Bu yazı 18 Ekim 2021 tarihinde Guardian sitesinde “The spies who hated us: reporting on espionage and the secret state” başlığı ile yayınlanmıştır. Acta Fabula tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
Şu anki güvenlik muhabirimiz Dan Sabbagh [af] Guardian’ın güvenlik muhabiri Dan Sabbagh [/af] selefi Richard Norton-Taylor ile MI5’ın [af] Britanya’nın iç istihbarat servisi [/af] casusluk, sızıntı ve açık düşmanlık dönemi hakkında bir sohbet gerçekleştirdi.
Sabah kahvesi vaktinde Richard Norton-Taylor ve ben, Guardian’ın savunma ve güvenlik muhabirleri olarak bize doğal gelen kahverengi zarflar, aldatmaca ve gizlilik üzerine konuşuyoruz.
Norton-Taylor gazeteye 1973 yılının Ocak ayında katıldı (Dan Sabbagh daha iki yaşındaydı), Brüksel’de çalışmaya başladı ve birkaç yıl sonra güvenlik alanına geçiş yaptı. Kariyerinin ilk bölümü resmi gizlilik savaşlarının hakimiyeti altındaydı.
“Brüksel casusluk için harika bir yerdi; NATO ve Avrupa Ekonomi Topluluğu oradaydı.” diyerek, şehirde Ruslara dair sıkıntı olmadığını belirtti. 1975 yılında Birleşik Krallık’a deneyimli olarak döndüğünde, dönemin Guardian editörü Peter Preston yeni işinin ‘resmi gizlilik ve Whitehall’a, Britanya hükümetini belirtmek için kullanılan kısa isim, dair haberler yazmak olduğunu söyledi.
O zamanlarda Britanya sızıntı yapanları mahkemelerle durdurmaya çalışmak gibi bir hata yaptı. “O dönemde muazzam vakalar vardı ve hükümetin davranışları ters etkiye yol açıyordu.” diyor Norton Taylor, devlet sırlarına dair haber yapan tüm gazetecilerin başarılı olduğu bir senaryo vardı.
Günümüzde bu tür davalar daha az görülüyor, konuyla ilgili daha çok mecliste harekete geçiliyor ve otuz yıl öncesine göre istihbarat meselesiyle de daha az ilgili. Bunu Norton-Taylor’a da söyledim; kahve, Whatsapp ve içeceklerle Westminister’ın[af] Britanya meclisi [/af] dedikodu dünyasına bağlı kalmak oldukça önemli bir durum.
Richard Norton-Taylor’ın meslek hayatının en parlak döneminde yüksek puan sıkıntısı yaşanmıyordu. “O zamanlar Clive Ponting davası görülüyordu” diyor. Söz konusu dava, Falkland Savaşı sırasında batan Arjantin kruvazörü General Belgrano ile ilgili gizli belgeleri sızdırarak Resmi Sırlar Yasası’nı ihlal eden Clive Ponting’in 1985 yılında jüri tarafından beraat edilmesiyle yaşanan şoke edici olaya atıfta bulunuyor.
“Ponting’in beraat ettiği güne dair şanlı olan şey ise Guardian’ın o gün greve gitmesiydi. Bugüne kadar Ponting ile ilgili yazmamıştık, o dönem ise iki büyük sayfanın tamamı Belgrano davasına ayrılmıştı.” Peki bu sinir bozucu muydu? “Klasik Guardian’dı işte.”
Bu olaydan kısa bir sonra ise MI5’ın eski personeli Peter Wright’ın hatıralarını yazdığı, hükümetin yayınlanmasını engellemek için utanç verici birden fazla girişimde bulunduğu ‘Spycatcher’ kitabının vakası çıktı. Norton-Taylor bu kitabın ihtiyati olarak özetini yayınlamıştı.
Bu mücadele daha sonra yayınevinin Wright’ın hesabını yayınlamayı umduğu Avustralya’ya taşındı. Norton-Taylor da aynısını yaptı. “Dava altı hafta boyunca Sydney’de görüldü.” diyor Norton-Taylor.
Avustralya’nın sonradan başbakanı olan Malcolm Turnbull ise yayınevinin ‘zorlu Britanya düzenine ayakuydurması’ için çalışırken, hükümet sekreteri Robert Armstrong yalan söylediğini kabul etmek yerine kanıt sunarak “hakikatle birlikte ekonomik” tabirini kullanmayı tercih etti.
Britanya hükümeti davayı kaybetti ve Spycatcher kitabı Avustralya’da basıldı. Kopyaları doğrudan Birleşik Krallık’a ulaştı. Norton-Taylor bunu hevesle şöyle tarif etti: “Avustralyalı yargıçlar İngilizleri [af] Birleşik Krallık’ta yaşayanları tarif etmek için argoda kullanılan bir terim [/af] tepelemeyi sevdiler, ben de sevdim ve bence Guardian okuyucuları da sevdi.”
Guardian gazetesinin yüzleştiği en zorlu durumlardan bir tanesi de Sarah Tisdall vakasıydı. Gazete ile yetkililer arasındaki ilişkilerin son derece gerginleşmesine yol açan bu gelişme, 1983 yılının bir Cuma akşamında kahverengi zarf içerisinde gelen mektupla başladı. Mektubun içerisinde Greenham Common’a [af] Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından kullanılan askeri üs [/af] yerleştirilecek Amerika’ya ait seyir füzelerinin vaktine dair bilgiler yer alıyordu, olağandışı bir haberdi.
Dava sürecindeki yoğun baskıyla birlikte mahkemenin ağır para cezası tehdidini artıran olumsuz kararının ardından Tisdall altı aylık hapse mahkûm edildi ve belgeler geri teslim edildi. Norton-Taylor’ın bu vakaya dahil olmasının ardından dönemin gazete editörü Preston, artan para cezaları sebebiyle Guardian’ın batmasından korkuyordu.
Ponting ve Spycatcher vakaları güvenlik teşkilatlarında açılımlara yol açtı ve bu bazı notları karşılaştırmayı mümkün kılıyor. MI5 ve MI6 [af] Britanya’nın dış istihbarat servisi [/af] servisleri basınla iletişim halindeler, muhabirler buradaki personellerin isimlerini paylaşamasalar bile görüşüyorlar.
1980lerin sonunda yenilikler yaşandığını söyleyen Norton-Taylor, Guardian ve Times gazetelerinin yetkilileri arayabilmeleri için numara paylaşılan ilk basın kuruluşları olduğunu söyledi. Norton-Taylor ayrıca “İçişleri Bakanı olduğu dönemde Ken Clarke bu dans gibi, onlara (gazetecilere) biraz verdiğinde daha fazlasını isteyeceklerdir demişti. Bu yüzden bazen bakanlar daha fazla soru cevaplamaktan kaçınıyorlar.” diye ekliyor.
Peki bu değiş-tokuşların en kazançlısı kim? Muhabirlerin kaynaklarına çok bağımlı hale gelme ve buluşma yerlerinde otururken yanlarından geçenlerin onları duyma riskleri var. Bununla başa çıkmanın bir yolu ise geniş çapta okumalar yapmak, bağımsız çeşitli kaynaklar edinmek ve bir adım geri adım atarak kendilerine söylenen her şeyi eleştirmeye hazır olmak. Bu meslek, saf ve şüpheci olmayanların yapabileceği bir iş değil.
Norton-Taylor bir hususa daha değiniyor “bizim onlara (yetkili kaynaklar) ihtiyacımız olduğu kadar, onların da bize var.” ve ekliyor: “Eğer iyi bir hikayeleri olduğunu söyler ve bu tam tersine, abartılı ve yanlış olduğu ortaya çıkarsa onlara olan güveninizi kaybedersiniz. Bun onların istemeyeceği bir şeydir. Bir anlamda o kadar da zor değil.”
Öte yandan bu ilişkiler kolayca karmaşık hale gelebilir. Norton-Taylor’a söylediğim gibi bir casus son zamanlardaki bir habere yardım etti, ama hangisi olduğunu söylemem, çünkü yardım ettikleri ortaya çıkarsa bunu reddetmekle yetinmeyerek yanlış sonuçlara ulaşıldığını söyleyecekler. Bu da inançla sunulan bir şeyin nasıl griye dönüştüğünü ortaya koyacaktır.
Bu da Norton-Taylor’ın 2003 Irak Savaşı ile ilgili bir anekdotu aklına getirdi. Bir MI6 yetkilisi kendisine neden bazı MI6 çalışanlarının Irak’ın işgaline karşı olduğunun nedenini şu şekilde anlattı: “bazı çalışanlar Saddam Hüseyin ve el Kaide ittifakının saçma olduğunu öne sürdüler. Çünkü Saddam Hüseyin seküler bir diktatördü ve İslami aşırılığa tamamiyle düşkün değildi.”
Özel bir endişe ise CIA ile Amerikalıların her söylediklerinin Dışişleri Bakanlığı ve hükümet tarafından kabul edilmesiydi, hatta MI6’in bir bölümü bile buna razı oldu çünkü Irak’taki savaş Amerika Başkanı George Bush ve İngiliz meslektaşı Tony Blair’ın istediği bir meseleydi.
Hemen ardından Guardian’da konuşmanın içeriğinden bahseden bir yazı çıkmasından bir buçuk gün sonra bir kaynak bundan şikayetçi oldu. Kafası karışan Norton-Taylor “Bu yazı doğru mu?” diye sorduğunu hatırlıyor ve ona “Evet, doğruydu, sadece kamu malının bir parçası olarak kalmamalıydı.” diye yanıt verdiğini söylüyor.
Bu ise gazetecilerin topladıkları bilgiler ışığında yazdıkları hikayelerin ardından Britanya güvenlik servislerinden verilen şaşırtıcı derecede yaygın bir cevap. Aynı zamanda hikâyeyi yazıp, sonuçlarıyla daha sonra ilgilenmenin de neden daha iyi olduğunu hatırlatıyor; sinirlerinize hâkim olmak ve kararlarınızı takip etmek, işte bunun için para ödeniyor.
Leave a Reply