kurdi bulunuyor. Vilayetlerden sorumlu yönetici olarak yeni pozisyona atanarak, 2020 yılında Afganistan’a gönderildi. BM’nin görüşüne göre IŞİD için Afganistan’ın önemi “büyük hilafet projesini” gerçekleştirmek için büyük bir bölgede yayılma alanı görmesiyle alakalı.

 

IŞİD bu ülkede kendisini güçlendirmek için mevcut durumdan rahatsız Taliban savaşçılarını ve yerel etnik gruplarını saflarına dahil etmeye çalışıyor. Birçok BM üyesi devlet, IŞİD’in aylık daha yüksek maaş ödemesi sebebiyle kişileri örgüt bünyesine aldığını bildiriyor. IŞİD, Afganistan’ın kuzey ve doğusunda varlığını artırıyor. Orta Asya’dan gelen savaşçıların faaliyetleri kuzeyde artış gösteriyor. Her ne kadar Nisan 2022’de IŞİD’in Tacikistan ve Özbekistan’a yaptığını iddia ettiği roket saldırılarını bu iki ülke reddetse de benzer saldırıların gerçekleşme ihtimali bulunuyor. Bunun yapılmasındaki amaç ise Taliban’ın sınırları koruyamadığı düşüncesini oluşturmak ve yeni savaşçıları bölgeye çekmek.

Güney-Doğu Asya;

IŞİD ve el Kaide ile bağlantılı güney ve doğu Asya’daki grupların tehlikesi büyük ölçüde gerilirken, yalnız kurtlar ve Filipinler’deki bazı bölgeler hala tehdit olmaya devam ediyorlar. Filipinler’de ise IŞİD’in 200 civarında savaşçısı bulunuyor, liderliğini ise Jer Mimbantas ve Faharudin Hadji Satar künyelerine sahip Ebu Zekeriya yapıyor.

 

BM raporu “Etki Değerlendirmesi” başlığı altında çıkarılan resmi kararlar, uygulanan ambargolar, yaptırımlardan bahsederek nihayetinde alınması gereken önlemler ve tavsiyelerle bitiriliyor.

2 Ağustos 2022 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

After nearly three years of efforts, talks on uniting the Syrian Kurds have stalled and here’s why

by Rena Netjes 30 Temmuz 2022
written by Rena Netjes

In the summer of 2020, I wrote an in-depth piece entitled “Why is it so difficult for Syrian Kurdish parties to unite.” 1 https://actafabula.net/why-is-it-so-difficult-for-syrian-kurdish-parties-to-unite/ Almost three years later, in the summer of 2022, the intra Syrian Kurdish talks are halted by the Kurdish National Council (KNC). Here is my follow-up interview with Syrian Kurdish political writer Mohamed Ismail, member of the board of the Kurdish National Council (KNC) and head of the KNC-delegation in the intra Syrian Kurdish talks. The KNC is the main Kurdish rival to the PKK’s sister party in Syria, the Democratic Union Party (PYD). Unlike the PYD, it is in opposition to the regime of Bashar Assad, and as such, it is a member of the Syrian Opposition Coalition and the Syrian Negotiation Commission (SNC).

 

Ismail explained that the KNC is subjected to the continuous harassment as a result of the violations that occur on a daily basis, offices of the KNC were ignited, once again, the continuous arrest of members and supporters of the KNC and the threat to the families of the Rosh Peshmerga, a force of the KNC in exile in Iraqi Kurdistan. “The Americans say, so far, the talks haven’t stopped, but they are not in a rush about it,” Ismail says. “To be fair, in the absence of progress, the talks have been halted. And it seems there is a difference within the US Administration regarding Syria.”

Difference?

“There is a difference of opinions in the Biden Administration on the situation in Syria. We, the KNC, from our part, believe in these talks. When they would succeed and create stability in the area and also create a positive environment among the Kurds and reduce the role of the PKK.  And moreover it would create a positive relationship with the other groups (Arabs, Assyrians etcetera) and stability for the region, no threats from neighboring countries. This would be a step forward towards the political solution of Syria, namely UN Resolution 2254. We see this as good and with the guarantor of the EU and America we have confidence in this. What is important is that we can build for the future.”

 

“Three things will not bring stability to the area. First, the return of the regime and its security apparatus. The people will be scared and will flee. Secondly, Turkey entering with armed brigades, some brigades or parts of brigades that have practiced violations in Afrin, Ra’s al-Ayn and Tel Abyad. This will also cause people to flee. And thirdly, the Kurdistan Workers’ Party (PKK) and its “cadros” in the area, who don’t have ways other than terror, military and weapons to pressure the people.”

You mentioned arrests of KNC executives. Could you say the names? Are they still being held?

“Currently, they released some journalists, they were detained for more than 120 days despite being just journalists. Despite not being connected to political activity, they didn’t bother anyone. They  pressure the cadres of the KNC, the political cadres, the media cadres, the social cadres. They threaten the families of the Rosh Pesmergas, they threaten them by threatening their families and their children. These are children of the Rosh Pesmergas that are present in Iraqi Kurdistan.  Any person affiliated with the KNC, even as a supporter cannot work. It is necessary that all the work is in their way, in their interest, in their hand, and they force all that, the disruption of work of others, with weapons. This is the way of the PKK. These terrorizing ways are known they also use them in the West. They demand ransom from a person who enters northeast Syria, or they demand ransom from a Kurdish person in Europe, ‘if you don’t give us this amount’, it will affect your family in Syria, your father or your mother. The people do not want to have their names published because the PKK will target those in Syria.”

 

“ What remains is, is the current situation, maybe new things will come to Syria: the withdrawing role of Russia, Iran will come in place of the Russians, the change of Jordan’s stance, the American silence and the Turkish threat to enter. And, as KNC, I give my personal opinion, and as that of the Peace Front which is composed by the KNC,  the Assyrian Democratic Organization (ADO), the Syrian Tomorrow Party and the Arab Council of Jezira and the Euphrates…”

Peace Front

“It’s groups of Kurds, Arabs and Assyrians, of Sunni Arabs, it’s a kind of opposition [anti Assad, and anti PYD] standing in northeast. They are not affiliated with any party and they are not cooperating with any international side.  It is only working on Syria, it has a clear political vision, it’s not linked to the US, nor to Turkey and so on, but it’s a vision of shared life between the ethnic groups.  This Front, if it can participate with other Syrian National powers in the area, may make an experiment to create stability and prevent Turkish intervention.”

 

The KNC’s Ismail denies that PKK-“cadros” [active members] left Syria as Mazloum Abdi, the head of the SDF, told international Crisis Group. 2 https://www.crisisgroup.org/middle-east-north-africa/east-mediterranean-mena/syria/sdf-seeks-path-toward-durable-stability-north-east-syria In November 2020. “It never happened. On the contrary, more PKK-fighters came in, Turkey comes because of the presence of the PKK, the PKK-cadres and the organizations linked to the PKK. When these would leave and leave the rule to the Syrian parties of the different groups, it would spare us a Turkish intervention.”

 

What does the Peace Front think of the upcoming new Turkish operation? And must there be an agreement first with the Americans and with the Russians.

“Of course, and there must be an agreement first with the European countries… this idea of stability will hold back Turkey.  But when Turkey will enter with the brigades, such as Ra’s al-Ayn and Tel Abyad, there will be fear of the situation and more migration. There is no clean war. Whatever will happen.”

Mohamed Ismail, member of the board of the Kurdish National Council (KNC) 

Do you have contact with Kurdish IDPs from Afrin who are now in the Tel Rifaat area, with the ones in the Shahba camps or with the ones that live in houses there? Not all of them are in camps, right?

“Correct. We are in contact with them, but there are two sides. The first side is afraid to return to areas where  brigade violations have taken place. The other side, who want to return to Afrin, the Etilaf (Syrian political opposition) and Turkey and the brigades do not give them a chance to organize this. What happens is, individual cases of return to Afrin. Or people sneak out by smuggling, they pay money so they can go to their homes.  Individual cases of return, a family, or two, or three, each time. But not in groups. There is no decision to return these people to create suitable environment. As UN resolution 2254 says, a safe environment must be created to allow the migrants and displaced persons to their villages in dignity and towns in under international supervision and under the auspices of the UN.”

And the Americans are not very active either, I understand, or because they don’t have influence there because the Russians do. I like to understand this, because the Americans know that there are Kurdish IDPs.

“The Americans they have influence over Syria. They could play a role in any part in Syria. With Turkey, with the brigades, with equipment they have. America is present with the Pentagon in other ways in northeast Syria and in other ways in the eastern Euphrates. It has knowledge of everything that happens. They know everything. They are able to exert influence, to play a role.”

But why they don’t have a role in this?

“Frankly, the human rights organizations that find the violations, the Americans support these organizations. The Americans publish the violations. And they say to some brigades if you continue with the violations you will be blacklisted.”

Why don’t the Americans influence the SDF to let the Kurds who have no money for smugglers but want go back to Afrin? Why are the Americans not using their influence on the PYD to let these Kurdish IDPs in the Tel Rifaat area, the ones that want to go back, go?

“The Americans do not put a lot of pressure on the PYD. This is also a problem. This is a problem. SDF are troops that serve the Americans to some extent, there is a relationship between them. Secondly, America doesn’t go into smaller things.”

Only the fight against ISIS?

“Of course the US is there to fight ISIS. To create general stability in the area, kind of.  They call it sustainable development, a minimum of roads, electricity and water. Not the details.”

What are the current relations between the SDF and the Regime?

“It cannot do anything without the Americans. It can take some movement on the side. The Americans could allow this: “see the regime, see the Russians. There are relations between the SDF and the Russians, logistical in certain points, and the US gives a bit space, but as a result, it doesn’t do anything without US consent. Likewise for the regime.”

So, the Americans agreed that the regime entered the SDF areas? For example, in Tel Rifaat and partly at the northeast Syrian border in 2019?

“I don’t know about this part, but the SDF tries to hand over areas to the regime, and this is leaked news from their circles, and they also announce it before the Turks come, to hand over areas to the regime. The regime is preferable for the SDF in comparison to Turkey. I do not know to what degree the Americans agreed or not.”

But where did you get this information from? Was in the media, or from other sources?

“There are special sources among them. Since when Turkey announced it would enter, this was the the conversation between them. Whatever happens between them, their words come to us, and the situation between them, we hear while we are following and, on the ground there and among the people.”

How are the relations between them and the Regime now?

“Look, the relations with the regime are of two types. Relations between the PKK and the regime are ongoing, and have not stopped for a single day, and they exist at all levels. The SDF’s relations with the regime, as well as their tactics with the regime, are what the US allows them to do on the sidelines. So, they will not bother the Americans.”

Sabri OK, visited Damascus recently. Is he the mediator between the SDF and the Regime?

“He and other leaders of the PKK too. He is with Damascus.”

Is he Syrian or..?

“He is a Turkish PKK.”

Where does he live, inside Syria?

“Inside Syria, of course, how can one go to Damascus and go back.”

Is there something that I forgot to ask? Or something you want to say to the Western public about Northeast Syria?

“The situation in Northeast Syria is a really bad situation.”

Bad..

“Very bad. From the security side it’s very bad that the people are afraid, really a terrorization by the PYD, of the Kurdistan Workers’ Party. The Asaayish [security forces], Revolutionary Youth [young thugs affiliated with the PYD, recruited among the poorest of Kurdish society], all this is capable of sowing terror among the people. That’s on the security side. The economic situation is very bad. For two years there is no harvest season because there is no rain, and this is in itself a problem for the people, it’s an agriculture area. There is an additional economic crisis. The poor one stays and the others if they get a chance to flee the area, they go to European countries, to Iraqi Kurdistan, wherever they want. The people want to flee, because the situation is very bad, there are no political horizons for this area. There are no signs of hope. Work or life, the economic situation is difficult and the security situation is difficult. Because the economic situation and the security situation are in the hands of the PKK and not the SDC. The Autonomous Administration has no financial resources, or all financial resources are in the hands of others and also in terms of security and that is a danger.  There was European support for some civil areas in Raqqa and Deir Ezzor. There the situation is really bad. In addition to the constant threats, of Turkey entering, all the talks are that if Turkey were to enter we will flee, there is a lot of worry and fear. That is the real situation.”

But can the young people flee from the area, or is it very difficult. Can they go through smuggling from Hasaka province to Iraqi Kurdistan?

“It’s hard, there are people who have been arrested and they have also sent them back, that’s a problem. There was a time, during the Kurdish talks that a good climate was created for an initial period, for an agreement, a climate was created but then it went…”

In which year was that?

“In 2020. Now, it is much worse.”

And the cadres of the PKK, I don’t know if you can say, the cadres of the PKK are not Syrians?

“Everyone who owns the decision is from Qandil, the Kurdistan Workers’ Party, they are the ones who run the Autonomous Administration. These cadres are from the Kurds of Turkey and Iran [the Turkish and Iranian leaders of the PKK], not the Syrians. At the time of Turkish threats to enter the Kurdish areas in Syria on the border with Turkey, they organize demonstrations with photos of Abdullah Öcalan and the slogans and symbols of the Kurdistan Workers’ Party. They demand his freedom. They show that they are here. This is Turkey’s biggest invitation to enter. There should be Syrian-Kurdish symbols, not from outside Syria.”

30 Temmuz 2022 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Rusya-Ukrayna Savaşı: İşgal nasıl sadece yabancı gönülleri değil, paralı askerleri de çekti

by Levent Kemal 5 Mart 2022
written by Levent Kemal

Bu yazı 3 Mart 2022 tarihinde Middle East Eye sitesinde “Russia-Ukraine war: How invasion is attracting mercenaries – not just foreign volunteersTurkey blamed Syria for a deadly air strike. Its troops blame Russia” başlığı ile yayınlanmıştır.  Acta Fabula tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. 

Middle East Eye’a konuşan özel askeri şirket çalışanları yüzlerce “profesyonel”in Ukrayna’daki işlere alındığını ve aynı zamanda Kiev’in uluslararası lejyonuna katıldığını anlattı.

 

Geçen hafta Rusya’nın tankları Ukrayna’nın içlerine girince, Kiev, Vladimir Putin’in güçlerine karşı uluslararası gönüllülerin savaşa katılmasını kabul edeceğini açıkladı.

 

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski gönüllüler için vizeyi kaldırdı ve “Ukrayna’nın Bölgesel Savunması için Uluslararası Lejyonu”nu kurdu.

 

Ancak kaynakların Middle East Eye’a aktardıklarına göre ayrıca önemli savaş deneyimine sahip özel askeri şirket çalışanları da şu an orada bulunuyor. Buna ek olarak özel askeri şirketler tarafından işe alınan eski askerler, Ukrayna’ya tahliye ve savunma maksatlı da gönderildiler.

 

Silent Professionals isimli savunma ve güvenlik iş ilanı sitesinde bu hafta verilen ilanda şahıs ve ailelerin Ukrayna’daki yerleşim yerlerinden çıkarılma operasyonları için “tahliye ve koruma personelleri” arandığı belirtildi.

 

İlanda yer alan bilgilere göre “işveren Amerikalı bir şirket. Hem erkek hem de kadın personellerin başvurabileceği”ni belirtiyor.

 

“Sadece beş yıldan daha fazla süre Avrupa’nın bu bölgesinde görev yapmış yüksek deneyimli kişilerin değerlendirilecektir.”

 

Günlük olarak $1000-2000 ödeme yapılabileceği ve operasyonun tamamlanmasının ardından da prim verileceği ifade ediliyor.

Ukrayna için paralı asker arayan iş ilanı ekran görüntüsü

Avrupa vatandaşlığına sahip Türk iki paralı askerin Middle East Eye’a söylediklerine göre benzer işler için başka şirketler de insanları çağırıyor, bunun için ödeme 2000-3000 Euro’ya kadar çıkıyor.

 

“Gönüllülerin gittiği doğru ama ayrıca profesyonel askerler de gidiyor,” diyen paralı asker, 2 Mart tarihi itibariyle Ukrayna’ya giden “profesyoneller”in sayısının bini aştığını da ekliyor. Bunların yüz kadarının da Fransız Yabancı Lejyonu’nda görev aldığını da söylüyor.

 

Paralı askerin belirttiğine göre “Fransız Lejyonu onlara kimliklerini yanlarına almamalarını ve yakalanma durumunda ise gitmeleri için izinleri olmadığı” bildirildi.

 

“Ben gitmemeye karar verdim ama Slovakça, Lehçe ve Letonca konuşan askeri deneyime sahip kişiler Ukrayna’ya gitti.”

 

Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın Middle East Eye’a yaptığı açıklamada böyle bir iznin verilmediğini, bunun “yalan haber” olduğunu belirtti. Çarşamba günü Fransız Yabancı Lejyonu yaptığı açıklamada 14 askerinin Ukrayna’ya gidişini engellediklerini ve Ukrayna doğumlu 25 askerin ise kaybolduğunu duyurdu.

 

Ukraynalı bir yetkili ise hükümetin herhangi bir paralı askeri çağırmadığını sadece gönüllüleri yabancı lejyona kabul edeceğini söyledi.

 

Middle East Eye’a konuşan Ukraynalı yetkili “(Onlara) sıradan bir Ukrayna askeri gibi davranacağız, aynı haklara sahip olacaklar. Normal bir Ukrayna askeri aylık $3500 kazanıyor. Onlar da aynı parayı alacaklar.” bilgilerini paylaştı.

 

Ukrayna ordusunun saflarında yeterince asker barındırdığını ama dünyaya, Ukrayna’nın demokrasi ve uluslararası değerleri savunduğunu göstermek istediklerini söyledi.

 

Yetkili ayrıca şu sözleri de ekledi “Gönüllüleri kabul ederek aynı zamanda dünyanın bizimle dayanışma içerisinde olmasına izin vererek bir noktaya değinmek istiyoruz.”

Aşırıcılığın İncelenmesi

Paralı askerlerin belirttiklerine göre Avrupa’da yaşayan bazı Türkler de Ukrayna’ya gitmeyi istiyorlar lakin gidişlerini henüz kararlaştırabilmiş değiller.

 

Dünyanın çeşitli bölgelerinde birçok şirket için çalışmış olan paralı asker “özel şirketler ve lejyonerler genellikle küçük gruplar halinde gitmeyi tercih ederler,” ifadesini kullandı.

 

Sektördeki profesyonel paralı askerler ile gönüllülerin aynı güzergahı kullandığını söyleyen paralı asker, “Avrupa’daysanız, Polonya ya da Romanya’ya gitmeniz ve Ukrayna elçilikleriyle irtibat kurmanız yeterli. Ukrayna gidenler de ülkenin batısındaki Lviv’de toplanıyorlar ve başka yerlere sevk ediliyorlar.”

 

Ukrayna ile ilgili askeri iş ilanlarının sayısında keskin bir artış olduğunu söyleyen paralı asker, “Amerika ve Avrupa merkezli birçok özel şirket, günlük en az $1000-2000 ve ek prim ödemeli Ukrayna ilanları paylaşıyorlar.” diye belirtti.

 

Ukrayna hükümeti, herhangi bir gönüllünün askeri ataşelere pasaport ve muharip askeri geçmişi olduğunu belirten belgelerle başvuru yapabileceğini söyledi. Daha sonra gönüllerinin aşırıcı ve terör bağlantılarının araştırıldığı bir inceleme yapılıyor. Hükümet, gönüllülerin Kiev hükümetinin talimatıyla Ukrayna topraklarına girdikten sonra yabancı lejyona katılmak için bir sözleşme imzalayacaklarını söyledi.

 

Rusya’nın halihazırda Ukrayna’da konuşlu savaş deneyimine sahip Çeçen güçleri bulunuyor.

 

Bazı Çeçen ve Gürcü gönüllüler, Zelenski’nin yabancı gönüllüleri kabul edeceği açıklamasından önce Ukrayna ordusunda savaşmayı teklif ettikleri görüntüler kaydetmişlerdi.

 

Paralı askerler ayrıca Middle East Eye’a Rusya’nın öte yandan kötü şöhretli, devlet bağlantılı Wagner güçlerini Ukrayna cephesine yerleştirdiğini söyledi. Wagner’e bağlı paralı askerler aşırı sağ görüşleriyle de biliniyorlar.

 

Paralı askerler, Ukrayna’nın askeri geçmişe sahip yabancıları, özellikle eski özel kuvvetler, kabul etmesinin akıllıca olduğunu belirtiyorlar. “Rus özel kuvvetlerini şehir savaşında silahlandırılmış halkla yenemezsiniz.” Diğer paralı asker ise “Wagner’e karşı da yabancı savaşçılar oldukça etkili olacaktır.” İfadelerini kullandı.

 

Ancak kendisi Ukrayna’ya savaşmak için gitmeyi planlamıyor.

 

“Bu işe sektörde çok para olduğu için katıldım,” diyen paralı asker, “Rus özel kuvvetlerine, Wagner’e ya da Çeçenlere karşı şehir savaşında çok şansınız olmaz.” diye ayrıca ekliyor.

5 Mart 2022 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Lübnan’ın İsrail’e Karşı İstihbarat Mücadelesi

by Çağatay Cebe 4 Şubat 2022
written by Çağatay Cebe

İsrail’in kurulduğu 1948 yılından beri Lübnan, kuzeyden bir baskı unsuru olarak her daim Tel Aviv’in sıkı güvenlik faaliyetleri yürütmesi gerektiği bir komşu ülke olageldi. 1948 Savaşı sırasında Lübnan Devleti’nin kısıtlı katılımı haricinde Lübnan Silahlı Kuvvetleri, İsrail ile veyahut İsrail’e bir operasyon gerçekleştirmeye tekrar hiç kalkışmadı. Her ne kadar ciddi bir konvansiyonel tehdit oluşturmasa da Lübnan ile İsrail ateşkes halinde olmakla birlikte bu iki ülke 1949 yılından beri savaş halinde. 1 https://www.dawn.com/news/1672588/lebanon-arrests-21-in-israeli-spy-networks-busts  Tel Aviv’e yönelik olabildiğince askeri bir mücadelen ziyade lojistik güç ve barınak olma özelliği sebebiyle 1956 Krizi, 1967 ve 1973 savaşlarında Lübnan ile İsrail sınırında ciddi bir askeri vaka gerçekleşmedi. İsrail’in günümüzde Lübnan’da geniş casusluk ağları kurması, tıpkı geçmişteki gibi bir güvenlik zaafiyeti hissetmesiyle alakalı. Askeri harekatlar yürüterek geçmişteki zaafiyetini gidermeye çalışan Tel Aviv, günümüzde askeri seçenekten ziyade istihbari faaliyetleri Lübnan’da öncelik haline getirmiş vaziyette. Bu sebeple İsrail’in haber toplama ve Lübnan’ın karşı-casusluk faaliyetlerine yönelik yaklaşım beraberinde geçmişteki askeri hareketlilikleri  incelemeyi gerektiriyor.  İsrail’in günümüzde Lübnan’da geniş casusluk ağları kurması, tıpkı geçmişteki gibi bir güvenlik zaafiyeti hissetmesiyle alakalı. Askeri harekatlar yürüterek geçmişteki zaafiyetini gidermeye çalışan Tel Aviv, günümüzde askeri seçenekten ziyade istihbari faaliyetleri Lübnan’da öncelik haline getirmiş vaziyette. Bu sebeple İsrail’in haber toplama ve Lübnan’ın karşı-casusluk faaliyetlerine yönelik yaklaşım beraberinde geçmişteki askeri hareketlilikleri  incelemeyi gerektiriyor. 

İsrail’in Lübnan’daki Askeri Harekatları

1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Ürdün merkezli şekilde İsrail’e karşı başlattığı gerilla operasyonlarının önemli bir cephesi ise Lübnan oldu. Bu ülkede bulunan yüzbinlerce Filistinli mülteci sebebiyle söz konusu kamplar, FKÖ ve diğer Filistinli direniş grupları için doğrudan bir milis kaynağı teşkil ediyordu. Bu sebeple de 1960lı yılların sonlarına doğru Lübnan’ın güneyinden İsrail’in kuzeyine FKÖ saldırıları başladı. İsrail’in FKÖ’ye karşılık vermek maksadıyla Lübnan’ın çeşitli bölgelerine, bilhassa Beyrut Havaalanı ve daha birçok noktaya hava saldırıları düzenlemesi Lübnan Silahlı Kuvvetleri ile FKÖ’yü karşı karşıya getirdi. 2 Rami Siklawi. (2017). “The Palestinian Resistance Movement In Lebanon 1967–82: Survival, Challenges, and Opportunities”. Arab Studies Quarterly, 39, No. 3, s. 925   FKÖ’nün iç güvenlik ve politika meselesi haline gelmesine rağmen İsrail ile mücadele etmeye devam etmesi, Tel Aviv’in biri sınırlı diğeri ise başkent Beyrut’a kadar ulaştığı iki askeri harekat yapmasına sebep oldu. Bu harekatların öncesinde ise İsrail Özel Kuvvetleri; Sayeret Matkal ve Sayeretet 13’e bağlı operatörler, Lübnan’ın iki sahil şehri olan Beyrut ve Seyda’daki Filistin direniş gruplarının karargahlarına baskın gerçekleştirerek, Münih saldırısının intikamını almak amacıyla “Gençlik Ruhu Operasyonu”nu düzenlediler. 3 https://militaryview.com/operation-spring-of-youth-of-idf-in-1972 Havadan ve karadan küçük saldırıların direniş gruplarının topçu atışlarını kesmediğini anlayan İsrail,  güvenli bir bölge oluşturmak amacıyla Lübnan’a kara operasyonları gerçekleştirme kararı aldı. 1978 yılında gerçekleştirdiği Lübnan’ın güneyindeki Litani Nehri’ne kadar ki hat dahilinde kontrolün sağlanmak istenmesi sebebiyle “Litani Operasyonu” adını alan bu harekat ile kendi destekledikleri Güney Lübnan Ordusu’nu (GLO) bölgeye yerleştirildiler. Lakin, FKÖ ve Lübnanlı müttefiklerinin operasyonlara devam etmeleri sebebiyle bunun yeterli gelmediğini gören Tel Aviv, 1970 yılında Ürdün’den çıkarılarak Beyrut’a taşınan FKÖ merkez karargahı ve Yaser Arafat’ı Lübnan’dan atmak için 1982 yılında çok daha geniş kapsamlı olan “Galile İçin Barış Operasyonu” ile hava ve karadan ilerleyerek başkente kadar ulaştı. 4 Yaniv, A., & Lieber, R. J. (1983). “Personal Whim or Strategic Imperative?: The Israeli Invasion of Lebanon”. International Security, 8, No. 2, s. 130  

Celile İçin Barış Operasyonu Askeri Haritası – İsrail Dışişleri Bakanlığı

Bu ilerleyişin ardından Lübnan’ın güneyinde 2000 yılına kadar devam edecek olan, kendi desteklediği milislerden teşkil  bir güvenli bölge kuran Tel Aviv, Şam ile yürüttüğü görüşmeler ve bu süreçte kurulan Hizbullah’ın hem yoğun gerilla saldırıları hem de örgütün sahip olduğu roket sistemlerinin menzilleri nedeniyle, burada kurduğu bölgenin gerekli olmadığına kanaat getirerek 24 Mayıs 2000 tarihinde Lübnan’dan çekildi. 5 Norton, A. R. (2000). “Hizballah and the Israeli Withdrawal from Southern Lebanon”. Journal of Palestine Studies, 30, No. 1, s. 31  

İsrail’in görünür şekilde Lübnan’dan çekilmesi, tamamiyle bu ülkedeki faaliyetlerinin biteceği anlamına gelmiyordu. Zira halkın belirli kesimi  ve doğrudan İran’ın büyük desteğine sahip yeni düşmanı Hizbullah’ın varlığı Filistinlilere nazaran Tel Aviv’i daha da endişeye sevk ediyor. Öte yandan diğer Filistinli direniş grupları da Lübnan’daki varlıklarını devam ettiriyorlar, Gazze’deki Hamas çoktan Lübnan’daki mülteci kamplarında varlıklarını sürdürüyorlardı. İsrail artık 2000 yılı ve öncesine nazaran daha hassas operasyonlar yürütmeli, askeri gücünü kullanabilmek adına MOSSAD’ın bilgi toplama yeteneğini kullanarak kendisine hedef ve tehlike olarak gördüğü yapılanmaların içine daha fazla sızması gerektiğine karar verdi. Esasen, 1980 yıllarda bunu başarmışlardı da. Lübnan’ın güneyinde yaşayan İbrahim Yasin isimli bir çobanın Hizbullah ile olan kişisel husumeti, onu MOSSAD ve İsrail Askeri İstihbaratı ile çalışmaya itti. Onların talimatı üzerine Hizbullah’a katılan Yasin, örgüt içerisinden İsrail’e bilgi akışı sağladı. On dört yıl süren casusluk faaliyetinin ardından 1997 yılında açığa çıkmasıyla İsrail’e kaçan İbrahim Yasin, Yahudi olup Avraham Sinai adını aldı. 6 https://actafabula.net/faithful-jew-who-was-a-spy-in-hezbollah/ İsrail, İbrahim’in haricinde Lübnan’dan çekildikten sonra geride onlarca casus da bırakarak faaliyetlerini sürdürmeye devam etti.

Lübnan’da Espiyonaj ve Karşı Casusluk Faaliyetleri

Geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamayla Lübnan güvenlik güçleri beş haftalık bir operasyonla İsrail’e karşı casusluk operasyonları gerçekleştirdiğini duyurdu. Lübnan’ın resmi olarak ‘İç Güvenlik Müdürlüğü’ adıyla bilinen Jandarma gücüne bağlı olan ve terörle mücadele, karşı-casusluk ve espiyonaj faaliyetleri yürüten 7 Saliba, Amine. “The Security Sector in Lebanon: Jurisdiction and Organization”. The Carnegie Endowment for International Peace, s. 18 istihbarat birimi, Haber Şubesi (شعبة المعلومات), bir aydan uzun süre boyunca gerçekleştirdiği operasyonla İsrail için çalışan 17 casusluk ağını ortaya çıkarıp, bu hücrelere bağlı otuz beş kişiyi sorgulayarak, yirmiden fazla kişiyi de tutukladı. 8 https://english.alaraby.co.uk/news/lebanon-dismantles-largest-israeli-spy-network Lübnan’ın 2009 yılından beri İsrail’e karşı gerçekleştirdiği en büyük karşı-casusluk operasyonu olan bu faaliyet, aynı zamanda Haber Şubesi’nin güvenliğini de yakından ilgilendiriyor. Tel Aviv’in güvenlik tehdidi algısının başını çeken Filistinli direniş grupları ve Hizbullah’a karşı kullandığı casus şebekeleri, Lübnan’ın çeşitli istihbarat birimleri tarafından defalarca ve sık şekilde açığa çıkarılarak tutuklanıyor. MOSSAD bu sefer kurduğu casusluk şebekeleriyle, kendisine yönelik yapılan karşı-istihbarat faaliyetlerini takip edebilmek için Haber Şubesi’ne de casus sızdırmayı başardı. Hatta öyle ki bu casusların üst düzeylere de oldukça yakın oldukları aktarılıyor. 9 https://www.jpost.com/breaking-news/article-695047

 

Açığa çıkarılan bu casusluk şebekelerinde Lübnan’daki çeşitli din ve etnik unsurdan insanlar olmakla birlikte Suriyeliler ve Filistinliler de bulunuyor. Şam’da tutuklanan bir Suriyeli, şehirdeki sivil, askeri ve ticari bölgeleri izlerken, şehre ait çeşitli haritaları da MOSSAD’a aktarıyordu. Verdiği ifadede ise İsrail’e çalıştığını bilmediğini de belirtiyor. Öte yandan on iki casus ise İsrail’e çalıştıklarını bildiklerini kabul ederken, geri kalanları da küresel şirketler ve STK’lara bilgi akışı sağladıklarını iddia ediyorlar. Bu sebeple STK’lara bağlı çalışan çok sayıda kişinin bu casusluk ağının parçası olduğunun tespit edildiği bildiriliyor. Şebekelerin ortaya çıkarılmasında yaşanılan bir ilginç nokta ise Hizbullah içerisindeki ajan. Hizbullah esasen kendi istihbarat organlarına sahip bir parti. Bu birimler; Karşı Güvenlik (Emn el-Muddad), Dış Güvenlik (Emn el-Harici) ve Parti Güvenliği’nden (Emn el-Hizb) oluşuyor. 10 Carl Anthony Wege (2012). “Hizballah’s Counterintelligence Apparatus”. International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, Vol. 25, No. 4, s. 773 Hizbullah’ın istihbarat oluşumları doğrudan İran ve Şam’dan destek alırken, Lübnan istihbarat servisleriyle de irtibat halinde. Hizbullah kendisini doğrudan ilgilendirdiğini düşündüğü bir durumla karşı karşıya kaldığı vakit, kendi istihbarat birimlerini kullanarak konuyu ele almakta ve kendi yöntemlerini kullanarak bunu çözmeyi amaçlamaktadır. Bu sebeple Hizbullah’ın kontrolündeki bölgelerde bulunan gözaltı merkezlerinde kuşkulanılan şahıslar sorgulamalara tabii tutulmaktadır. Geçtiğimiz günlerdeki karşı casusluk operasyonlarında da benzer bir durum yaşandı. Parti kendi içerisindeki bu ajanı, Lübnan’ın adli ve güvenlik kurumlarına teslim etmeyi reddetti. Kendi sorgulamalarının ardından İsrail’e çalışan bu kişinin Lübnan devletine teslim edileceği düşünülüyor. Bu operasyonlar kapsamında tutuklanan kişiler ise İsrail istihbarat personelleriyle sosyal medya üzerinden iletişime geçerek, bu platformlarda eğitiliyorlar. İstihbaratçılar ve casuslar arasındaki iletişim; sohbet odaları, çeşitli internet siteleri ve telefon aramaları vasıtasıyla gerçekleşiyor. Lübnanlı bir kaynağın basına verdiği demeçte ülkedeki tarihi derin ekonomik krizin, istihbarat servislerinin bu tür casusluk şebekelerini kurmayı kolaylaştırdığını belirtiyor. 11 https://dunyanews.tv/en/World/639218-Lebanon-arrests-21-in-Israeli-/’spy-networks/’-busts  

 

İsrail’e çalışan casusluk şebekelerini açığa çıkarması sebebiyle Haber Şubesi’ni kutlayan Lübnan Başbakanı Necib Mikati, önleyici güvenlik ve karşı casusluğun önemine değinerek diğer güvenlik kurumlarının koordineli çalışmalarıyla ülkenin korunabildiğini ifade etti. Bu tutuklamalar sırasında ise Cumhurbaşkanı Mişel Aun, İsrail Hava Kuvvetleri’nin Lübnan hava sahasında yaptığı ihlallerle ilişkin dosyayı Dışişleri Bakanı Abdullah Bu Habib aracılığıyla BM Güvenlik Konseyi’ne iletilmesi için talimat vererek 12 https://www.naharnet.com/stories/en/287598-aoun-orders-complaint-against-israel-over-air-breach-as-spy-networks-busted Beyrut’un Tel Aviv’e karşı taşıdığı güvenlik hassasiyetini kamuoyuna ve uluslararası kuruluşlara gösterme gayreti içinde olduklarını gösterdi. Bu hamle aynı zamanda Cumhurbaşkanı Mişel Aun’un kendi nezdinde siyasi bir çıkar daha gözetiyordu.

2009 Operasyonları

2009 yılı öncesinde Lübnan’daki istihbarat mücadelesi doğrudan Hizbullah (İran ve Şam) ile İsrail arasında yaşanıyordu. Lübnan İç Savaşı’nın yaşandığı 1980li yılların ortasında ülkede Şam’ın yürüttüğü istihbarat faaliyetlerinin başına geçen Ebu Yo’rub künyeli Gazi Kenan, 2000 yılına kadar Lübnan’ı yöneten yegane isim oldu. 1990 yılında iç savaşın bitmesiyle herkesin zorunlu olarak Kenan’a boyun eğmesinin yanında, güvenlik kurumları ve bürokratlar, hükümete değil doğrudan Gazi Kenan’a rapor veriyorlardı. Cumhurbaşkanı seçimlerinde de aktif rolü olan Kenan, yirmi yıla yakın bir süre Lübnan’ın iç güvenlik ve politikasının oluşturulup yönetilmesindeki en etkin isim oldu. 13 https://www.meforum.org/meib/articles/0001_l5.htm İki yıl önce görüşme gerçekleştirdiğim Suriyeli eski bir muhaberat subayı da Gazi Kenan’ın tıpkı anlatıldığı gibi Lübnan’ın yöneticisi olduğunu ve kendisinin efsanevi bir istihbaratçı olarak görüldüğünü, aynı zamanda da sahip olduğu güç bakımından Hafız Esad’ın ardından gelen bir şahsiyet olduğunu belirtti. Bu sebeple, Lübnan’ın istihbarat servisleri belirli bir dönem son derece pasif rol oynarken, Şam’ın muhaberat personelleri ve destekledikleri Hizbullah’ın istihbarat elemanları, ülkede İsrail’e karşı faaliyet gösteren aktörler oldular. Hizbullah’ın yürüttüğü bu istihbarat mücadelesinde iki detay diğerlerinden daha çok göze çarpıyor; ilki İsrail Ordusu’nun yedek kuvvetlerinde Albay rütbesine kadar yükselerek emekli olan Elhanan Tennenbaum’un 2001 yılında kaçırılma olayı. Tennenbaum’u tanıyan ve Hizbullah için çalışan bir Filistinli, örgütün İsrail’e karşı kullanması için Tennenbaum’a sahte bir yasadışı iş öneriyor; uyuştucu kaçakçılığı. İsrail’e uyuşturucunun Lübnan’dan nasıl kaçırılabileceğini görüşmek için Beyrut’a giden ve bundan 200 bin Dolar alma düşüncesine sahip Tennenbaum, 2001 yılında Hizbullah tarafından yakalanarak, 2004 yılına örgüt tarafından hapis tutuldu. Almanya’nın araya girmesiyle salıverilen Tennenbaum’un hakkında İsrail’de yasal bir süreç başlatıldı. 14 https://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3342436,00.html Bir diğeri ise Filistin davasının destekçisi olarak herkesçe bilinen, bir okulda idareci olan ama aslında 1983 yılından 2008 yılına kadar hem Lübnan hem de Suriye’de kara ulaşım yolları ile Filistinli gruplar ve Hizbullah’a ait konvoyların fotoğraflarını çekerek İsrail’e gönderen Ali Cerrah oldu. Ali Cerrah’ı ilginç kılan nokta ise kuzeni olan Ziad Cerrah’ın 11 Eylül günü İkiz Kuleler’e çarpan uçaklardan biri olan United Airlines’ın 93 sefer sayılı uçağını kaçıran el Kaide mensuplarından biri olması. 15 https://www.nytimes.com/2009/02/19/world/middleeast/19lebanon.html  

 

2005 yılında Refik Hariri Suikasti ile birlikte Şam ve Hizbullah’ın baskın rolleri azalarak, devlet kurumlarının görece daha güçlenmesiyle iç güvenlik bizzat Beyrut’taki hükümetin eline geçmeye başladı. Şam’ın 2005 yılında Lübnan’dan çekilerek ülke üzerindeki hegemonyasının bitmesi, ülkedeki kronikleşmiş güvenlik sorununun yeni bir merhaleye geçmesine neden oldu. Şam’ın korumacılığı olmadan varlığını sürdürmek zorunda kalan Hizbullah, önce 2006 yılında İsrail ile sonra da 2008 yılında karşıt siyasi partilerin silahlı oluşumlarıyla çatışmalar yaşadı. Lübnan içerisindeki güvenlik algıları değişime uğrarken, Şam’ın güdümünden sıyrılan Lübnan istihbarat servisleri artık ülke içerisindeki asayişi sağlamak maksadıyla kapasitesini artırma yoluna gitti. Buradaki en önemli gelişme de MOSSAD’ın ülke içerisindeki casusluk ağlarının açığa çıkarılmasıydı.

2009 yılındaki bu operasyonlar kapsamında yüzden fazla kişi tutuklandı 16 https://www.trtworld.com/middle-east/lebanon-busts-networks-allegedly-spying-for-israel-54259 ve bunların çoğunluğunu güvenlik personelleri ile telekomünikasyon çalışanları oluşturuyordu. Bu tutuklamaların en üst düzey ismi ise İç Güvenlik Müdürlüğü’nden emekli olan general Edib el-Elam oldu. Edib el-Elam on beş yıl boyunca İsrail’e çalıştığını ve Gazze merkezli İslami Cihad’ın iki komutanına yönelik Seyda şehrindeki suikast operasyonunu yöneten MOSSAD personelini Lübnan’dan çıkarmaya yardım ettiğini itiraf etmesinin 17 https://www.lebanese-forces.com/2009/04/20/44515/  ardından, savaş gazisi olan Özel Kuvvetler Okul Komutanı bir Albay ile Bekaa Vadisi’ndeki bir belediye başkan yardımcısı da İsrail ile çalıştıkları gerekçesiyle karşı istihbarat sürecinde gözaltına alınan önemli devlet çalışaları isimler oldu. 18 http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/8074848.stm Kamu görevlileri haricinde bu operasyonlarda farklı kesimlerden şahıslar da tutuklandı. Hizbullah’ın güçlü kalelerinden olan Lübnan’ın güneyindeki Nebatiye’de yaşayan iş insanı Mervan Fakih, örgüte sattığı onlarca arabaya takip ve dinleme cihazları yerleştirerek İsrail’in Hizbullah’ı gözetlemesini sağladı. 19 https://www.nytimes.com/2009/04/26/world/middleeast/26lebanon.html 2010 yılında Lübnan’ın en büyük iki mobil şebekelerinden birinde çalışan ve hassas bilgilere erişim imkanı olan bir teknisyenin, on beş yıldan uzun süredir İsrail’e bilgi aktardığının açıklanması, 20 https://www.bbc.com/news/10444459 MOSSAD’ın Lübnan’da kurduğu geniş casusluk ağlarının ülkede her yerde ve önemli noktalarda kümelendiğinin kanıtıydı. Öyle ki, İsrail’in 2006 Temmuz’unda vurduğu Hizbullah hedeflerinin, bu tutuklamalardaki çoğu kişi tarafından tespit edilerek Tel Aviv’e (MOSSAD veyahut İsrail Askeri İstihbaratı) aktarıldığı güvenlik kaynaklarınca o dönem medyaya aktarıldı. Lübnanlı üst düzey görevliler de bu süreçte basına verdikleri demeçlerde, birçok kilit noktada yaptıkları bu casusluk tutuklamalarının İsrail’in istihbarat faaliyetlerine ciddi bir darbe olduğunu ifade ettiler. 21 https://www.reuters.com/article/us-lebanon-israel-spying-sb-idUSTRE54P1Z420090526  

 

İsrail’in casusluk ağlarına yönelik 2014 yılına kadar devam eden bu tutuklamalar, sonraki yıllarda da Lübnan istihbarat servisleri tarafından sürdürüldü. Her yıl en az birkaç MOSSAD ağı ortaya çıkarılmakta ve bu bir zincirleme olarak birbirini takip etmekte. Tutuklanan bir şebeke, sorgulamalardaki itirafları sonucunda başka ağları ifşa etmekte, en geç birkaç ay sonra diğer şebekelerin de Lübnan güvenlik güçlerince gözaltına alınmalarını sağlamakta. Genellikle faaliyetleri Hizbullah ve Filistinli grupları takip etmek olan bu casusluk ağlarının mensupları Türkiye dahil olmak üzere Batı ülkelerine giderek buralarda İsrail istihbarat personelleri tarafından eğitilmekte. 2017 yılında tutuklanan İki Nepalli ve bir Filistinlinin oluşturduğu casus şebekesi Türkiye, Ürdün, İngiltere ve Nepal’deki İsrail büyükelçiliklerine giderek burada istihbarat mensuplarıyla görüşmeler gerçekleştirmişti. 22 https://www.jpost.com/arab-israeli-conflict/five-alleged-israeli-spies-arrested-in-lebanon-479576  

Hamas Yetkilisine Suikast Girişimi

Filistinli gruplar artık eskisi kadar Lübnan’da güçlü olamasalar da mülteci kamplarında ofisleri ve silahlı mensuplarıyla varlıklarını sürdürmeye, faaliyetlerini gerçekleştirmeye devam ediyorlar. Gazze’de hakimiyeti elinde bulunduran ve İsrail’e karşı mücadele veren Hamas, savaşın başını çekiyor. Bu kapsamda Gazze gibi Akdeniz kıyısında ve kolay çıkış olanağı bulunmayan coğrafi açıdan hapishaneden farksız konumdaki bir bölgeden ziyade Lübnan’da Hamas varlığının yürütülmesi, kurmaylar ve faaliyetleri icra eden mensuplar için alternatif bir mekan sunuyor. Bu ülkedeki Hamas varlığı da tıpkı Gazze’deki gibi Tel Aviv açısından kuşkusuz tehdit olarak görülüyor. 2018 yılında MOSSAD, Hamas’ın Lübnan’daki üst düzey isimlerinden olan Ebu Hamza künyeli Muhammed Hamdan’a suikast girişiminde bulundu. 23 https://twitter.com/Mucagcebe/status/952522441171103744 Aracına konan 500 gramlık bombadan son anda kurtulan Hamdan’a yönelik yapılan bu suikast girişimi faillerinin Türkiye’ye kaçtıkları Lübnan istihbaratınca belirlendi. Ankara ve Beyrut arasındaki koordinasyon sayesinde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), MOSSAD ajanı Ahmed Bitiyya’yı Lübnan’a götürerek Haber Şubesi’ndeki meslektaşlarına teslim etti. 24 https://www.aa.com.tr/en/middle-east/turkey-hands-over-suspect-in-sidon-attack-to-lebanon/1039904 Bu meselede belirtilmesi gereken nokta ise Lübnan’ın başka ülkelerin istihbarat kurumlarıyla olan işbirliğini İsrail’e karşı kullanabilmesi. Akademisyen ve araştırmacı Muhanned el-Hac Ali, Lübnan’ın bir diğer istihbarat servisi olan Genel Güvenlik Direktörlüğü’nün Şefi Abbas İbrahim ile MİT Başkanı Hakan Fidan’ın güçlü ilişkilere sahip olduğunu belirtiyor. 25 https://actafabula.net/turkiye-icin-lubnanin-onemi/  

 

Fransız mandası döneminde kurulan Lübnan istihbaratı, iç savaşın bittiği 1990 yılına kadar doğrudan Fransa ve Amerika’nın etkisi altında faaliyetlerini yürütmüştü. 1990 yılından 2005 yılına kadar olan süreçte ülke üzerindeki hamiliğin Suriye’ye geçmesiyle Lübnan istihbarat servisleri oldukça düşük etkinliklerde varlıklarını devam ettirebildiler. Bu dönemde ülkenin iç ve dış istihbaratı Şam’dan soruluyor, Suriyeli yöneticinin kontrolü altında çalışmalar yürütülüyordu. Bu hegemonya sürecinde ülkedeki statükocu sağ kanatın siyasi egemenliğinin kırılması aynı şekilde istihbarat servislerinde uzun süredir devam eden sağcı klik güçlerinin de zayıflamasına ve başka unsurların yükselerek diğer ülkelerle daha rahat iletişim kanalları sağlanmasına sebebiyet verdi. Buna ek olarak Lübnan rejiminin temelini oluşturan idaredeki etnik ve dini/mezhep dağılım aynı şekilde istihbarat servis yönetimi için de geçerli olmakta ve her servis başında olan lider ülkedeki farklı güçlü siyasiler tarafından desteklenerek bu makamlara gelebilmektedir. Bu sebeple 2005 yılında Lübnan’daki siyasi gelişmelerin ardından politika sahasındaki değişim benzer şekilde Lübnan’daki istihbarat servislerinin kendi kabiliyet ve varlıklarının genişlemesine, alanlarındaki yetkinliklerin artmasına, başka ülkelerdeki muadillerinin sahip oldukları olanaklara kavuşarak dünyanın en iyi istihbarat servislerinden biri olarak görülen MOSSAD’a karşı haber toplama ve karşı-casusluk faaliyetlerinin de benzer şekilde gelişmesini zorunlu kılmaktadır.

4 Şubat 2022 0 Yorum
1 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

27 Şubat saldırısının iç yüzü: Askerler Rusya’yı suçluyor

by Levent Kemal 6 Kasım 2021
written by Levent Kemal
Türkiye, Suriye'yi ölümcül bir hava saldırısından sorumlu tuttu. Türk askerleri ise Rusya'yı suçladı

Bu yazı 5 Kasım 2021 tarihinde Middle East Eye sitesinde “Turkey blamed Syria for a deadly air strike. Its troops blame Russia” başlığı ile yayınlanmıştır.  Acta Fabula tarafından Türkçeye çevrilmiştir. 

27 Şubat 2020’de Suriye muhalefetinin son kalesi olan İdlib’in güneyinde Balyun köyü yakınlarında Türk askerlerinden oluşan bir konvoya en az dört füze atıldı. Suriye muhalefetine destek için gönderilen askeri konvoy en az 80 kişiden oluşuyordu ve saldırı sırasında bir binada saklanmak için çabalamışlardı.

 

Bu olaydan bir gün önce muhalif güçler, İdlib’in doğusundaki stratejik Serakib kasabasını ele geçirmişti, ancak Suriye muhalefeti aylardır Rus ve Suriye hava kuvvetlerine toprak ve asker kaybediyordu.

 

Olay günü halen Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu için çalışan Yüzbaşı A.H., bombalar uzaktaki hedefleri vurduğunda, bir motosiklet üzerinde tek başına cepheden görece sakin kuzeye dönüyordu. Uzakta ilgisini siyah dumana doğru yöneldi, bu sırada yol kenarında zeytin ağaçlarının arasında oturan yaralı bir askere rastladı. Yaralı asker yardım aramak için saldırı mahallinden birkaç kilometre öteye yürümeyi başarmıştı. A.H., Middle East Eye’a “Başında ve vücudunda şarapnel yaraları vardı” dedi. A.H. saldırıdan yaklaşık bir saat sonra olay yerine ilk ulaşan kişiydi. A.H. gördüğü manzarayı MEE’ye “Şehitler yerde yatıyordu, cesetler her yerdeydi” sözleri ile anlatmaya başladı. Bazıları molozların altındaydı, dedi. “Gördüğüm manzara çok kötüydü… Yaralılar yol kenarındaydı.” Türk askeri araçlarının “neredeyse imha edildiğini” söyledi. “Her yerde alevler vardı.”

 

A.H destek bulduktan sonra ilk destek geldiğinde yaralılara yardım etmeye çalıştılar. “İki araba yaralı askerlerle doldu.” Olay yerinde çalışabilecek durumdaki diğer iki Türk aracını da alarak en yakın sağlık noktasına doğru yola çıktılar.

 

“Türk ordusuna ulaşmaya çalıştım ama önce konvoyun vurulduğuna dair ilettiğimiz bilgileri reddettiler” dedi A.H.

Konvoyun iletişimi saldırıdan önce kesilmişti, bu yüzden saldırı hakkında telsizle bilgi verememişlerdi. Bir askeri kaynak MEE’ye verdiği demeçte, konvoyun hava koruması olmadan konuşlandırıldığını söyledi. Ve diğer bölgelerde şiddetli çatışmalar devam ederken, Türk karargahındaki tepki, ÖSO’dan gelen TSK konvoyunun vurulduğuna dair bilgileri reddetmek oldu. Eğer bir TSK konvoyu vurulsaydı bunu biliriz, dediler.

 

A.H.’ye göre ancak iki saat sonra, tahliye edilen yaralılar Türkiye sınırına varmaya başladığında Türkler ne olduğunu anladılar. Yine de tüm yaralılara ulaşılmasına en az bir saat daha vardı.

 

Türk hükümeti bombardımandan sonra, Suriyeli ve Türk gazeteciler konvoya dair haber yapmaya başladıktan sonra bile, saatlerce sessiz kaldı. Nihayet, o akşam, bombaların TSK konvoyu üzerinde patlamasından yaklaşık 12 saat sonra, Suriye’ye sınır kenti olan Hatay’ın valisi Rahmi Doğan, televizyon kameralarının önüne çıkarak parmağı ile Suriye’yi işaret ederek “İdlib’te rejim güçlerinin hava saldırısı olduğunu” anlattı.

Balyun’daki vakaya aşina Türk askerleri o gün öfkeliydi. Saldırıyı yapanın Suriye değil, Rusya olduğu konusunda ısrar ediyorlardı.

Astana sessizliği

BM’ye göre ülkenin kanlı iç savaşı 350.000’den fazla insanın ölümüne neden oldu, ancak İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi bu rakamı yarım milyonun üzerinde açıklıyor.

 

Türkiye ile her ikisi de Esad hükümetinin müttefiki olan Rusya ve İran, uzun süredir diplomasinin, özellikle de Astana sürecinin- 2017’de başlayan gerilimi düşürmeye yönelik müzakerelerin- Suriye için ileriye dönük tek yol olduğunu savunuyorlar.

 

Astana anlaşmasından bu yana, Türk bakanlar ve üst düzey yetkililer, Rusya’nın Suriye’deki eylemlerini alenen eleştirmekten kaçındı: hava saldırıları sivilleri öldürse veya Türk gözlem istasyonlarının yakınlarını vursa bile.

 

Bu araştırma için MEE’ye konuşan askerler ve görevliler, 34 kişinin ölümüne ve 30’dan fazla kişinin yaralanmasına neden olan 27 Şubat 2020 saldırısından sonra Türk yetkililerden doğrudan kınama bekliyorlardı. Türkiye için 2016’da başlayan Suriye’ye müdahalesinden bu yana en kanlı gün ve Türk ordusunun 1974 Kuzey Kıbrıs askeri operasyonundan bu yana bir seferde en büyük can kaybıydı bu saldırı. Ne var ki saldırıdan sonraki günlerde bazı düşük seviye kamu görevlileri Rusya’nın işin içinde olduğunu ima ederken, Türk hükümeti saldırıyı yapanın Suriye rejimi olduğunu iddia etti. Rusya savunma bakanlığı, bölgedeki muhalif güçler nedeniyle kafası karışan Suriyeli pilotların yanlışlıkla Türk askerlerini vurduğunu söyledi.

Sığınak delici – Nüfuz edici bombalar

Saldırı günü Suriye ve Rus jetleri Türk hedeflerinin üzerinde uçuyordu. Bütün gün Balyun’un üzerinde kümelenmişlerdi. İkiz kalkışlar ve yakın kol uçuşları rejim karşıtı müttefikler için tanıdık bir taktikti: Bir veya iki Rus savaş uçağı Hmeimim üssünden gökyüzüne çıkarken, Suriye uçakları Humus veya Hama’nın güney üslerinden havalanıyordu. Bu konuda bir Türk albay, “Rejim ve Rus savaş uçakları yan yana uçuyor. Kısacası savaş uçaklarının Türk kuvvetleri tarafından düşürülmesini önlemek için birbirlerini koruyorlar” dedi.

 

Bölgedeki birkaç konvoydan birinde Balyun yakınlarında konuşlanan bir Türk askeri MEE’ye verdiği demeçte, Türk subaylarının Rus mevkidaşlarına yönelik çok sayıda uyarısına rağmen, “Ruslar o gün konvoylarımıza çok yakın bölgeleri en az dört kez hedef aldı” dedi. “Ruslarla devam eden bir [Türk] koordinasyon vardı… Nerede olduğumuzu her zaman biliyorlardı.” Asker, sonra birden konvoyun önündeki ve arkasındaki bölgelere bombalar isabet etti, dedi. “Askerlerimizden bazıları siper bulamadan ilk doğrudan atış araçları hedef aldı.”

 

Çoğu zaman, ortak bir Suriye-Rus uçuş grubundan bir hava saldırısının faili, atılan bombanın türünden tanımlanabiliyor. Türk askeri kaynaklarına göre Suriye uçakları, patlamadan önce duvar gibi sert hedefleri delen sözde “sığınak patlatan” bombaları bırakamıyor. Suriye hükümet uçakları da kesin bir hedefe doğrudan isabet sağlayamıyor. Türk askeri kaynaklarına göre hedef belirli bir nokta veya sığınaksa, büyük olasılıkla atış Ruslar tarafından yapılıyor.

 

Bölgeyi ve resmi fotoğrafları inceleyen ve MEE’ye konuşan iki Türk askeri yetkilisi, konvoyun hedef gözetilerek vurulduğunun açık olduğunu söyledi. Olayla doğrudan ilgili üst düzey bir Türk askeri kaynak da MEE’ye verdiği demeçte, 27 Şubat’ta kullanılan bombalardan birinin “açıkça nüfuz edici bir bomba” olduğunu söyledi. “Akşam bölgeye ulaştık- çok sayıda bomba atılmıştı. Daha önce oradaki iki bina tamamen moloz yığınına dönmüştü.”

‘Bizi Rusya'ya karşı ne koruyacak?’

Bir Türk özel kuvvet gazisi, “Bu saldırı önlenebilir miydi?” diye sordu ve “Evet. Herkes S-400’lerin [Rus füze savunma sistemi] bizi Batı’ya karşı koruyacağını söylüyor. Peki, bizi 34 askerimizi öldüren Rusya’ya karşı bizi ne koruyacak?” Emekli bir yüksek rütbeli subay MEE’ye verdiği demeçte “Zaten askeri üstünlüğü olan Rusya bu saldırı ile psikolojik üstünlük kazandı,” dedi.

 

MEE’ye konuşan Türk askeri kaynaklarını daha da çileden çıkaran, Rusların saldırıya tepkisi oldu. Askeri yetkililere göre, Ankara saatlerce ölü ve yaralıları çıkarmak için Rusya’yı güvenli bir geçiş sağlamaya ikna etmeye çalıştı ama Rusya kabul etmedi. Suriye operasyonlarında görev alan üst düzey bir subay, “Hava koridoru açamadık ve bombardıman altında karadan sağlık görevlileri göndermek zorunda kaldık” dedi. “[Ruslar] bize önce Suriye muhalefetini vurduklarını düşündüklerini söylediler… Daha sonra ise olaya dahil olduklarını tamamen reddettiler.”

 

Türk hükümeti olayla ilgili hiçbir soruşturma başlatmadı. O güne ait Türk ve Rus jet radar kayıtları ve olay yerinde askeri uzmanlar tarafından yürütülen incelemelerin sonuçları hiçbir zaman yayınlanmadı. Ordunun tek tepkisi, saldırıda çoğu askerini kaybeden 65. mekanize piyade tugayının dağıtılması oldu. Hayatta kalanlar diğer birimlere atandı.

 

Türk Ordusu içindeki çeşitli kaynaklara göre, Türk ordusu ve hükümeti içindeki Rus yanlısı klik saldırıdan Moskova’yı sorumlu tutmamak için, en az Rusya’nın kendisi kadar, elinden geleni yaptı.

 

Hükümet yanlısı çevrelerden bazıları, Türkiye’nin Rusya’yı yenecek kadar ateş gücü yok, diyerek Ankara’nın Esed rejimini suçlayarak doğru olanı yaptığını söylüyor. O dönemde yaklaşık bir milyon yerinden edilmiş Suriyeli sivilin Türkiye sınırına doğru ilerlediği ve İdlib gözlem istasyonlarının Esad güçleri tarafından kuşatıldığı olduğu bir ortamda, Türk hükümeti aylarca Moskova’yı ateşkes için zorlamaya çalıştı ama başaramadı.

 

Saldırıdan sonra yedi gün süren Türk operasyonu – ve Türkiye’nin Suriye rejimi güçlerine karşı yoğun misilleme saldırısı yürüttüğü, 200’den fazla rejiim hedefini vurması ve 300’den fazla rejim bağlantılı askeri öldürmesi – ile Türkiye ve Rusya bir anlaşmaya vararak İdlib’i bir “çatışmasızlık bölgesi” haline getirdi.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
6 Kasım 2021 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Bizden nefret eden ajanlar: Casusluk ve devlet sırları üzerine habercilik

by Dan Sabbagh 23 Ekim 2021
written by Dan Sabbagh
Bizden Nefret Eden Ajanlar: Casusluk ve Devlet Sırları Üzerine Habercilik

Dan Sabbagh

Bu yazı 18 Ekim 2021 tarihinde Guardian sitesinde “The spies who hated us: reporting on espionage and the secret state” başlığı ile yayınlanmıştır. Acta Fabula tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.  

Şu anki güvenlik muhabirimiz Dan Sabbagh 1 Guardian’ın güvenlik muhabiri Dan Sabbagh selefi Richard Norton-Taylor ile MI5’ın 2 Britanya’nın iç istihbarat servisi casusluk, sızıntı ve açık düşmanlık dönemi hakkında bir sohbet gerçekleştirdi.


Sabah kahvesi vaktinde Richard Norton-Taylor ve ben, Guardian’ın savunma ve güvenlik muhabirleri olarak bize doğal gelen kahverengi zarflar, aldatmaca ve gizlilik üzerine konuşuyoruz.

Norton-Taylor gazeteye 1973 yılının Ocak ayında katıldı (Dan Sabbagh daha iki yaşındaydı), Brüksel’de çalışmaya başladı ve birkaç yıl sonra güvenlik alanına geçiş yaptı. Kariyerinin ilk bölümü resmi gizlilik savaşlarının hakimiyeti altındaydı.

 

“Brüksel casusluk için harika bir yerdi; NATO ve Avrupa Ekonomi Topluluğu oradaydı.” diyerek, şehirde Ruslara dair sıkıntı olmadığını belirtti. 1975 yılında Birleşik Krallık’a deneyimli olarak döndüğünde, dönemin Guardian editörü Peter Preston yeni işinin ‘resmi gizlilik ve Whitehall’a, Britanya hükümetini belirtmek için kullanılan kısa isim, dair haberler yazmak olduğunu söyledi.

O zamanlarda Britanya sızıntı yapanları mahkemelerle durdurmaya çalışmak gibi bir hata yaptı. “O dönemde muazzam vakalar vardı ve hükümetin davranışları ters etkiye yol açıyordu.” diyor Norton Taylor, devlet sırlarına dair haber yapan tüm gazetecilerin başarılı olduğu bir senaryo vardı.

 

Günümüzde bu tür davalar daha az görülüyor, konuyla ilgili daha çok mecliste harekete geçiliyor ve otuz yıl öncesine göre istihbarat meselesiyle de daha az ilgili. Bunu Norton-Taylor’a da söyledim; kahve, Whatsapp ve içeceklerle Westminister’ın3 Britanya meclisi dedikodu dünyasına bağlı kalmak oldukça önemli bir durum.

Richard Norton-Taylor’ın meslek hayatının en parlak döneminde yüksek puan sıkıntısı yaşanmıyordu. “O zamanlar Clive Ponting davası görülüyordu” diyor. Söz konusu dava, Falkland Savaşı sırasında batan Arjantin kruvazörü General Belgrano ile ilgili gizli belgeleri sızdırarak Resmi Sırlar Yasası’nı ihlal eden Clive Ponting’in 1985 yılında jüri tarafından beraat edilmesiyle yaşanan şoke edici olaya atıfta bulunuyor.

 

“Ponting’in beraat ettiği güne dair şanlı olan şey ise Guardian’ın o gün greve gitmesiydi. Bugüne kadar Ponting ile ilgili yazmamıştık, o dönem ise iki büyük sayfanın tamamı Belgrano davasına ayrılmıştı.” Peki bu sinir bozucu muydu? “Klasik Guardian’dı işte.”

Bu olaydan kısa bir sonra ise MI5’ın eski personeli Peter Wright’ın hatıralarını yazdığı, hükümetin yayınlanmasını engellemek için utanç verici birden fazla girişimde bulunduğu ‘Spycatcher’ kitabının vakası çıktı. Norton-Taylor bu kitabın ihtiyati olarak özetini yayınlamıştı.

 

Bu mücadele daha sonra yayınevinin Wright’ın hesabını yayınlamayı umduğu Avustralya’ya taşındı. Norton-Taylor da aynısını yaptı. “Dava altı hafta boyunca Sydney’de görüldü.” diyor Norton-Taylor.

 

Avustralya’nın sonradan başbakanı olan Malcolm Turnbull ise yayınevinin ‘zorlu Britanya düzenine ayakuydurması’ için çalışırken, hükümet sekreteri Robert Armstrong yalan söylediğini kabul etmek yerine kanıt sunarak “hakikatle birlikte ekonomik” tabirini kullanmayı tercih etti.

 

Britanya hükümeti davayı kaybetti ve Spycatcher kitabı Avustralya’da basıldı. Kopyaları doğrudan Birleşik Krallık’a ulaştı. Norton-Taylor bunu hevesle şöyle tarif etti: “Avustralyalı yargıçlar İngilizleri 4 Birleşik Krallık’ta yaşayanları tarif etmek için argoda kullanılan bir terim   tepelemeyi sevdiler, ben de sevdim ve bence Guardian okuyucuları da sevdi.”

Guardian gazetesinin yüzleştiği en zorlu durumlardan bir tanesi de Sarah Tisdall vakasıydı. Gazete ile yetkililer arasındaki ilişkilerin son derece gerginleşmesine yol açan bu gelişme, 1983 yılının bir Cuma akşamında kahverengi zarf içerisinde gelen mektupla başladı. Mektubun içerisinde Greenham Common’a 5 Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından kullanılan askeri üs yerleştirilecek Amerika’ya ait seyir füzelerinin vaktine dair bilgiler yer alıyordu, olağandışı bir haberdi.

 

Dava sürecindeki yoğun baskıyla birlikte mahkemenin ağır para cezası tehdidini artıran olumsuz kararının ardından Tisdall altı aylık hapse mahkûm edildi ve belgeler geri teslim edildi. Norton-Taylor’ın bu vakaya dahil olmasının ardından dönemin gazete editörü Preston, artan para cezaları sebebiyle Guardian’ın batmasından korkuyordu.

Ponting ve Spycatcher vakaları güvenlik teşkilatlarında açılımlara yol açtı ve bu bazı notları karşılaştırmayı mümkün kılıyor. MI5 ve MI6 6 Britanya’nın dış istihbarat servisi servisleri basınla iletişim halindeler, muhabirler buradaki personellerin isimlerini paylaşamasalar bile görüşüyorlar.

 

1980lerin sonunda yenilikler yaşandığını söyleyen Norton-Taylor, Guardian ve Times gazetelerinin yetkilileri arayabilmeleri için numara paylaşılan ilk basın kuruluşları olduğunu söyledi. Norton-Taylor ayrıca “İçişleri Bakanı olduğu dönemde Ken Clarke bu dans gibi, onlara (gazetecilere) biraz verdiğinde daha fazlasını isteyeceklerdir demişti. Bu yüzden bazen bakanlar daha fazla soru cevaplamaktan kaçınıyorlar.” diye ekliyor. 

Peki bu değiş-tokuşların en kazançlısı kim? Muhabirlerin kaynaklarına çok bağımlı hale gelme ve buluşma yerlerinde otururken yanlarından geçenlerin onları duyma riskleri var. Bununla başa çıkmanın bir yolu ise geniş çapta okumalar yapmak, bağımsız çeşitli kaynaklar edinmek ve bir adım geri adım atarak kendilerine söylenen her şeyi eleştirmeye hazır olmak. Bu meslek, saf ve şüpheci olmayanların yapabileceği bir iş değil.

 

Norton-Taylor bir hususa daha değiniyor “bizim onlara (yetkili kaynaklar) ihtiyacımız olduğu kadar, onların da bize var.” ve ekliyor: “Eğer iyi bir hikayeleri olduğunu söyler ve bu tam tersine, abartılı ve yanlış olduğu ortaya çıkarsa onlara olan güveninizi kaybedersiniz. Bun onların istemeyeceği bir şeydir.  Bir anlamda o kadar da zor değil.”

Öte yandan bu ilişkiler kolayca karmaşık hale gelebilir. Norton-Taylor’a söylediğim gibi bir casus son zamanlardaki bir habere yardım etti, ama hangisi olduğunu söylemem, çünkü yardım ettikleri ortaya çıkarsa bunu reddetmekle yetinmeyerek yanlış sonuçlara ulaşıldığını söyleyecekler. Bu da inançla sunulan bir şeyin nasıl griye dönüştüğünü ortaya koyacaktır.

 

Bu da Norton-Taylor’ın 2003 Irak Savaşı ile ilgili bir anekdotu aklına getirdi. Bir MI6 yetkilisi kendisine neden bazı MI6 çalışanlarının Irak’ın işgaline karşı olduğunun nedenini şu şekilde anlattı: “bazı çalışanlar Saddam Hüseyin ve el Kaide ittifakının saçma olduğunu öne sürdüler. Çünkü Saddam Hüseyin seküler bir diktatördü ve İslami aşırılığa tamamiyle düşkün değildi.”

 

Özel bir endişe ise CIA ile Amerikalıların her söylediklerinin Dışişleri Bakanlığı ve hükümet tarafından kabul edilmesiydi, hatta MI6’in bir bölümü bile buna razı oldu çünkü Irak’taki savaş Amerika Başkanı George Bush ve İngiliz meslektaşı Tony Blair’ın istediği bir meseleydi. 

Hemen ardından Guardian’da konuşmanın içeriğinden bahseden bir yazı çıkmasından bir buçuk gün sonra bir kaynak bundan şikayetçi oldu. Kafası karışan Norton-Taylor “Bu yazı doğru mu?” diye sorduğunu hatırlıyor ve ona “Evet, doğruydu, sadece kamu malının bir parçası olarak kalmamalıydı.” diye yanıt verdiğini söylüyor.

 

Bu ise gazetecilerin topladıkları bilgiler ışığında yazdıkları hikayelerin ardından Britanya güvenlik servislerinden verilen şaşırtıcı derecede yaygın bir cevap. Aynı zamanda hikâyeyi yazıp, sonuçlarıyla daha sonra ilgilenmenin de neden daha iyi olduğunu hatırlatıyor; sinirlerinize hâkim olmak ve kararlarınızı takip etmek, işte bunun için para ödeniyor.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
23 Ekim 2021 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Beyrut’ta Neler Yaşandı?

by Çağatay Cebe 16 Ekim 2021
written by Çağatay Cebe
Beyrut’ta Neler Yaşandı?

Çağatay Cebe

14 Ekim günü öğle saatlerinde Lübnan’ın başkenti Beyrut on üç yıl sonra tekrar çatışmalara sahne oldu. Bu sefer yaşananlar diğerlerinden farklı olarak kısa süren ve kimin saldırdığının belli olmadığı, arkasında muammalar bırakan bir çatışmaydı. Peki çatışmanın yaşanmasına sebep olan neydi? Şu ana kadar yedi kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan gerilim, Beyrut Liman patlama soruşturması ve siyasi çekişmelerle bağlantılı.

 

İran yanlısı olmasıyla bilinen Hizbullah ve EMEL Hareketi, patlama soruşturmasını yürüten hakim Tarık Bitar’ı yabancı ülkelerden destek almakla itham ederek, ona karşıt bir süreç içerisine girmişti. Hakim Bitar’ın eski bakanlar ile emekli ve mevcut güvenlik kurumların başındaki isimler hakkında soruşturma başlatıp, bunlardan bazıları hakkında tutuklama kararı çıkartması gerilimin artmasına sebep oldu. Hizbullah bu soruşturma sürecine uzun süre sessiz kalmayı tercih etti. Hakim Bitar’ın görevden alınması için hem kendi bakanları hem de Hizbullah’a karşı olan siyasi figürler halihazırda gerekli eforu harcıyordu. Bu çabaların başarısız olması sonucunda hakimin soruşturmayı yürütmeye devam etmesi ve Baalbek bölgesinde kendisine yakın kişilerin depolarında tonlarca amonyum nitratın yakalanması neticesinde Hizbullah konuya doğrudan müdahil olmak zorunda kaldı. Hizbullah’ın Güvenlik Şefi Vefik Safa’nın hakim Tarık Bitar’ı tehdit etmesinin ardından Hizbullah ve EMEL soruşturmanın daha da derinleşmemesi maksadıyla kendisini “batı destekli ve önyargılı” olarak niteleyip, soruşturmadan alınması için 14 Ekim günü hakimi protesto edeceğini açıklayarak Beyrut’taki kalabalıklarını belirlenen alana topladılar.

Beyrut’un güneyindeki Şiyah ilçesinde yer alan Tayyune kavşağından Hıristiyanların yaşadığı Eyn er-Rummane mahallesine giren Hizbullah ve EMEL tabanı, burada hakim Bitar’ı protesto etmekle birlikte ara sokaklara girerek  “Şia, Şia, Şia” tezahüratları eşliğinde çevrelerine zarar vermeye başlaması fitilin ateşlenmesine sebep oldu. Hıristiyanların ekseriyetle yaşadığı Eyn er-Rummane, Hizbullah karşıtlığıyla bilinen ve Lübnan İç Savaşı’nda aktif şekilde yer almış Lübnan Kuvvetleri destekçilerinin de yoğunlukta olduğu bir mahalle. Bu bölgede yaşayan insanların hakim Bitar’ın yürüttüğü soruşturmayı da destekledikleri göz önüne alınınca, tüm bu yaşananlar çatışmanın patlak vermesi için tüm yeterliliklere sahip. Günler öncesinden Tayyune’de toplanılacağının açıklanması halihazırda Hizbullah ve EMEL’in gelişine karşı bölgede bir takım hazırlıkların yapıldığını da ortaya koyuyor. Lübnan Kuvvetleri çeşitli eleştirilerin odağı olmakla birlikte çatılardan yapılan atışların parti tabanı tarafından planlandığı ve gerçekleştirildiği görüşü de mevcut.  Lübnan Ordusu çatışmaya karışan on dokuz kişiyi gözaltına almasına karşın soruşturma yürütülmeye devam ettiği için kamuoyunu aydınlatıcı bir bilgi sunmuş değil. Tayyune kavşağı ve devamında Beyrut’un güneyine inen yol bir nevi sınır hattı olmakla birlikte karşıt grupların bu kesişim noktalarına yoğun şekilde partizanca hareketlerle akın etmesi muhtemel bir çatışma senaryosu için gerekli tüm doneleri sağlıyordu. Dış baskıların gittikçe arttığı ve tarihi ekonomik krizin yaşandığı Lübnan’da siyasi partiler tüm bu yaşananlar için birbirlerini suçlamakla birlikte karşı karşıya geldiklerinde çatışmaya girmekten çekinmiyorlar. Tayyune ve Ayn er-Rummane’deki taşkınlıkların hemen ardından çatılardan başlayan atışlara karşılık olarak hemen Hizbullah ve EMEL’e bağlı silahlı milislerin karşılık vermesi, iki partinin de geldikleri mahallede neler yaşanabileceğinin gayet farkında olduklarının ve buna hazırlandıklarını ortaya koyuyor. Bilhassa çatışmalar yaşanırken kendi mahallelerinden yüzlerce milisin çatışma alanına akın etmesi Hizbullah ve EMEL’in muhtemel bir çatışmaya ne denli hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Bu yaşananlara gelen ilk siyasi tepkilerden biri Hizbullah’ın uzun yıllardır müttefiki olan Lübnan Komünist Partisi (LKP) kanadından oldu. LKP açık bir şekilde yaşananlardan Hizbullah ve EMEL’i sorumlu tutarken, Lübnan Kuvvetleri’ni de silahlı saldırısından ötürü kınadı.

Lübnan Kuvvetleri bunu reddetmekle birlikte parti lideri Semir Caca olayla ilgili bazı açıklamalarda bulundu. Caca bu açıklamalarında Hizbullah ve EMEL’in taşkınlığını “Hıristiyanlara karşı yapılan yeni ve küçük bir 7 Mayıs vakası” olarak gördüğünü, sadece kendi partisinin değil, diğer Hıristiyan siyasi oluşumların da Eyn er-Rummane’de olduğunu belirterek hem partisini eleştirilerden uzak tutmaya hem de söz konusu iki partiye karşı Hıristiyanlar üzerinde kapsayıcı şekilde durmaya çalıştı. Şüphesiz bu açıklamalar, Hıristiyanların belirli dönemlerde yaşadığı varlık krizine karşı yapılan genel bir korumacı maksat taşıyan örgütleyici söylemdi. Bu söylemin işaret noktası ise gelecek sene yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri.

 

Öte yandan Semir Caca’nın atıfta bulunduğu 7 Mayıs vakası ise 2008 yılında Hizbullah ile Batılı ülkelerle iyi ilişkilere sahip Saad Hariri ve Velid Canbulat’ın silahlı güçleri arasında bir hafta boyunca yaşanan çatışmalar. Bu çatışmalara sebep olan ise Hizbullah’ın sahip olduğu özerk telekomüniskasyon ağı ve Refik Hariri Havaalanı’ndaki güvenlik kameralarına erişmeleri. Batılı ülkelerin desteğine sahip çoğunluk hükümeti bunu “Lübnan’ın egemenlik ihlali” olarak görerek Hizbullah’ın bu bağlantılarını kaldırmak istemiş lakin parti “direnişe saldırı” diyerek, silahlı güçleriyle Beyrut’ta hakimiyeti sağlayarak bunu engellemişti. Bu tarihten itibaren Lübnan’daki oluşumlar arasında çatışmalar çeşitli dönemlerde vuku buldu. Hizbullah bu gerilimlerin her zaman bir parçası olurken karşı taraftaki aktörü sürekli değişti. Lübnan’daki siyasi suikastlerin de icra edicisi olarak görülen Hizbullah’ın askeri gücü ve Şii mezhebini benimseyen sosyal tabandaki  güçlü etkisi sebebiyle Lübnan Ordusu veyahut diğer güvenlik kurumları parti karşıtı etkili mücadeleye giremiyor. Hizbullah’a karşı devlet bazlı herhangi bir operasyon, doğrudan iç savaşa yol açmakla birlikte güvenlik kurumlarından da aynı mezhebe bağlı personellerin kopmasıyla tıpkı Lübnan İç Savaşı’nda olduğu gibi devlet kurumlarının zayıflayabilmesine sebep olacağı düşünülüyor.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
16 Ekim 2021 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Zonenko vakası: Rusya’nın Bulgaristan’daki istihbarat faaliyetleri

by Acta Fabula 13 Ekim 2021
written by Acta Fabula
Zonenko vakası: Rusya’nın Bulgaristan’daki istihbarat faaliyetleri

Geçen hafta Bulgar makamları, patlama teorisi konusunda uzman olan Rus uyruklu 60 yaşındaki mekanik araştırmacısı Sergei Zonenko’yu casusluk suçlamasıyla tutukladı. Güvenlik kaynakları, zanlının her ikisi de Litvanya pasaportu taşıyan eşi ve oğlunu da 5 Ekim’de ülkeden kaçmaya çalışırken Yunanistan sınırında yakaladı. Bulgar makamları, ailenin Baltık Ülkeleri genelinde Rusya için casusluk yaptığına inanıyor. Bulgar istihbaratı, kaçmaya çalışan Zonenko ailesine ait araçta topçu sistemleri, ateşli silahlar ve mühimmat üretimi yapılan cephanelik fabrikasındaki evrakların, ürün plan ve örneklerinin çıkarılmış kopyalarını ele geçirdi.

 

Zonenko, sekiz yıldır Bulgaristan’da yaşıyordu. Bu sürede mühimmat biriminden sorumlu olarak cephanelikte çalıştı. Bulgar savcılığına göre, Rus askeri istihbaratı, tesisin deposuna sabotaj yapma yollarını araştırıyordu. 2020’de gerçekleşen bir patlamada Zonenko’nun çalıştığı fabrikadaki depo havaya uçtu. Nisan 2021’de Bulgar savcılar, daha önce Çek Cumhuriyeti’nde benzer bir tesisi havaya uçurmakla suçlanan Rus istihbarat memurlarından şüphelendiklerini söylediler. Ancak genişletilen soruşturma sonunda Zonenko’nun Rusya tarafından işe alındığını ve ailesini de casusluk ve sabotaj operasyonuna dahil olduğu anlaşıldı.

 

Savcılık tarafından Zonenko’nun Bulgaristan’da yerine getirmekte olduğu görevlerin Moskova’nın Doğu Avrupa’da askeri cephanelikler ve savunma fabrikaları da dahil olmak üzere kritik savunma altyapısına nüfuz etmek, ülkenin savaş yeteneklerinin seviyesi hakkında bilgi edinmek olduğu ifade edildi.

 

Batı Avrupa’da Rus istihbaratının bu tür kötü niyetli faaliyetlerine rastlanmıyor. Bu durum, Rus askeri casuslarının eski Varşova bloğu üye devletlerinin savunmasını baltalamaya çalıştıkları sonucuna dair görüşleri güçlendiriyor. Bu faaliyetlerin söz konusu ülkelere yönelik bir Rus yıldırım askerî harekâtının stratejik düzeydeki istihbarat faaliyetleri kapsamında olduğuna dair geçmiş senelerdeki verileri desteklediği de istihbarat makamlarınca belirtiliyor.  Bu varsayımın bir başka dolaylı teyidi de Rusların NATO çerçevesinde bölge ülkelerinin askeri ve teknik iş birliğine ilişkin verileri hedef almasıdır.

Bulgaristan’daki Rus istihbarat faaliyetleri

Daha önce Sofya, aralarında askeri ataşenin de bulunduğu altı Rus diplomatı, 2017’den beri Bulgar topraklarında ortak tatbikatlara katılan ABD askeri personeli hakkında sayıları ve yerleri de dahil olmak üzere veri toplayan altı Rus diplomatı sınır dışı etmişti.

 

Eylül 2020’de Bulgaristan, 2016’dan beri ordu modernizasyonu ve teknik bakım için hükümet planları hakkında hassas verileri toplayan ve karargahlarına teslim eden iki Rus diplomatı (GRU askeri istihbarat ajanları) sınır dışı etti.

 

Ruslar, siyasi istihbarat yoluyla, Bulgaristan’ı istikrarsızlaştırmak için koşullar yaratma çabalarını sürdürüyor. Halka NATO karşıtı, AB karşıtı ve ABD karşıtı duyguları empoze ederken, aynı zamanda Rusya yanlısı siyasi güçleri Rusya’ya yaklaştırıyor. Rusya, Bulgar seçimlerine müdahale ederek ülkede istediği iktidarı koruma yolunu da sık sık deniyor. Bu konuda en son Ocak 2020’de Bulgar savcılar, iki Rus diplomatı ülke seçimleri hakkında istihbarat toplamakla suçladı.

 

Bulgaristan’da, Rus askeri ve siyasi istihbarat güçleri daha ziyade periyodik olarak koordineli görevler yürütüyor. Başarısız operasyonları üzerinden deşifre olan Rus girişimleri siyasal alanın yanı sıra medya alanında da dikkat çekiyor. 2014 yılında Kremlin adına propaganda platformu olarak kullanılmak için yerel bir TV kanalını satın alma girişimi deşifre olması ile Moskova’nın Bulgaristan’da milletvekilleri veya medya patronları aracılığı ile medyada kurmaya çalıştığı egemenliğe dikkat çekti. Rus oligark Konstantin Malofeev’in (GRU) ve Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü başkanı Leonid Reshetnikov’un (SVR) için Bulgar milletvekili Nikolai Malin 7TV kanalını satın almak istemiş ve konunun arkası başarılı bir yerel soruşturma ile ortaya çıkmıştı.

 

Ekim 2019’da Bulgar savcılığı, Bulgaristan’ın devlet sırlarını toplayan Rus büyükelçiliğinin ilk sekreterini (dış istihbarat ajanı) suçladı. Eylül 2018’den beri sahadaydı ve Bulgaristan, AB ve NATO ile ilgili gizli verilere erişimi olan üst düzey bir yetkili de dahil olmak üzere Bulgar vatandaşlarıyla düzenli gizli toplantılar yapıyordu.

 

2020’de iki Bulgar askeri istihbarat görevlisi, Rusya lehine istihbarat toplamak suçlamasıyla tutuklandı. Soruşturma, grubun daha fazla üyesi olduğunu öğrendi. Yerel savcılığa göre, Bulgar askeri istihbaratından eski bir üst düzey yetkilinin yönettiği oluşum, üst düzey yöneticiler de dahil olmak üzere bir humint ağı oluşturmakla ilgileniyordu. Ağı yöneticisi, Bulgar, AB ve NATO meseleleri hakkında hassas bilgilere erişimi olan kişileri işe aldı.

 

Bir savcılık yetkilisine göre, ifşa edilen istihbarat görevlisinin Rusya ve Bulgaristan çifte vatandaşlığına sahip olan eşi de casus grubunun bir parçasıydı. Sahadaki ajanlar ile Rusya’nın Bulgaristan Büyükelçiliği çalışanları arasında aracılık yapıyordu. Ekipte ayrıca Bulgaristan Savunma Bakanlığı’ndan bir çalışan da vardı.

 

Son vaka, Rus istihbarat teşkilatlarının, hedeflenen ülkelerde hükümet için çalışan vatandaşlarla evli Rus doğumlu göçmenleri aktif olarak istihdam ettiğini kanıtlıyor. Bu tür ilgili kişileri belirlemekle görevlendirilen, hükümet tarafından işletilen bir Rossotrudnichestvo (Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlar ve Uluslararası İnsani İş birliği İçin Federal Ajansı) olduğu uzun zamandır biliniyor.

 

Enerji, Rus casusları için ayrı bir ilgi alanıdır. Moskova, bariz sebeplerden dolayı, enerji krizlerini tetikleyecek şekilde operasyonlar yapmak için her AB üye devletinin enerji potansiyelini araştırıyor. Eylül-Ekim 2021’de Avrupa’da gaz fiyatlarını şişmesine neden olanın söz konusu alanda elde edilen istihbarat verileri sayesinde Moskova olduğu aşikâr. Bu da AB’nin dağılması için koşullar yaratmayı ve Avrupa yaptırım politikasını yıpratmayı amaçlamaktadır.

Eski ajanlar yeniden işe alındı

Bulgar makamlarına göre Rusya Sovyetler döneminde işe aldığı kayıtlı ve kayıt dışı ajan ağlarını ülke içinde yeni ağlar inşa etmek için yeniden aktif hale getirdi. Yetkililerin aktardığına göre Rusya ideolojik olarak halen Sovyetik eğilim gösteren yeni muhbirler, operatörler ve hükümet içi casuslar kazanmak için çok sayıda eski ajanı tekrar işe aldı.

 

Özellikle Sofya ve AB, NATO ilişki ağları ve verilerine ulaşmak için eski yöneticiler, gizli servis çalışanları ve etkili askerlerden devşirilen kimi isimlerin son yıllarda Moskova lehine Bulgaristan genelinde yeni kurulmuş ağlara rehberlik yaptığı, bu kişilerin çoğunun yeni Rus ajanları ve operatörleri için sosyal kontaklar kurduğu ifade edildi.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
13 Ekim 2021 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Suriye’deki Rus neo-Nazi birimi: Zamansız bir ölümün anlattıkları

by Michael Sheldon 12 Ekim 2021
written by Michael Sheldon
Suriye'deki Rus neo-Nazi birimi: Zamansız bir ölümün anlattıkları

Michael Sheldon

Rusich olarak bilinen Rus neo-Nazi militan grubuna bağlı bir paralı asker Rusya’da öldü. Doğu Ukrayna’daki savaşın ilk yıllarında oynadığı rolle nam salmış Rusich, Saint Petersburg merkezli, önemli aşırı sağ bağları olan bir militan grup. Açık kaynaklara dayanan kanıtlar, grubun üyelerinin, Rusya ve Esad rejiminin Humus vilayetinin güvenliği için iki kere bölgeye seyahat ettiğini gösteriyor.

 

9 Ağustos 2021’de popüler Instagram hesabı _r.f.m_ Alexander “Wax” Voskanyan olarak tanımlanan bir savaşçı için bir ölüm ilanı yayınladı. Hesabın adındaki RFM harfleri, bir önceki adı olan “religion for men” (erkekler için inanç) sloganının kısaltmasıdır ve bu hesap yalnızca paralı askerlerin hayatları ve kadınlarla ilgili paylaşımlarda bulunmaktadır. Hesap herkese açıktır ve bu nedenle herkesin erişim imkanı var, ancak aynı zamanda hesap sık sık gönderilerini toplu olarak silmekte.

Aynı gün, Reverse Side of the Medal (RSOTM) Telegram kanalı, Voskanyan’ın ölümü ile ilgili daha fazla ayrıntı yayınladı. Şöyle yazıyordu: Arkasında iki yabancı ülkede savaş bırakan genç yaşlarında deneyim kazanmış bir savaşçıydı ve bu nedenle askeri işlere ve Anavatan’a hizmete duyduğu doyumsuz sevgiyi bilerek, ne yazık ki, Rusya’da evinde becerilerini geliştiriyor, bir sonraki muharebe seferine hazırlanıyorken bir kaza ile öldüğünü söyleyebilirim.

 

Vosk’un ailesine, Evgeniy Eduardovich Rasskazov’a yapılacak bağışların hesap numarası yazının sonunda yer aldı; Rasskazov, daha çok takma adı “Topaz” ile tanınır. Topaz, Rusich’e bağlı ünlü bir savaşçıdır ve Donbas’ta Ukrayna hükümet güçlerine karşı savaştığı belgelenmiştir. Topaz’ın, bu soruşturma sırasında tespit edildiği üzere Rusich’e olan ilgisi göz önüne alındığında, Voskanyan için bağışları üstlenmesi tesadüf değil.

 

Ertesi gün, Instagram hesabı _r.f.m_, RSOTM’nin Telegram gönderisininkiyle neredeyse aynı bir gönderi yayınladı, ancak bu, Voskanyan’ı Rusich’e bağlayan iki ek resim içeriyordu. Gönderi, silinmeden önce birkaç gün boyunca herkese açıktı.

Instagram gönderisindeki üç fotoğraftan sadece biri yeniydi, diğer ikisi geçtiğimiz birkaç yıl içinde Rusich veya Wagner Group’a bağlı Instagram kanallarında zaten dolaşmıştı. Norveçli kamu yayıncısı NRK tarafından yapılan bir araştırma, Suriye’deki Rusich üyelerinin fotoğraflarında en sık görülen insanlardan birinin aslında bir St. Petersburg neo-Nazi ve uzun süredir Rusich üyesi olan Yan Petrovsky olduğunu ortaya çıkardı. Daha önce dolaşan diğer iki fotoğrafta Voskanyan, Petrovsky ile birlikte görülebiliyordu; her fotoğraf farklı Suriye turlarından çekilmiş gibiydi. Bu fotoğraflardan birinde, Petrovsky ve Voskanyan, daha önce NRK tarafından belgelenen diğer Rusich üyeleri arasında bir uygulama olan, kendilerini Nordik gönüllü savaşçılar olarak göstermeye çalışıyorlardı. Bunu kısmen, Norveç bayrağıyla fotoğraflara poz vererek ve bir röportajda gruplarını Norveç, İsveç ve İzlanda’dan savaşçılardan oluştuğunu iddia ederek yaptılar. Rusich’in Instagram gönderilerinin çoğu, Faroe dili ile birlikte Eski İskandinav diline yakın İzlandaca’dır. İskandinav ülkelerine yapılan bu göndermeler, muhtemelen Rusich üyeleri ve diğer neo-Nazi grupları arasında alışılmadık bir uygulama olan modern bir Viking fantezisini yaşama girişiminin bir parçası. Ancak bir İskandinav ülkesinden birinin Suriye’de Rusich ile savaştığını gösteren hiçbir kanıt yok.

 

Voskanyan, Rusich’in Suriye’ye konuşlandırılmasındaki görüntülerde, gruptaki tek solak savaşçı olduğu için kolayca tanınabiliyordu. Bu faktör, sol dizinde bir dizlik kullanması ile birleştiğinde, çevrimiçi görüntülerde arama yaparken güçlü bir gösterge sağladı.

 

“Vosk” Voskanyan'ı Tanımlamak

DFRLab, bir dizi benzersiz özellik aracılığıyla Voskanyan’ın kimliğini doğruladı. İlk olarak, “Alexander” adlı kişiler için Rusich bağlantılı hesapların araştırılması olası bir sonucu ortaya çıkardı: Alexander “Vosk” Voskanyan.

 

 “Alexander Voskanyan” kullanıcı adını kullanan ve Rusich ile ilişkili monteavo88 kullanıcı isimli bir Instagram hesabı göze çarpıyordu. Hesabın adı, hesabın arkasındaki kişinin diğer Rusich üyeleriyle aynı aşırı sağ eğilimlere sahip olduğunu gösteriyordu. Çünkü 88 sayısı neo-Naziler tarafından genellikle “Heil Hitler”in kısaltması olarak kullanılıyor. Zira H harfi Roma alfabesinin sekizinci harfi. Ama aynı zamanda büyük ihtimalle Ermeni milliyetçisi lider Monte “Avo” Melkonian’a ve 1988 Ermeni bağımsızlık hareketine atıfta bulunuyor. (Voskanyan’ın bir Ermeni ismi olduğu göz önüne alındığında oldukça makul bir tahmin)

 

Hesabın ilk gönderilerinden biri, hesap ile grup arasında olası bir bağlantı olduğunu düşündüren Rusich logolu askeri kıyafetli bir kişinin çizimiydi. Hesap sahibi dikkatliydi ve asla yüzlerin tamamını paylaşmadı, ancak tanıdık biri profiline baktığında bir eşleşme ortaya çıktı.

Son olarak, Voskanyan’ın gerçekten yakın zamanda öldüğünü ve Voskanyan’a benzeyen başka bir Rusich bağlantılı paralı asker olmadığını doğrulamak için, DFRLab, VKontakte’deki Kronstadt’taki St. Vladimir Katedrali topluluk sayfası tarafından Voskanyan için yayınlanan bir ölüm ilanı buldu. Ölüm ilanı, Voskanyan’ın trajik bir şekilde öldüğünü ve cenaze töreninin 13 Ağustos 2021’de saat 13:00’te gerçekleştiğini duyuruyordu. Voskanyan daha önce Kronstadt’ta farklı bir kilisenin resimlerini yayınlamıştı ve bu da onun St. Petersburg’un o bölgesinde yaşadığı düşüncesini güçlendiriyordu.

Rusich ve Suriye'deki faaliyetleri

Rusich, Suriye’deki faaliyetinden önce, doğu Ukrayna’nın Donbas bölgesindeki savaşta adı kötüye çıkmış bir gruptu. Eylül 2014’te Rusich, “Aidar” taburundan Ukraynalı gönüllü savaşçılardan oluşan bir konvoya pusu kurarak yaklaşık 40 kişiyi öldürdü. Pusuda grubun kendilerini çektiği görüntüler arasında, ölen askerlerden birinin kulağını tutan grubun lideri Alexey Milchakov’un görüntüleri de vardı.

 

Eski komutanları Alexander Bednov’un 1 Ocak 2015’te öldürülmesinden sonra Rusich grubu kısa bir süre için, Donetsk Halk Cumhuriyeti’nin 1. Taburu “Viking”ine katıldı. Bu dönem Milchakov o Temmuz’da Rusya’ya dönüp Rusich’i çatışmadan çekmeden önceydi. 2016 yılında grubun önde gelen isimlerinden biri Norveç’te tutuklandı ve ülkeden sınır dışı edildi. 2016 baharında Rusich, Rusya merkezli başka bir aşırı sağ paramiliter örgüt olan ENOT Corp tarafından düzenlenen bir gençlik kampına katıldı. Kamp, grup üyelerinden askeri eğitim alan Belaruslu küçük çocukları içeriyordu. ENOT üyeleri daha sonra 2018’de Rusya federal güvenlik servisi (FSB) tarafından nefreti kışkırtmak ve bir reşit olmayanın bir suç işlemeye dahil olması nedeniyle gözaltına alındı.

 

St. Petersburg yayını Fontanka için yazan Denis Korotkov, Milchakov’un М-2691 koduyla Wagner’de de bir pozisyona sahip olduğunu iddia etti – Rusich ile aynı zamanda. M-numara kodlaması, araştırmacıların genellikle Wagner savaşçılarının kişisel kimlik numaralarına atıfta bulunma şeklidir. Korotkov, Milchakov’un Wagner’in 3. saldırı müfrezesinde bir istihkamcı/ ve nişancı olduğunu iddia etti. Ukraynalı Myrotvorets web sitesine göre, Voskanyan’ın Wagner M numarası M-3080 ila M-3087 aralığındaydı. Rusich ile de bağlantısı olduğu iddia edilen Alexey Bolgazin, M-3078 ile М-3085 arasında örtüşen bir M numarasına sahipti.

Fontanka ayrıca, Wagner’in 2017’de Rusich’ten altı kişilik bir grubu bünyesinde barındırdığını iddia eden söylentileri de aktarıyordu. Bu, Suriye’de Rus BPM-97 Vystrel hafif zırhlı araçlarını kullanan Rusich’e bağlı savaşçıların çok sayıda görüntüsünü içeren kamu raporlarıyla da destekleniyor. BPM-97 aslen Rus sınır muhafızları için tasarlandı ve Rus silahlı kuvvetleri ve diğer federal birimler tarafından sınırlı bir kapasitede kullanılıyor, ancak aynı zamanda Wagner kuvvetleri tarafından birden çok kez kullanıldığı da tespit edildi.

 

Rusich’in önemli bir şahsiyetine ait olduğuna inanılan rusichvpk Instagram hesabının paylaştığı bir videoda, gruptan savaşçıların Suriye’de bir görevi yerine getirirken görünüyordu. DFRLab, coğrafi konumu kullanarak Rusich’in Suriye’deki ayak izinin Palmira’dan en azından El-Kawm’a kadar uzandığını doğruladı. Görüntüler, Rusich’in zamanının çoğunu Palmira’nın kuzeyindeki bir dağ sırasında harcadığını gösteren coğrafi bir eşleşmeyi sağladı. Bu görüntünün tarihi bilinmemekle birlikte, birimin Humus eyaletinin kuzey kısmına yaptığı yolculuktan ayrı bir gezi sırasında olduğuna inanılıyor. Doğrulanmamış bilgiler, ilk gezinin 2016 gibi erken bir tarihte gerçekleşmiş olabileceğini ve bunun da Palmira’yı IŞİD’den geri almak için yapılan saldırıya tekabül edeceğini öne sürüyor. Palmira’nın kuzeyinde coğrafi olarak konumlanmış bir fotoğrafta, çöl dağlarının fonunda bir BMP-1 görülüyor. Bir AGS-17 otomatik bomba atar, BMP’nin ana silahına eğreti bir tetik sistemi ile monte edilmiş ve uzaktan ateşlenmesine olanak sağlamıştır.

Bu değiştirilmiş BMP-1’in görüntüsü, _r.f.m_ Instagram hesabına iki bölüm halinde gönderilen ve IŞİD’e karşı en az bir Wagner savaşçısının öldüğü bir savaşı detaylandırdıkları bir hikâyede de kullanıldı. Gönderide şöyle yazılmıştı: Saldırıya kişisel olarak katılan müfreze komutanı tarafından yönetilen, biri sırt boyunca yürüyen saldırı grupları toplandı. İkincisi, taret üzerine monte edilmiş bir AGS-17M ile BMP-1’in desteğiyle (tetiğe bağlı ve taret kapağından geçen bir kablo ile ateş edebilir), takımın teknik komutan yardımcısının liderliğinde ve sol kanattan giren bir grev timiydi.

 

Suriye’ye savaşmak için giden Rusich savaşçılarının daha fazla üyesinin kimlikleri ortaya çıktıkça, 2018 röportajında öne sürüldüğü gibi Kuzeyli gönüllüler olmadıkları giderek daha fazla ortaya çıkıyor. Aksine, bunlar kiralık Rus savaşçılarıydı ve IŞİD’i Suriye’nin karbon kaynakları bakımından zengin bölgelerinden kovmak için gönderilen büyük bir paralı asker gücünün küçük bir kısmıydı.

 

Bu yazı daha önce “An untimely death reveals the nature of a Russian neo-Nazi unit that fought in Syria” başlığı ile DFRLab’ta yayınlanmıştır.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
12 Ekim 2021 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Genel

Kanunsuz Cellatlar: Kanadalı özel güvenlik şirketleri ve Afganistan

by Yves Engler 11 Ekim 2021
written by Yves Engler
Kanunsuz Cellatlar: Kanadalı özel güvenlik şirketleri ve Afganistan

Yves Engler

Geçen ay, CBC’den Judy Trinh, eski özel kuvvetler mensubu David Lavery’nin Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesinden önce düzinelerce insanı Kabil’den çıkarma çabaları hakkında bir hikâye yayınladı. Kanada silahlı kuvvetlerinin öncelikli olarak terörle mücadele ile görevli seçkin bir kolu olan Ortak Görev Gücü 2’nin kurucu üyesi olan Lavery, gazilerle koordineli olarak Kanada belgelerine sahip yüzün üzerinde kişinin Afganistan’dan kaçmasına yardım etti.

 

Hikâye, TV için yapılmış bir aksiyon filmi gibiydi. Şekerlemeli kahramanlıkların altında, özel güvenlik vurgunculuğunun Vahşi Batısı hakkında çok daha rahatsız edici bir anlatı yatıyor. Bu, Kanada’nın ana akım medyasının gün ışığına çıkarmayı reddettiği bir hikâye.

Özel güvenlik, kamu parası

Afganistan’daki yirmi yıllık feci savaş boyunca Kanada, savaştaki girişimlerinde yardım almak için özel güvenlik şirketlerine büyük ölçüde bağımlı oldu. Kuzey Amerika ulusunun Afganistan’daki operasyonlarında özel güvenlik şirketlerinin yaygınlığına rağmen, varlıkları medyanın neredeyse hiç ilgisini çekmedi. Kanadalılar, yabancı işgalinin bu tartışmalı unsurundan büyük ölçüde habersizler.

 

Lavery hakkındaki medya hikayeleri, Lavery’nin yaklaşık elli Afgan uyruklu çalışanı bulunan PSC Raven Rae Danışmanlık Hizmetlerini işlettiğinden bahsetti. Bununla birlikte, haber kaynakları, Lavery’nin kahramanlıklarına gösterdikleri ilgiyi onun şirketine aynı düzeyde göstermekten kaçındı. Şirketin sitesine göre, Raven Rae Afganistan’daki operasyonlarına 2010 yılında başladı. ABD ve NATO işgali sırasında Afganistan’a giren binlerce özel güvenlik şirketinden biriydi. Özel güvenlik sektörü araştırmacısı Anna Powles, Afganistan’ın “son yirmi yıldır küresel özel güvenlik sektörü için bir kolay para kazanma aracı olduğunu” söyleyecek kadar ileri gitti.

 

Özel güvenlik şirketleri Afganistan’daki günlük askeri operasyonların o kadar ayrılmaz bir parçasıydı ki, eski bir üst düzey ABD komutanı, şirketlerin ülkeden ayrılmalarının “Afgan Hava Kuvvetleri’nin kapasitesinin aşınmasına yol açtığını” belirtti. Aynı röportajda, kimliği açıklanmayan başka bir eski askeri yetkili, ordunun sağladığı “nihai güvenlik” olmadan bu özel orduların geri çekilmekten başka seçeneklerinin olmadığını söyledi.

 

Kanada’nın Afganistan’daki on üç yıllık askeri misyonunun zirvesinde, Saladin, DynCorp ve diğer özel güvenlik şirketlerinin emrinde, ülkeyi işgal eden NATO ülkelerinin çoğundan daha fazla sayıda silahlı adam vardı. 2008’de Kanadalı Tuğgeneral Denis Thompson şunları söyledi: Özel güvenlik firmaları olmadan burada başardıklarımızı elde etmemiz imkânsız olurdu. Afganistan’daki misyonun birçok yönü var, özel güvenlik firmaları tarafından gerçekleştirilen birçok güvenlik işlemi var ki bunlar orduya devredilirse görevimizi imkânsız hale getirecek. Her şeyi yapacak kadar adama sahip değiliz.

 

Federal hükümet, özel güvenlik şirketlerine on milyonlarca dolar harcadı. Kandahar eyaletindeki Dahla Barajı’nın onarımı için Kanada’nın imzaladığı 50 milyon dolarlık yardım projesini korumak için özel güvenlik şirketine 10 milyon dolar ödediler. Federal hükümet ayrıca Kabil’deki büyükelçiliğini korumak için Saladin ile sözleşme yaptı. Saladin, 2007’deki bir ziyaret sırasında Başbakan Stephen Harper’ın güvenliğini sağlamaya yardımcı olan ve Kandahar eyaletindeki ileri operasyon üslerinin korunmasıyla suçlanan şirketti. Saladin, özel sektöre ait orduların tehlikeleriyle ilgilenen herkesi endişelendirmesi gereken bir geçmişe sahiptir. Selefi Keenie Meenie Services, 1980’lerde Afganistan’da Rus güçleriyle savaşan İslami isyancıları eğitti ve büyük olasılık ile donattı da. Aynı zamanda İran-Kontra Olayı kapsamında Nikaragua’daki gizli operasyonlara da karışmıştı.

Kanunsuz cellatlar

Afganistan’daki özel güvenlik firmaları kötü bir şekilde denetlenmektedir. Farklı bölgelerden gelen çok sayıda silahlı adam, yerlileri güvensiz hissettiriyor. Bunun bir nedeni, birçok Afgan’ın özel güvenlik şirketlerinin suça karıştığına inanmasıdır. Yerel halk, İsviçre Barış Vakfı araştırmacılarına özel güvenlik savaşçılarının “kovboy gibi” davrandığını söyledi. Kanadalı bir subay Ağustos 2008’de bir özel güvenlik çalışanı tarafından öldürüldükten sonra, Kanadalı binbaşı Corey Frederickson, özel güvenlik çalışanlarının temaslı tatbikatlarda gördükleri her şeye ateş açtıklarını ve yaşanılanın yine böyle bir şey olduğunu düşündüklerini söyledi.

 

Birçok eski Kanadalı asker, emekliliklerinden sonra ya da ordudan ayrılarak Afganistan’daki özel güvenlik şirketleri açtı veya onlar için çalıştı. Örneğin, “2000’lerin ortalarında Kanadalı askeri gaziler tarafından” kurulan Tundra Grubu, Afganistan’daki ileri operasyon üslerini koruyordu. Toronto şirketi Globe Risk Holdings’in Kabil ve Kandahar’da ofisleri vardı, Afganistan’da bir ofisi olan Vancouver’daki Canpro Global gibi onlar da eski Kanadalı askerleri işe aldı.

 

Afganistan ve Irak işgalleri, Montreal merkezli GardaWorld’ün dünyanın en büyük özel güvenlik şirketi konumuna gelmesine yardımcı oldu. Son haftalarda, Montreal şirketinin yüzlerce çalışanı Afganistan’dan tahliye edildi. Dünya çapında yüz binden fazla çalışanı olan Garda, Esprit de Corps’a düzenli olarak reklam veriyor ve derginin Kanada Kuvvetleri’nden olan dergi okurlarını “askeri becerilerini bir GardaWorld kariyerine dönüştürmeye” çağırıyor. Garda’nın üst kademeleri eski Kanadalı subaylardan oluşuyor. Garda’nın Afgan operasyonlarının başkanı Daniel Ménard, daha önce Afganistan’daki Kanada Kuvvetleri operasyonlarına komuta etmişti. Ménard, Afganistan’da bir astı ile cinsel ilişkiye girmek ve pervasızca silahını ateşlemekten askeri mahkemeye çıkarıldı. Ménard’ın Afganistan’daki Garda için çalışması ona tartışmalı bir figür olarak ün kazandırdı. 2014 yılında silah kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla hapse atıldı. İki yıl önce, Afganistan’daki diğer iki Garda çalışanı düzinelerce ruhsatsız AK-47 tüfekle yakalandı ve üç ay hapis cezasına çarptırıldı.

 

Garda, Afganistan’da çok sayıda şiddet olayına karıştı. 2019’da Kabil’de patlayıcılarla dolu bir minibüsün yabancı uyrukluları taşıyan bir Garda aracına çarpması sonucu ölen bir düzine Afgan’dan üçü çocuktu. Aynı yıl, Taliban, Garda’nın ofislerinin bulunduğu komplekse otuz ölüye neden olan bir saldırı yaptı. Kathmandu Post, Garda’nın saldırıda öldürülen Nepalli bir çalışanın ailesine tazminatı yasadışı bir şekilde az ödediğini haberleştirdi.

 

Kanada’da özel güvenlik şirketlerinin uluslararası operasyonlarını kısıtlayan düzenlemelerin olmaması nedeniyle, davranışlarına neredeyse hiç itiraz edilmemektedir. Uluslararası hukuk uzmanları, Amerika Birleşik Devletleri ve Güney Afrika’dan farklı olarak, Kanada’nın, Kanada dışında faaliyet gösteren Kanada özel askeri güvenlik şirketleri tarafından sağlanan hizmetleri veya yabancılar için çalışan Kanada vatandaşlarının davranışlarını düzenlemek için tasarlanmış bir mevzuata sahip olmadığını belirtmişlerdir. Ottawa, Paralı Askerlerin İstihdamı, Kullanımı, Finansmanı ve Eğitimine Karşı Uluslararası Sözleşmeyi imzalamadı. Ayrıca, BM İnsan Hakları Konseyi’nin paralı asker kullanımına ilişkin çalışma grubuyla çok az ilişkisi var.

Yabancı askeri birliklerin çekilmesi ve Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesi, Afganistan’daki büyük özel güvenlik şirketi endüstrisinin büyük bir kısmını yok etti. Afganların çoğu, ülkelerine egemen olan özel paralı askerlerin ve kiralık silahların sonunu görmekten büyük olasılıkla memnun. Ancak Kanada’da, ülkedeki özel güvenlik şirketi konuşlandırmasının olumsuz özellikleri medya tarafından büyük ölçüde bildirilmedi. CBC- diğer haber kuruluşlarının yanı sıra- Kanadalılara özel güvenlik güçlerinin Afganistan’da oynadığı rol hakkında bir tartışma borçlu.

Yves Engler tarafından kaleme alınan bu yazı 10 Ekim tarihinde jacobinmag.com sitesinde “Canadian Private Security Companies Have Wreaked Havoc in Afghanistan” başlığı ile yayınlanmıştır.

Share on facebook
Share on twitter
Share on linkedin
11 Ekim 2021 0 Yorum
0 FacebookTwitterWhatsappEmail
Yeni Gönderiler
Eski Gönderiler

Son Yazılar

  • An Accidental Operation: The Death of Abu Hassan
  • Suriye’nin kuzeyinde küçük çaplı bir askeri operasyon için Türkiye ve Rusya görüşüyor
  • YPG and PKK: are you looking closely?
  • Ukrayna’daki Rus ordusuna dair bir değerlendirme ve Çin’in çıkardığı altın ders
  • Alleged Drug Raid in Afrin

Son Gönderiler

  • An Accidental Operation: The Death of Abu Hassan

    2 Aralık 2022
  • Suriye’nin kuzeyinde küçük çaplı bir askeri operasyon için Türkiye ve Rusya görüşüyor

    27 Kasım 2022
  • YPG and PKK: are you looking closely?

    19 Kasım 2022

Kategoriler

  • Genel (73)
  • Haber (173)
  • Twitter
Footer Logo

@2021 - All Right Reserved. actafabula.net