Afganistan ve Taliban’a dair 4 soru 4 cevap

Taliban’ın dayandığı etnik çoğunluk olan Peştunların Sünnilik ile olan ilişkisinin arka planı nedir? Peştunların milliyetçiliğinin ve Afganistan’ı yönetme hakkına sahip olduklarına düşünmelerine neden olan nedir?

Onsekizinci yüzyılın başında Peştun Gilci aşiretinin karizmatik lideri Mir Vais Hotak Safevilerin bugünkü Afganistan coğrafyasında Şiiliği zorla yaymasına karşı isyan başlattığında Sunni Peştunlar onu takip ettiler. Bu ayaklanma yüzyıllardır birlik kuramayan Peştunları büyük büyük ataları Kays’ın İslam’ı direk peygamberden aldığına inancı ve Mir Vais’in Mekke’den aldığı fetva ile Şiilik ve Safevilere karşı birleştirdi. Bu süreç Hazaralar ile Peştunlar arasındaki sorunların aşiretler arası rekabet dışında dini bağlamda da büyümesine neden oldu. Mir Vais’in Peştunları birleştirmesi ve ilan ettiği Hotak Hanedanlığı kendisinden sonra gelen Ahmed Şah Durrani dahil pek çok ismi etkiledi. Özellikle de Peştunları: ikisi de Peştun kökenli olan ve bağımsız Afganistan’ın temellerini atan bu isimler nedeniyle ülkenin yönetiminin kendilerinin doğal hakkı olduğuna inanmaktadırlar. Bu inanç halen kendisini korumaktadır. Taliban’ın kendisinde gördüğü yönetim hakkı aslen bu inanca dayanmaktadır. 2001 yılında iktidardan uzaklaştırılması sonrasında Taliban kendisini yerelleştirirken Peştunlar arasında bu inancı İslami argümanlarla güçlendirerek dillendirmişti.

 

Bağımsız Afganistan’ın temellerini attığı düşünülen Ahmed Şah’ın Durrani Hanedanlığı, Mir Vais’in Hotak hanedanlığından farklı idi. Ahmed Şah daha merkezi bir hanedanlık hedefliyordu. Afganistan’da çoğunluğu Peştun aşiretleri birleştirip merkezi bir otorite kurarak bağımsız bir idareye geçtiğinde ülkenin merkezi otoriteden bağımsız hareket eden ve genel olarak kendi aşiret özerkliğini korumaya çalışan Peştunları başkent Kandahar’a bağlamak için geleneksel töreyi, Peştunvali’yi, görece İslami bir çehre ile değiştirme yolunu seçti. İran merkezli Safevilere karşı isyanın güçlendirdiği dini duygular hâkim iken Ahmed Şah için bunu yapmak oldukça mantıklı görünüyordu.

 

Ahmed Şah Durrani bu tercihinde bölgenin Gaznelilerden bu yana gelen baskın İslam karakteri olan Sünniliğin Hanefilik ekolünü kullandı. Aşiretlerin merkezi otoriteye bağlanması için Peştun geleneksel sosyal yaşamında güçlü bir yeri olan jirga yani aşiret meclisleri mollalarca etki altına alınmaya başladı. Bu gayrete rağmen Peştunların çoğu Peştunvali, yani töre, ile şeriat arasında bir tercih yapmadı. Senzil Nawid’in betimlemesi ile söylersek “Peştun ahlak kuralları (Peştunvali) şeriat ile yan yana hüküm sürdü. Bu bağlamda Peştunlar, İslam’ı Peştunizm ile özdeşleştirdiler.” Peştunvali şeriatın bir iktidar aracı olarak dayatılmasına rağmen Peştunlar arasında varlığını güçlü şekilde sürdürdü. Töre Peştunların hayatını düzenlemeye, yönetmeye ve sorunları çözmeye devam etti. İslam yahut şeriat Peştunların hayatlarında törenin çözemediği yahut anlaşma sağlayamadığı konularda bir tarafsız karar verici olarak yer alıyordu. Bu süreç Afganistan coğrafyasında dini kişiliklerin de etkili figürler olarak yükselmesine, jirga’nın yanına onunla eş şura’nın doğmasına neden oldu. Merkezi otoriteyi din ile sağlamak isteyen Ahmed Şah Durrani tahmin etmediği bir miras bırakmış; ülke genelinde merkezi yönetimin mücadele etmesi gereken bir güç daha çıkmıştı: dini liderler ve kurumları.

Taliban’ın Pakistan topraklarındaki varlığı neye dayanıyor? Deobandiliğin hangi kolları Taliban’ın daha sert bir tutuma sahip olmasına neden oldu?

Bu durum daha sonra farklı veçheler geçirdi. Safevilere karşı ayaklanma, Babürler ile savaşlar, İngilizler ve Sovyet işgallerine karşı mücadeleler Afganistan coğrafyasındaki en büyük etnik grup olan Peştunları törelere ve İslama daha çok tutunmaya itti. ABD işgali de bu süreci perçinledi. Deobandi medreselerden beslendiği ifade edilen Taliban hareketi Pakistan’daki Peştun varlığı üzerinden Deobandiliğin Pakistan kolundan etkilenmiştir. Bunlar arasında Deobandi Cemiyet-i Ulema-i İslâm’ın parçalanması sonrasındaki Peştun milliyetçisi tutumu ile tanınan Fazl er-Rahman grubu vardır. Bu grup Deobandiler içinde Peştu milliyetçiliğinin şubesi olarak bilinmektedirler. Benzer şekilde yine Pakistan merkezli Cemaat İslami’den Peştu kökenli Kadı Hüseyin kolunun Afganistan sınır bölgelerinde Taliban üyelerine Suudi Arabistan destekli medreselerinde selefi anlayış doğrultusunda eğitim verdiği ifade edilmektedir. Taliban’ın Pakistan ile olan ilişki Peştu nüfusun Durand Hattı ile birbirinden ayrılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Durand Hattı Peştun milliyetçiliğinin temel tetikleyicileri arasındadır ve aynı zamanda Afganistan ile Pakistan arasında da sorunlara neden olmaktadır. Durand Hattı Afganistan’ın ulusal politikaları arasındadır. Öyle ki Eşref Gani, Taliban’ın Durand Hattı’nı Pakistan sınırı olarak tanımayacağına dair söz vermesi gerektiğini söyledi. Medreseler ve Peştun nüfus ilişkisi çok uzun süre Pakistan’ın Taliban’ı yönettiği düşüncesini besledi. Taliban’ın yükselişi ve ABD’nin Taliban ile görüşmelere başlamasını takiben Pakistan da Peştun milliyetçiliği ile mücadeleye başladı. Ahmed Şah Durrani’nin İslam ile aşiretleri merkezi otorite altına alma girişimi yüzyıllar sonra Peştunların Afganistan ve Pakistan’da cihadi yahut radikal olarak etiketlenmesine neden olmuştu.

Klasik aşiret yapısı ve töreye dayalı zor kullanma mekanizması, arbakiler nedir: Taliban’a karşı aşiret bloğu denemesi mi?

Ancak Peştunlar aşiret özerkliklerini her açıdan koruyorlardı. Töre, aşiretin kendi öz kuralları, hayatın gündelik ve geleneksel formlarını korumaya devam ederken İslam’a danışıyordu. Erken Afgan iktidarları döneminde bu merkezileştirme çalışmaları çeşitli küçük değişiklikler ile denenmeye devam etti. Ancak merkezi iktidarların aşiretler ile olan ilişkisi karşılıklı idi. Tarihsel olarak, Peştun aşiretler merkezi hükümetin otoritesini kabul ediyorlar, ancak rejimin hayatta kalması aşiret reislerinin, han adı verilen liderlerin ve dini liderlerin bağlılığına dayanıyordu.  Thomas Barfield’in Ahmed Şah Durrani dönemindeki ordu gücü ile ilgili verdiği bilgi bu bağımlılık konusunda fikir vericidir. Ahmed Şah’ın 120 binlik ordusunun üçte biri düzenlidir, gerisi ise aşiretlerden sağlanan savaşçılardan oluşmaktaydı. Aşiretlerin bu savaş gücü günümüze kadar devam etti.

 

Bu güç temelde klasik dönemde aşiretlerin töresel meclisinin hükümlerini uygulamak için özel bir milis (arobaki-arabaki-arbaki) yapılanmasına dayanıyordu. Arobaki ya da arbakiler, meclisin koyduğu cezayı ihlal edenlerin cezalandırılmasından sorumluydu. Ancak bu durum daha sonra genel olarak yerleşik ve kentli, zengin ve tanınmış kişilerin geleneksel meclisten (jirgadan) farklı örgütlenmelerinin askeri gücüne dönüştü. Afgan-İngiliz savaşları ile Sovyet işgali dönemi ‘mücahit’ örgütlenmelerin temelinde de bu güçler yatıyordu. Aynı şekilde ardı sıra gelen iç savaşlarda da aşiret savaşçılarının önemi çok büyüktü.

 

Tüm bu güçler Taliban’ın da bel kemiğini oluşturan Peştun aşiret sistemine bağlı sosyal, siyasal, askeri gelişmelerdi ve ABD Afganistan’ı işgalinden yaklaşık dokuz yıl sonra, 2010’da Peştun arbakileri Taliban’a karşı kullanmayı tercih etti. Bu girişim bir anlamda Peştun kökenli Taliban’a karşı aşiret hareketini tetiklemeyi hedefliyordu. Oldukça riskli bu planın arbakiler üzerinden uygulamaya konması ABD’nin beklediği sonuçları getirmedi. Arbaki milisleri yağma, tecavüz, işkence, hırsızlık, keyfi infazlar gibi pek çok suç işledi ve Taliban’a karşı hedeflenen yerel güvenlik sağlanamadığı gibi hiçbir kurumla resmi bağı bulunmayan arbakilerin liderleri konumundaki kişiler savaş ağaları olarak güçlendiler. Savaş ağalarına bağlı milis güçlerin kurumsallaştırma çalışmaları kapsamında Afgan Yerel Polis Gücü olarak tanımlandılar. Genel planda amaçlanan Peştunların, Peştunlara karşı olması idi. Ancak bu plan günün sonunda ABD desteğini yitirmesi ile güçlerinin büyük bir çöküş yaşadığı Kabil hükümetine bağlı çok sayıda Arbaki’nin görev aldıkları yerleşimlere yaklaşan Taliban karşısında dağılması ile sonuçlandı.

Taliban’a karşı aşiret bloğu girişimi ve Kuzey ittifakı komutanlarının savaş ağalarına dönüşümü Afganistan’da savaşı nasıl etkiliyor?

Raşid Dostum, Atta Muhammed Nur, Tadin Han, Cuma Han Hemderd, Gül Ağa Şerzai, Abdul Razık Aşagzai, Kerim Halili, Said Ekberi, Hac Muhammed Muhakik, Hac Ali, Mir Alam Han, Abdul Resul Seyyaf ve dahası ile çeşitli etnik ve dini kökenlerden gelen isimler bugün Kabil hükümetine resmi, yarı-resmi veya gayrı-resmi milis yapıları ile destek veriyor. Çoğunluğu Sovyet işgali döneminin ABD tarafından desteklenen “Afgan Mücahitleri” olarak bilinen ve sonrasında da Kuzey İttifakı altında Taliban ile savaşan bu kişilerin de çoğu aslında Taliban gibi geleneksel ve İslami motiflerle kendi kitlelerini domine ediyorlar. Ekseriyeti Tacik, Özbek ve Hazara kökenli olan bu isimlerin Taliban’a karşı muhalefetlerinde Afganistan coğrafyasındaki etnik çekişmenin de etkisi yok değil.

 

Bu isimler arasındaki Asıf Azimi ve Ahmed Faysal Beyzad gibi Cemaat İslami ve alt hiziplerinden gelen yaklaşık yirmi yerleşimin yetkilisi ya da savaş ağası Taliban ile uzlaşmayı seçtiler. Ya da Feyzabad’taki Albay Gül Han Kufi’nin başına gelen şey oldu ve tüm çağrıları Kabil tarafından cevapsız bırakılan askerler ve milisler güçlerini geri çekerek Taliban’ın ilerlemesine izin verdi.

 

Ekseriyeti ülkenin kuzeyindeki Tacik ve Özbek yoğun alanda kök salan savaş ağalarının çoğu dağınık kısıtlı ve kendi aralarında da rekabet eden bir yapıya sahip. Kuzeydeki Belh eyaletinde son dönemin yükselen ismi Ata Muhammed Nur ile Raşid Dostum arasındaki rekabet de, güneyde Kandahar’da Gül Ağa Şerzai ile General Razık arasındaki rekabet de, Aybak bölgesinde yerel güçler ile Cemaat İslami arasında rekabet de biliniyor, ama bu konuda herkes bir günahtan bahsetmekten korkar gibi korkuyordu. Ne var ki, çeşitli savaş suçları ile sık sık suçlanan bu savaş ağalarının yıllardır kurdukları askeri, siyasi ve ekonomik sistemin ABD ve Kabil tarafından vekillik, valilik, komutanlık gibi mevkilerle taçlandırılması günün sonunda yerel halkın da Taliban’ı tercih etmesine neden oldu. Eski Kuzey İttifakı’nın güçlü bölgesi bu nedenle hızla Taliban’ın kontrolüne geçti.

 

Karakteristik olarak etnik ya da aşiret yapılarının küçük bir kısmına dayanan Afganistan’daki savaş ağalığı sistemi ABD’nin Sovyet işgaline karşı bu odaklara destek vermesi ile açgözlülük ve çıkar üzerine kurulu bir ‘yerel güç’ projeksiyonuna neden oldu. Genellikle zayıf bir merkezin vahşi çevresini evcilleştirme mücadelesi olarak tanımlayabileceğimiz Afgan devlet projesi özellikle ABD işgali döneminde kırsal bölgelerde yönetici bir varlık oluşturmak için güvenlik birikimine ve nüfus yoğunlaşmasına önem verdi. “Nüfusa kapsamlı hizmetler sağlayabilecek bir devletin olmadığı bir ortamda” Sovyet ve ABD işgali ile güçlenen “Afgan savaş ağaları, güvenlik ihtiyacına yanıt olarak ve aynı zamanda yeni sosyal işlevler elde etmek için belirli bağlamsal kaynakları (kolayca erişilebilir silahlı adam arzını) kullandılar. Güven ve koruma için ortaya çıkan yüksek talep derin bir liderlik kriziyle şiddetlendi. Daha spesifik olarak, Afgan savaşlarının başlangıcından bu yana ve hatta 2001’den bu yana, savaş ağaları sık sık güçlerini daha önce geleneksel liderler tarafından gerçekleştirilen işlevleri devralmaya dönüştürdüler.”  Ancak bu ihtiyaçları karşılama işlevi merkezi yönetimin ortada olmaması nedeniyle genel olarak keyfi idi. Bu devlet inşa projesi Afganistan’ın yukarıda da bahsettiğimiz gibi kendisini merkezi otoriteye rakip gören çevresinin tipik davranışı nedeniyle akamete uğradı. Kentli ‘hanlar’ zamanla mücahide, ardından feodal tabanlı askeri-siyasi liderlere ve sonunda da savaş ağalarına dönüştüler. Bugün Afganistan’da aktif olarak yaklaşık yüz savaş ağası olduğu tahmin ediliyor.

 

Yaygın denilebilecek savaş ağaları ve milislerin silahlı gücüne rağmen bu durum ortak harekatın imkansız hale gelmesine, kurmay planlamanın yerelde denetlenememesine, lojistiğin sürekli şekilde yerelin taleplerine göre planlanmasına neden olduğu için Afgan hükümeti güçleri Taliban karşısında tutunamamaktadır.

+ There are no comments

Add yours